Ömrünü hafızlık eğitimine vakfeden Selahattin Şerifoğlu, “Gençlere benim tavsiyem, Risale-i Nur külliyatını okusunlar. Hocalar da okusun, cemaat de o anlatılardan büyük bir haz duyar” diyor.

 

Selahattin Hocam, önce Bismillah diyelim ve bize kısaca kendinizi tanıtmanızı isteyelim.

Ben Rize’nin Çayeli kazasının Şerifoğlu Mahallesinde doğdum. İsmim Selahaddin Şerifoğlu. Annem 1319 doğumlu, babam 1314 doğumludur. Ben 1941 doğumluyum.

Öğrencilik hayatınız, okul ve kurs hayatınızdan bahseder misiniz?
Ben Çayeli’nde ilkokulda okumaya başladım. Bizim zamanımızda Çayeli’nde eski bir okul vardı. Şimdiki Yamanlar İlkokulunun yerinde. Sonra 3.′üncü sınıfta İstanbul’a, Şile’ye gittim ve Şile’nin Kurna köyünde, 1 sene okudum. Oradan Sahil köyüne, eski ismiyle Domalı köyüne gittik. Babam orada cankurtaran olarak çalışırdı, Karaburun’da. Orada ilkokulu Ahmet diye Antalyalı bir öğretmenden okudum ve bitirdim. Ondan sonra tekrar 12’li yaşlarda Çayeli’ne geldik ve Çayeli’nde Hafız Sefer Hoca’dan hafızlık eğitimi almaya başladık.

Hafız Sefer, ilk hocanız mı oluyor? Ondan biraz bahseder misiniz?
Evet, hafızlık noktasında ilk hocam oluyor. Eyüp Hafız diye bilinir, Eyüp Kömürcü vardı, Çayeli, Çataklıhoca Köyünden. O burada bizim camide imamdı. Ondan başlamıştım o da beni Hafız Sefer’e gönderdi. 12 yaşında başladım hafızlığa ve orada bitirdim.

Hafız Sefer Kur’ân Kursu’nda mı hocalık yapıyordu?
Yok, o Çayeli Yeni Cami’de imamdı. Çayeli’ndeki hafızlığı bitirdik ama icazet almadık. Burada yaptığımız hafızlık sağlam bir hafızlık değildi. Tabii, kötüleme manasına gelmesin. İkizdere, Güneyce nahiyesine gidince hocamız bizi yeniden birinci sayfadan hafızlık yapmaya başlattı. Aşık Mehmet Kutlu’nun 1. talebelerinden Hafız Hızır Akgüneş dersleri okutuyordu.

Bahsettiğiniz Aşık Mehmet Kutlu kimdir?
Meşhur kıraat alimlerinden. Of’un bir köyündendir. Onun talebesi Hafız Hızır Akgüneş’ten ders aldık. Hatta hocası dedi ki “hurufatı gidip ondan öğreneceksiniz.” “Karadeniz’in güneşi' demiş idi hocası onun için. Ve orası bir talim dergahı oldu; İstanbul’dan İspir’den, Erzurum’dan, Erzincan’dan Türkiye’nin çeşitli yerlerinden oraya talebeler okumaya geldiler. Ondan sonra da aşere, takrib ve tayyibe dersleri okumak isteyenleri okuturdu.

İkizdere, Güneyce′de kaç sene okudunuz?
Ben 1958’de gittim, askerliğe kadar oraya devam ettim. Ondan sonra geldim bir süre ara verdim, tekrar1966’da gittim, 1970’de bitirdim, oradan ayrıldım. Orada aşere dersleri okudum. Ondan sonra Kur’ân-ı Kerîm’i baştan aşağıya talimli okudum. Sonra, yeni gelenleri okuturdum. Hafızları dinledim, dolayısıyla orada hoca elini arkama vurdu. Dedi ki, “Sen ilmimi Çayeli’ne taşıdın.” Ondan sonra biz Çayeli′ne geldik. Ben çay fabrikasında çalıştım 12 sene. Ama hıfzı hiç bırakmadım, çalışmaya devam ettim. Özel olarak bizim hoca arkadaşlara talim verdim, hafızlara ezberleyin dedim, ölene kadar inşallah bu hizmetlere devam edeceğim.

İmkân varken niye o yıllarda camilerde imam olmadınız? İmam hatiplik gibi görevlerde hiç teklif olmadı mı?
Nasip değilmiş… Ama biraz da harcandık doğrusu. Herkes kendi adamına yer buldu, gitmediğim de iyi oldu. Çünkü parayla vazife yapacaktık, Allah’ın bir hikmetidir. Şimdi Kur’ân okutuyorum, dinliyorum, dinlettiriyorum; Elhamdülillah Muhammed Şahin (Çayeli Sahil Camii müezzini) ben onu, o beni dinliyor. Birbirimizden istifade ediyoruz.

Şu anda kaç hafızı dinliyorsunuz?
3, bazen de 4 kişiyi dinliyorum, talim okutuyorum, Risale-i Nur talebelerine. Ki İstanbul’dan gelen hoca arkadaşlar var, onları okutuyorum. Hasan Hoca var, Hasan Akar. Risale-i Nur talebesi, onu 6-7 sene okuttum. O da okutuyor. Başka arkadaşları okuttum. Osman Kul var onu okuttum, Derviş var Tokatlı onu okuttum. Murat Karabulut var Kastamonulu onu okuttum, Mustafa Babal var onu okuttum. Üstelik onlar da şimdi başkalarını okutuyor.

Mesela Kastamonulu diyorsunuz. Bu hocalar, talebeler nasıl buraya geliyor, tayinleri mi çıkıyor?
Ekseriyetle tayinleri çıkan imam hatipler aynı zamanda hafız olanlar geliyor. 1-2 sene Çayeli’nde kalıyor, burada vazife yapıyor. Bu esnada da hıfzını geliştiriyor, ben onları dinliyorum.

Peki, sizin döneminizde gerek Rize’de olsun, gerek Güneyce’de olsun; Kur’ân Kursundaki eğitim şartları nasıldı?
O yıllardaki eğitim şartları çok zor. Yani dudak harfi üzerinde çok meşhurdu hocalar. Beğenmiyorlar yani her okuyanı. Harfler nasıl geçilir, nereye basılır yani bunları bilmiyorlar. Öyle, hafız deyince ezber hafızı olmamak lazım. İşte bu hususta talim çok önemli. Şimdi aşere takrib dersi okuyor; ama satış yok, talim yok. Aşere takrib dersi seni nakilden korur, imaleden korur, harfe nasıl basılır, nasıl ses doldurulur. Bunları pek bilmiyorlar. Aşere vücuh dersi okumak çok kıymetli bir ders. Ama talim tamamen ayrıdır. Yani talim çok ayrı bir derstir ve çok önemlidir.

Peki hafızlık yapmadan önce mi talim okudunuz, yoksa hafızlıkla beraber mi?
Zaten bir insan hafızlığa başladığı zaman ilk önce yüzüne okur. Ağzı kırılır harflere. Sonra dudak harflerine tamamen ağzı yatardı. Nereye basılır, nereye basılmaz bunları öğrendikten sonra hafızlığa başlardı. Zaten hafızlığı bitirdikten sonra bu sanki talim görmüş gibi olurdu. Daha talime başlamamış aslında. Böyle hafızlığı bitiren bir insanı çok rahatlıkla bir başkası “Sen bu talimi nerede gördün?” diye merak ederlerdi. Halbuki daha talime başlamamış. Talim herkesin yapabileceği bir şey değil. Talimle bunu yaptın, ama kimden ders aldın? Bunu, ehlinden mi yaptın? Hocan bunu biliyor mu? 

Diyanet’in bu hususta talim üzerine bir inceleme başlatması lazım. İncelemeye alması lazım bu konuyu. 


Kur′ân′ın daha iyi okunması için şimdilerde yeni çalışmalar yapılıyor her halde. Diyanet İşleri Başkanlığının eğitim merkezleri var?

Yani bu eğitimi mutlaka vermeleri lazım. Ben mesela orada (Diyanet′in eğitim merkezlerinde) imtihana gittiğim zaman hafızlık diploması almak için bir aşır okudum, yani çok beğendiler. Allah onlardan razı olsun. Onlar anlıyor, takdir ediyorlar.

Hafızlık diplomasını daha yeni mi aldınız?
Evet, geçen sene Haziran ayında diplomamı aldım. Şimdiye kadar hafızlık diplomam yoktu. Sonradan resmî kayıtları yaptırdık ve imtihana girerek diploma aldık. Sadece ezber hafız olmamak lazım. Kur’ân üzerinde ihtisas yapmak lazım. Sadece aşere takrib üzerine değil, biraz da talim üzerine yani erbabından okumak ve okutmak lazım.

Hafızlık eğitimi de dahil olmak üzere Kur’ân kurslarındaki eğitim nasıl?
Asla yeterli değil. Çünkü talim çok nakıs. Diyanet’in bunu ele alması lazım. Kur’ân kurslarında eğitim veren, hafızları dinleyenlerin bir kere özel olarak eğitilmesi lazım.

Bir kere Kur’ân okuyanların, imam olanların çoğu yanlış ve eksik okuyor. Dolayısıyla şu anda olan mevcut imamlar, --hepsini demiyorum-- genelde talim dersi almaya muhtaçtır. İlk önce yüzüne okuyacak, ağzı kırılacak.  Eğitim veren hocaların durumu da aynı maalesef. Eğitim veren hocalar da nakıs. Bunu özellikle tesbit etmek lazım. Bu imamlar talimlik değil ki? Birinci sınıftan başlaması lazım. Birinci sınıftan başlaması için de yüzüne okuması lazım, ağzı kırılacak. Ondan sonra talime girecek. Yoksa bunlara talim okutulmaz. Bunu demek istiyorum bilmem anlatabildim mi? İsim vermeye gerek yok, bir imamın arkasında namaz kıldım, “iyyakenağbüdü”yü yanlış okuyor. Dedim bu yanlış değil mi? “Ben talim okumuşum” dedi, ikazımı dinlemedi. “Ben geçmişim bu dersleri müftülükten” dedi. E müftülük de nakıs, müftülük bunu bilemez ki. Bir komisyon kurulması lazım, yanlış mı diyorum? Şimdi, bizim zamanımızdaki hocaları bulamazsın, Aşık Mehmet Kutlu’yu bulamazsın, Hacı Hasan Akkuş’u bulamazsın. Onun talebelerini de bulamazsın. Diyanet bu hususta bir çalışma yapması lazım.
(Sohbetimizi dinleyen Hafız Muhammed söze karışıyor ve şöyle diyor: Şu anda Diyanet′e bağlı ′eğitim merkezleri′nde bu dersler verilmeye başlandı… Rize’ye gittik, eğitim merkezine mesela. Eğitici sayısı az. Ben onlara söyledim. Mesela özellikle bölgemizin Kur’ân kursu hocalarını bir eğitime alın, imamları daha sonra eğitirsiniz. Çünkü Kur’ân kursu hocası eğitim veriyor, çok önemli bu. Hocalar, eğiticiler yetersiz olunca bu sefer eğitim vermiş olduğu öğrenci eksik alacak. Temel sakat, üstüne bina yapıyorsun. Şimdi biraz daha ağırlık veriyorlar Kur’ân kursu öğrencilerinin daha fazla eğitim almalarına, ama yine tam değil. İlerde inşallah daha iyi olacak. Diyanet İşleri Başkanlığı eskiye nisbetle şimdi buna daha fazla ehemmiyet veriyor).
Çocukları yanlış okutuyorlar, okutma metodu yanlış. Şimdi biz burada okuduk, hafızı dinledik. Hocalar, hafızları dinleyen bazıları önce baş tarafına bakardı bir de sonuna bakardı. Ortasıyla sonu düz oldu mu, tamam geç. E böyle bir hafızlık olur mu? Hafızlık yaparken 5 yapraktan gidiyorsun, rahatlıkla mukabele okuyabilirsin. Mesela diyelim ki cüz okuyorsun, 3 türlü okunuş var. Yavaş, orta ve düz okuyuş. Düz okuyorsan orta okuyuşla, ondan sonra hafızlık bitti. Dersin ki “Seni 3 gün sonra dinleyeceğim.” Bak baştan aşağıya. Elham’dan başlıyorsun, sonundan çıkıyorsun. Mesela cüz okuyorsun, biraz şüphelendin. Şüphe, yanlış değil. Hemen seni daha geriden başlatırdı bizim hocalarımız. Temel sağlam olacak. 
Kur’ân’da mesela zamanlamalar vardır, en ufak bir zamanlamada hata oldu mu Kur’ân bozulur. Yani bilenlerle bilmeyenleri ayırmak lazım, onu demek istiyorum. Aşere büyük bir ilim. Ama bir tarafı nakıs kalıyor. Tecvidi biliyorsun, biliyorsun ama tatbik edemiyorsun.

Peki bu dertlerin pratik çareleri nedir? Bu sıkıntıları def-u ref etmek için çareler nedir?
Dediğim gibi ağzı “çorba tutan”lar, hakiki bir imtihandan geçirilsin. Ve okutulacak insanı kim okutuyorsa, erbabı kimse, hoca arkadaşları bir heyet 3-4 gün okutmasını takip etsin. Nasıl anlatabiliyor, şu harf nasıl yapılır, nasıl geçilir? Bunları takip etsin, kararı versin, onu hoca olarak kabul etsin. O heyet de uzman olsun.

Peki bu eğitimi verenlerin dünyanın diğer ülkeleriyle irtibatı var mı? Diğer İslam ülkeleri bu eğitimi nasıl veriyor?
Şimdi ehli bunu bilir; dad mahreci nedir? Dad ayrı bir harftir. Dal kalkale harflerindendir. Mesela bugün Arabistan’da -isim demeyelim- önemli bir yere gelip orada namaz kıldıran, teravih kıldıran bir zat, evliya olur bir şey demiyorum. Adam Yasin’i okuyor, ‘vedriblehum’ diyor. Ved. Dad mahrecinin sıfatında ses kesilir. Mesela, (Kur’ân okuyor). Ne kadar yanlış bir okuma var değil mi? Araplar zaten biraz farklı okuyor. Esas mahreçleri yapmak onlara da zor geliyor. Kur’ân eğitimi almamış, talim yapmayanlar ancak “veleddalin” der.

Bazı aileler Kur’ân kurslarında okuyanlardan memnun kalmıyor. Kursa gönderdi, ama ‘iyi’ olmadı diyorlar. Bazıları da dayaktan şikâyetçi. Ne dersiniz?
Talebeye sopa vurulmaz. Çocuğu teşvik etmek lazım. Hediye vereceksin ona. Sonra, bıktırmayacaksın onu. Çocuğu camiden, Kur’ân’dan uzaklaştırmayacaksın. Sebep meydana getirerek Allah’ın izniyle çocuğu teşvik edeceksin. 

Çocukları sadece yaz tatilinde değil de, okul döneminde de camiye göndermek mi lazım?
Tabiî ki okul döneminde, bir yandan okuluna giderken, okullarla birlikte Kur’ân öğretmekte çok fayda var. 
(Hafız Muhammed Şahin, bu noktada bir ilave yapıyor: Çocuklar yaz tatilinde 9 hafta kurs alıyor camilerde. İlk 4-5 haftası bir yoğunluk oluyor camilerde. Ama son haftalarda öğrenci azalıyor. Camideki Kur’ân eğitimi bittikten sonra da okullar açılıyor. Bir daha Haziran’a kadar öğrenci camiye gelmediğinden öğrendiğini unutuyor. Bir sene sonra geldiğinde her şeyi unutmuş oluyor. Elif’ten başlıyor yeniden.)

Her halde ailelere de çok iş düşüyor bu hususta?
Bir aile eğer çocuğum dinini ve Kur’ân’ını öğrensin istiyorsa,  o halde kış ve okul döneminde de en az haftada bir iki gün camiye gönderip, okuduklarını tekrar ettirmelidir. Sadece okul tatilinde öğrenilen din eğitimi yetmiyor, çocuklar öğrendiklerini unutuyor. Ailelerin, çocukların dinî eğitim almalarındaki sorumlulukları git gide zayıfladı maalesef.

Aileler İslâm’a göre bir hayat yaşamaya ehemmiyet vermeyince iman da zayıfladı,  tehlikeye düştü. Yanlış mı?

Son olarak gençlere tavsiyeniz nedir?
Gençlere tavsiyem şudur: Bugün imanımız tehlikededir. Ben mesleğim icabı epey kitap okumuşum. Ama Risale-i Nur’la tanıştıktan sonra hiçbir şey olmadığımı anladım. Hiçbir şey bilmediğimi anladım, hele hele o Risale-i Nur bir akılla değil, bir vehbî ilimle yazıldığını anladım. 

En basitini söyleyeyim. Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki, --kıyamet alametlerini anlatırken-- “La ilahe illallah” diyen kalmadan kıyamet kopmaz. Çünkü kâinatta “vein min şey in illa yüsebbihu bi hamdih” hiçbir şey yoktur ki kainatta Allah’ı teşbih etmesin. Sen lailahe illallah demezsen kuşlar söyler, ağaç söyler, camid maddeler söyler. O zaman bunun manası bu değil diyor. 1908’de yazmış olduğu bu kitabında ismullah yerine bir başka isim kullanılır diyor. Kıyamet kopmadan evvel La ilahe illallah lafzı kalkar, kıyamet kafirin kafasına kopar. İşte en büyük kerameti bu. 
Gençlere benim tavsiyem, Risale-i Nur külliyatını okusunlar. Hocalar da okusun, hem ufku açılır, hem vaazı açılır, hem de cemaat o lafızlardan o anlatılanlardan büyük bir haz duyar. Anlatan dua alır, o da faydalanır, dinleyen de imanını kurtarır ve kuvvetlendirir. İmanını kurtarmasına vesile olur. 
Amin, inşallah.

 
 
Faruk Çakır
[email protected]  l @farukcakir53
 
Editör: HABER MERKEZİ