Yazıma öncelikle artık gelişmiş olduğu, kalkınma ve büyümede Avrupa Birliği'ni yakaladığı söylenen ülkemizde Rize'nin Gündoğdu İlçesinde yaşanan sel felaketinde çok acı bir şekilde hayatlarını kaybeden hemşerilerim için Yüce Allah'tan rahmet, geride kalan felakete uğramış vatandaşlarımıza da sabırlar dileyerek başlamak istiyor, böyle bir faciayı Tanrı'nın bizlere bir daha yaşatmamasını temenni ediyorum. Türkiye'de hükümetlerin çabaları iş işten geçtikten sonra sadece kurtarma çalışmalarında gözlenmeye devam etikçe, Başbakanlar sadece taziye ve geçmiş olsundan göründükçe, başa gelenler bir daha ki felakete kadar unutuldukça bu acıları yaşamaya devam edeceğimiz çok açıktır. Rizeli Başbakanımız faciadan sonra olay yerinde yaptığı incelemelerde faturayı vatandaşlara çıkarmış ve "dere içlerine ev yapmaya siz devam ettikçe bu olayları yaşarsınız" diyerek adeta hemşerilerinin yaralarına tuz serpmiştir. Başbakan'a hatırlatılması gereken eskilerin şu dizeleridir "Ba'de Harab'ül Basra", yani Basra harap olduktan, canlar gittikten sonra tüm bunlar neye yarar?

Ülkemizi Rizeli bir Başbakan yönetmektedir, Hükümette Rizeli Bakan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde İktidar Partisine mensup birçok Rize Kökenli Milletvekili vardır, altı yıldır Rize'nin neredeyse tüm Belediyeleri AKP'nin elindedir. Peki, halkın dere yataklarına ev yaptığını, bu nedenle Karadeniz Bölgesinde sürekli sel felaketi ve aynı acıların yaşandığını tüm bu büyüklerimiz görmemekte midirler?  Başta Rize olmak üzere Doğu Karadeniz Bölgesi'nin acil bir etüt ile eylem planına ve vatandaşların mülkiyet haklarını ve geçim kaynaklarını emniyet altına alacak bir Kanuni Düzenlemeye ihtiyacı vardır. Böylelikle bölgenin gerçekleri ile bağdaşmaması sebebi ile yetersiz kalan mevcut afet bölgesi düzenlemesi iyileştirilecek, uzun vadeli imar çalışmaları ve yapısal tedbirler ile artık geri kalmış ülkelere has can kayıpları yaşanmayacaktır. Bu Yeni Yasa Çalışmaları kapsamına alınabilecek bir uygulama ile de ormanlık alanlar ve kadastro nedeni ile oluşan Doğu Karadenizlinin kuşaklardır kullandığı arazilerde kanayan yara haline gelmiş bulunan mülkiyet sorunlarını da aşma olanağına kavuşulabilecektir.

Ama tüm bunların gerçekleşebilmesi için Rizelilerin sadece iş işten geçtikten sonra taziye ile tavsiyeye gelen Mevcut Başbakan ve Milletvekilleri, seçimlerden önce görünüp seçildikten sonra ortadan kaybolan, acı paylaşma da bile ortalıklarda gözükmeyen Siyasiler yerine Rize için Türkiye Büyük Millet Meclisinde Kanun Teklifleri vererek bunları Yasalaştıran, Üreticilerin yararına verilen Araştırma Önergelerini destekleyen Seçilmişlere ihtiyaçları bulunmaktadır. Bunun ilk adımı ise 12.Eylül.2010 günü akşamı tüm Türkiye'de çıkacak bir hayır oyunun yanı sıra Rizelilerin de sandık başında kuvvetli bir hayır oyu ile atılacaktır. Böylelikle Rize Çayını ortadan kaldırmaya yönelik Kanun Tasarısı örneğinde olduğu gibi tüm gelişmelerden haberi olup da seçim öncesi göz boyamak için iyi polis, kötü polisi oynayanlar, Rize'nin en öncelikli projelerinden olan Ovit Tüneli yapımında oralı bile olmayanlar, Rize'nin eşsiz doğasının HES uğruna katledilmesine, Milli Varlıkların yabancılara peşkeş çekilmesine göz yumanlara iyi bir ders verilecek ve yurdun kurtuluşu yönünde önemli bir adım atılacaktır.

Rize'de yaşanan bu son sel felaketinin yanı sıra ülkemizde halinden memnun insanlara rastlamak giderek zorlaşmış, geride kalan AKP'li yılların karanlığı ülkemizin üzerine bir karabasan gibi çökmüştür. Tüm diğer sıkıntıların yanında özellikle Doğu ve Güneydoğu halkının temel geçim kaynaklarından biri olan hayvancılığın bitirilip, Türk İnsanının Mübarek Ramazan Günü kilosu 16,5 TL'ye ucuz et alabilmek için 4 Saat kuyruklarda perişan olduğu bir ortamda ülkemiz 12.Eylül.2010 günü referanduma gitmektedir. Bu referandum öncesi AKP inanılmaz bir propagandaya imza atmakta, ülke bir baştan bir başa "Evet" afişleri ile donatılmış bulunmakta, gazeteler evet ilanlarından geçilmemektedir. Paranın su gibi akıtıldığı, tüm Devlet İmkânlarının seferber edildiği, katılanların eşantiyonlara boğulup, gül suları ile serinletildiği açık hava toplantılarından vatandaşlarımız evlerine döndüklerinde kapı önlerinde üzerinde "Evet" yazan gıda paketleri ve yaz ortasında dağıtılan kömür çuvalları ile karşılaşmaktadırlar. Bu değirmenin suyu nereden gelmektedir? Bu açık hava toplantılarını düzenleyen firmaya bu yüz milyonlarca Doları kimler akıtmaktadır? İşte Türk Halkının kendine sorması gereken en önemli sorular bunlardır? Para kaynağının AKP olmadığı basında yer almakta, bir alaca karanlık kuşağı ülkeyi gölgelemektedir. Acaba onca iş adamı, Başbakan ve şürekâsı gibi birden bire Türk Halkı için sözde demokrasi sevdalısı olup, bu uğurda neden oluk oluk para akıtmaktadırlar? Kendini yargılayacak Hâkimleri belirleme ve Yargıyı kendi deyimi ile bertaraf edip biat ettirmek için neden onca çaba sarf edilmekte ve görülmemiş bir göz boyama propagandasına imza atılmaktadır? Ülkenin istismar edilmemiş hiç bir değeri ve büyüğü kalmamıştır. İş Yüce Önder Atatürk'e saygısızlık yapılacak, Rahmetli Adnan Menderes'in son zamanlarında boş olduğu tarihlere defalarca not düşülmüş Devlet Hazinesi'nin dolu olduğu ve darbeciler ile yeni Hükümetçe yağmalandığı yalanına kadar götürülmüştür. Halkı kandırmak, Yargıyı ele geçirmek için her yolun mubah, tüm metotlarının hoş görüldüğü, yandaş medya mensuplarının kendilerini yalanlar içerisinde adeta paraladıkları böyle muazzam bir propagandanın dünyada her halde tek örneğine daha önce Almanya'da başta propaganda Bakanı Dr. Joseph Göbels olmak üzere Naziler imza atmışladır. Ülkemizde Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin çoğunluğunu bir kişinin kendi parmak indir, parmak kaldır basit çoğunluğuna dayanarak belirleme isteğinin nasıl Avrupa Birliği düzeyinde Demokrasi, vesayete son ve Hukukun üstünlüğü olacağı her halde tarihlere mal olacak örnek bir girişim, inanılmaz bir göz boyama propagandası olarak dünya literatüründe yerini alacaktır.

Tüm bu girişimler içerisinde milletimizin bin yıllık birlik ve beraberliği sarsılmakta, Türk Milletinin Bekası ağır tehditler altında kalmaktadır. Referandumdan evet çıkması halinde "Habur Hukuku ve Çadır Mahkemeli" açılımda önemli bir adım atılacak ve ABD patentli, AB Destekli, Kandil Koordineli, İmralı Katkılı Anayasa Değişikliği Tuzağı ile yurdumuz getirildiği uçurumun kenarından aşağıya yuvarlanacaktır. Bir sonra ki adım işte budur. Ülkeyi bu uçurumun kenarından döndürmenin en büyük adımı ise önce Referandumda Hayır'dan geçmektedir. Sandık başına giden her seçmen onca şehidimizi, şanlı tarihimizi ve bu Hükümetin başta Habur olmak üzere sebebiyet verdiği tüm yıkım görüntülerini gözünün önüne getirmeli ve bu suikast girişimini tarihin çöplüğüne, yırtılan Sevr Antlaşması'nın yanına göndermelidir.

Rize'nin en önemli geçim alternatifsiz geçim kaynağı çaydır. Çay Üreticilerinin yaşadığı sorunlar son dönemde biraz sel felaketi haberlerini gölgesinde kalmış, ancak müstahsillerin her yıl biraz daha kötüye giden durumları artık göz ardı edilemez bir hal almış bulunmaktadır. Rizeli Başbakanımızın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 19.Haziran.2010 tarihinde tarım ürünlerinde uygulanan destekleme rakamlarını aşağıya çekmiş, dönüm başına çayda uygulama miktarını 2,5 Tondan 2,0 Tona düşürmüştür. Yani başta Rizeliler olmak üzere Doğu Karadenizli Çay Üreticilerinin rızkından dönüm başına 57,5 TL'si, cebinden bu Hükümetçe çekilerek alınmıştır. Çay tarımının 767.000 dekarlık alanda yapıldığı düşünülünce müstahsillerin büyük kaybı daha da açığa çıkmaktadır. Diğer yandan AKP Hükümeti üç yıldan beri destekleme primini hiçbir şekilde artırmamış ve üreticiyi mağdur etmiştir. Çay üreticilerinin yaklaşık yedi yıllık sekiz yıllık toplam destekleme primi tutarının akrabaların başında bulunduğu yandaş medya yaratmak için Kamu Bankalarından bir gecede pompalanıverdiğini, kota ve kontenjan kısıtlamaları sonucu yaşadıkları eziyetleri ve ÇAYKUR’un alım miktarlarının her geçen gün biraz daha düşürülerek taban fiyatın altında alım yapan, bedelleri çok uzun vadeye yayan özel sektörün insafına terk edildiklerini 12.Eylül.2010 günü oylarını kullanırken sandık başında Rizeliler mutlaka hatırlayacaklardır.

Rize’nin başka bir sorunu da eşiz doğayı katleden, sulara el koyan insanların yüzlerce yıldır kullandıkları doğal zenginlikleri katleden hesapsız ve kitapsız HES Projeleridir. Rizeli Başbakanımız bunlardan bir tanesini açarken söylediği sözün aksine o gittikten sonra dere yatağında su kalmamıştır. Vatandaşın bunu şikâyet edebileceği bir merci de bulunmamaktadır. Başbakan’ın savunduğu projeye göre Anadolu’nun başka bir yerinde yatırımları olan bir işadamı Rize’mizin eşsiz doğasını yok etme dışında bu topraklara hiçbir katkısı olmayan, hiçbir şekilde bir istihdam yaratmayan bu tesiste üretilen elektrik enerjisini kendi ilinde fabrikalarına bedelsiz alabilecektir. Böylelikle yıllık enerji giderinin yüzde birleri ile ifade edilebilecek bir bedele kurduğu tesis sayesinde hiçbir katkı yaratmadığı, bilakis tahrip ettiği topraklardan inanılmaz bir rant elde etmektedir. Diğer taraftan Rizeli Başbakanımız bu uygulamaları savunmakta eşsiz doğasını savunan hemşerilerine hakarete varan ifadeler kullanmaktadır. Türk Milleti’nin doğal kaynakları yağmalanmakta, yabancıların hizmet ve insafına terk edilmektedir. Yap işlet devlet modeli ile yabancılara, yandaş iş adamlarına verilen projeler birkaç yıllık işletme bedeli mukabilinde açılan kredilerdir. Türk Devleti yokluk içerisinde ki Cumhuriyetin ilk yıllarında bile bu kadar aciz duruma düşmemiştir.

Rize nüfusu az, Milletvekili sayısı düşük bir ildir. Ancak Rize’nin Türk Siyasetinde vurduğu damga tartışılmaz, tüm Anadolu Coğrafyasına yayılan ağırlığı göz ardı edilemezdir. Bu bakımdan ülkemizin bütününün yanı sıra Rize’den de çıkacak  “Hayır” oyu ile hem vatanımızda ki kötü gidişe bir dur denecek, hem çayda yaşanan sorunlara, hem HES’lerin sebebiyet verdiği doğa katliamına ve sularımıza el konmasına, hem de bir türlü ilerlemeyen Ovit Tüneline kuvvetli bir dikkat çekilecektir. Onun için Rizeli 12.Eylül.2010 Pazar günü sandık başında neden evet desin ki?

O. Cem KAZMAZ