Mesaim bitmiş, her zaman ki gibi İzbana binmek için Alsancak Gar’ına meydanda ki kavşağı geçerek ulaşmaya çalışırken bir arabanın korna çaldığını gördüm. Eğildim baktım oturduğum semtte ki bir komşumdu. Bende eve gidiyorum hadi birlikte gidelim diyerek arabasına davet etti beni.

Arabaya bindim akşamın trafiğinde yavaş yavaş yol almaya başladık. Daha önce özel hiçbir sohbetimiz olmamıştı komşumla. Yolda izde rast geldiğimizde selamlaşırdık sadece. İlk defa bu kadar uzun süre konuşma imkânımız olacaktı.

Hal hatır sorduktan sonra; birden komşum tebessüm ederek bana döndü ve dedi ki; Reis bu defa işi bitirir değil mi?

Tabii anlamıştım İstanbul seçimleriyle ilgili soru sorduğunu. Ve her zaman bu durumun başıma geldiğimi bildiğimden tebessüm ettim. Rizeli olduğumu bildiğinden komşum “Reis göndermesi yaparak” hem sohbete kapı aralamak hem de gönül yapmak niyetindeydi. Ben de “evet dedim bu defa Reis daha kolay kazanacak, çünkü haksızlığa uğratıldı” dedim!

Komşum şaşırmıştı.

Benim “Reis diye Ekrem İmamoğlu’ndan” bahsetmem hiç hoşuna gitmemişti.

Peş peşe İmamoğlu hakkında olumsuz cümleler kurmaya başladı. Birkaç dakika dinledim kendisini. Sonrada ipe sapa gelmez iddialarına tek tek cevap vermeye başladım. Her cevabım onu biraz daha sessizliğe itiyordu!

Nihayet mahallemize gelmiş ve ben teşekkür ederek arabadan inmeye davranmıştım ki; komşum “her ne olursa olsun sizin bir Rizeli olarak Reise sahip çıkmanız gerektiğini düşünüyorum. İstanbul seçimi sadece bir seçim değil “ hak ve batılın seçimidir! “ dedi.

Bu son cümlesinden sonra bayağı canım sıkılmış ve sesimi biraz yükselterek “komşumun ağzının payını” verecek birkaç cümle daha kurarak arabasından indim ve hemen uzaklaştım yanından!

Maalesef insanımızın düşüncesine ve şuuruna kast edilmeye özenle devam edilmekte bu ülkede.

Dış dünyanın etkileri müspet olmayınca iç dünyasını zenginleştiremeyen insanımıza kabahat bulmakta vicdanımı sızlatmıyor değil!

İnsanımızın etrafında ki olup bitenleri anlama noktasında ki zaafı gün geçtikçe kangren haline dönüşmüştür!

Uzun zaman önce bir yazımda demiştim ki; “…bu ülkenin insanı zamanı geldiğin de iktidarı değiştiriyor bu çok güzel bir meziyet. Ama daha önemlisinin, iktidarı değiştirme yerine önce kendisini değiştirmesi olduğunu anladığı zaman “şuurlu” bir vatandaş olacağını bilmelidir.”

Şunu bir kez daha anladım ki; Ak partiye oy veren seçmenin çok büyük bir kısmı “sorgulamadan” sadece “din penceresinden” bakarak oy veriyor!

Son yerel seçim ve onun etrafında kopartılan fırtına bu durumu bir kez daha tespit etme imkânı sundu bana!

Görüşme imkânım olan Ak Partililerin hemen hemen hepsi; birinci olarak oy verdikleri partiye din eksenli oy veriyor, ikinci olarak da hemşerilik duygusuyla oy verme eğilimindeler!

İşin en dramatik tarafı da şudur;

On dokuz yıllık iktidarı zamanında Ak Partinin yapmış olduğu hataları bir bir bu insanlara anlattığımızda ortaya koydukları savunma mekanizmalarının hiçbir tutarlığı olmadığıdır.

Neymiş “hedefe giderken zaman zaman bu tur tutarsızlıkların olabileceği ve bunun partinin ve liderinin günah hanesine asla yazılmayacağı “ noktasında ki derinliği ve hiçbir mantığı olmayan sığ cevaplarla güya savunma yaptıklarını zannetmektedirler!

Hemen hemen tartışmaya girdiğim tüm iktidar partisi yanlılarına ifade etmeğe çalıştığım Ak Partisinin yanlışları karşısında ki ortaya koydukları “bahaneler” doğrusunu isterseniz beni gelecek adına umutsuzluğa sevk etmeye devam ediyor!

Her eleştiriye karşı ortaya koydukları sıradan karşı duruşun ne fikri ne de ahlakı bir geçerliliği olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim!

O kadar ki; karşı hücuma geçtikleri noktada ki fikir sefaleti kahve üslubunu geçmeyen bir sıradanlıkta hayat buluyor!

Bu durumu tespit etmek tüm samimiyetimle ifade edebilirim ki; beni derinden üzüyor!

Bugüne kadar bu sayfa aracılığıyla size ulaşan yazılarımda ortaya koyduğum ayağı yere basan eleştirilerime karşı gerçeğe teğet geçmeyen eleştiriler beklerken, sıradan, hakikatle uzaktan yakından ilgisi olmayan şehir efsaneleri türünden eleştiriler almanın bende ki üzüntüsü başka oldu!

Özellikle okumuş yazmış ve makam sahibi olan insanların kendi dünyasında yaşayan ülkesinde olup bitenlerden bihaber olan yaşlı insanlarla “siyasi konularda” aynı yöne bakarak aynı düşünceleri seslendirmesi trajikomik bir durum ortaya koymaktadır! Bazı sokak röportajlarında bu sığlığı çok rahatlıkla görebilmekteyiz.

Mesela; ekonominin tıkandığı noktada “bu dış güçlerin işidir!” diye beceriksizliklerine diş güç kılıfı arayan ve bunu da seçmenine yediren on dokuz yıllık iktidar bu konuda da hayal kırıklığı yaşatmış ama bütün seçmen nezdinde hala “dış güç paranoyasını” kullanmaktan geri durmamışlardır!

Peki son tahlilde on dokuz yıllık iktidarın sorumluluğunu kim üstlenecek ve kim hesap verecek!?

Fatura, sorumluluğu olmayan muhalefet partilerine mi kesilecek?

Dünden bugüne bu soruları gizli açık her yazımda soruyor ama cevap alamıyorum.

Şunu da gayet iyi biliyorum.

Bu “sivil dikta rejimi” devam ettiği müddetçe bundan sonrada sorularıma cevap alabileceğimi asla düşünmüyorum!

Fakat her şeye rağmen şunu da “umut etmiyor” değilim; “sivil tahakküm yönetimi” devam etse de bir gün “sen haklıymışsın, biz gerçekleri göremedik!” diyenler kesinlikle olacaktır!

Görüşmek üzere, Allah’ a emanet olun…