Dünyada ve Türkiye’de nüfusun hızla artmasına paralel olarak tarım ürünlerindeki artış aynı hızla olmamıştır. Bu durum mevcut ve artan nüfusu besleyememesi neticesinde açlık sorununu gündeme getirmiştir. Bu sorunu çözme adına tarımsal üretimde birim alandan en kısa sürede ve en fazla ürün almak için bir takım arayışlara gidilmiştir. Bu doğrultuda ülkeler arası yapılan çalışmalarda bitki ve hayvanları hızlı büyütmek pahasına, zararlı ot ve böcekleri öldürmek, hastalıkları önlemek maksadıyla sentetik kimyasal mücadele ilaçları, kimyasal gübreler, hormonlar ve benzerlerini bol miktarda yüksek dozlarda kullanmaya başlamışlardır. Bilinçsizce yapılan uygulamalar sonucunda yeşil devrim olarak nitelendirilen tarımsal ürünlerdeki artışlar dünyadaki açlık sorununa çözüm getiremediği gibi doğal ve biyolojik dengenin de bozulmasına neden olmuştur. Neticede çevre, bitki, insan, hayvan sağlığı gibi çözümü zor olan sorunlar ve bir yığın olumsuzluklar ortaya çıkarmıştır.  Buna ilaveten bitkiler ve hayvanlar üzerine yapılan genetik çalışmalarla doğal yapıları ile oynanmış ve bir takım Anormallikler ortaya çıkmaya başlamıştır.

Başta toprak olmak üzere, yeraltı ve yer üstü sularımız kirletilerek, ilaçlı ve hormonlu bitkiler bu kirli sulardan beslenmek suretiyle direk ya da dolaylı yollardan insan vücuduna girerek bir takım kalıtsal hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur.  Bu durum insanlarımızın sağlığını tehdit etmiş (bozmuş) durumda olup bunu görmemek mümkün değildir. İnsanlarımızın birçoğu hastalanmış eczanelerimiz ilaç yetiştirme telaşına düşmüştür. Tıpta yeni yeni ismini duymadığımız birçok hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Gelinen bu süreçte insanlarımızın eğitim düzeyinin artmasıyla birlikte bilinçli tüketim, dengeli ve sağlıklı beslenme adına kaygılar dile getirilmeye başlanmış olup talepler gündeme gelmiştir. Bütün bu olumsuz durumu gören ve yaşayan herkesin başta sivil toplum örgütlerinin, üreticileri ve de tüketicilerin doğaya zarar vermeyen tarımsal üretim yöntemlerini tartışmaya açmalı ve gündeme getirmeliyiz.

Yapılan yoğun araştırmalar ve çalışmalar sonucunda doğal dengeyi tahrip etmeyecek, toprak-su kaynaklarını kirletmeyecek, insan bitki ve hayvan sağlığını koruyacak tarımsal ürünlerin organik metotlarla üretilmesi ağırlık kazanmıştır. Bu sonuca varılmasındaki nedenlerden bazıları şunlardır; Bitkilerin gübrelenmesi yerine toprağın verilecek gübrelerle zenginleştirilmesinin yanında toprağın biyolojik canlılığının kazandırılması yanında yaşam dengesinin sağlanması, toprakta azalan organik madde miktarını artırarak sentetik gübreler yerine işletmelerden elde edilen hayvansal gübrelerin ve çürümüş organik maddelerin, bitki artıkları, bitki kabukları, kompost ve doğal minerallerin kullanılması, ayrıca yeşil gübreleme yapılarak toprağın iyileştirilmesinin sağlanması, ekolojisine uyum sağlayacak sağlıklı, kaliteli tohum, fidan, fide ile damızlık bitki ve hayvan seçiminin yapılmasıdır. Hastalık ve zararlılara karşı biyolojik mücadelenin tercih edilmesi, yabancı otlarla mücadelede son zamanlarda bölgemizde de tercih edilmeye başlandı ki bunu Karadeniz bölgemiz için çok tehlikeli buluyorum ilaçlı mücadele yerine mekanik yöntemlerin uygulanması tercih edilmelidir.                          

Avrupa firmalarının Türkiye’deki  firmalardan organik ürün talebi neticesinde biz de 1984–1985 yılları arasında organik tarıma başladık. Organik Tarım hareketinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi amacıyla 1992 yılında Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO) kuruldu. ETO’ nun da katkılarıyla "Bitkisel ve Hayvansal Tarım Ürünlerinin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik", Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından 18 Aralık 1994 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girmiş oldu. Bu yönetmelik AB normlarına uygun olarak hazırlandı. 01.12.2004 yılın da da çıkarılan Organik Tarım Kanunu ile tüketiciye güvenilir, kaliteli ürünler sunmak üzere organik ürün ve girdilerin üretiminin geliştirilmesini sağlamak için gerekli tedbirlerin alınmasına ilişkin usul ve esasları belirlenmiş oldu.

Günümüzde yaklaşık 92 değişik üründe, 46.523 bin hektarlık arazi üzerinde 12.275 kadar üretici 168.306 ton organik ürün yetiştirmektedir.

Ülkemizde üretilen çevreyle ilgili ürünler büyük ölçüde yurt dışı pazarlara gönderildiğin den çevreyle ilgili ürün üretim miktarı ve çeşitliliği yurt dışından gelen talepler doğrultusunda şekillenmektedir. İhracat organizasyonunun gerekliliğinden dolayı üretimler organizasyon kuruluşları tarafından sözleşmeli olarak çiftçilere yaptırılmaktadır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından yetkilendirilen Organik Tarım Kontrol ve Sertifikasyon kuruluşları BCS, CERES, ECOCERT-SA, EKO-TAR, ETKO, ICEA, IMO, ORSER, SKAL 'dır. Eğer sizde organik bir ürün yetiştirmek istiyorsanız yukarıdaki kuruluşlarla mutlaka görüşüp sözleşme yapmalısınız. Organik hangi ürünü üretiyorsanız o üründe sertifika aldıktan sonra sözleşme yaptığınız firma size fiyat ve satış garantisi getirerek avantaj sağlamaktadır. Yapılan sözleşmede taraflar üretim ile ilgili koşulları, fiyat ve varsa prim miktarını açıklayarak mahkemeye başvurma hakkı saklı olmak koşulu ili kanuni güvence altına alınmaktadır. Organik üretimde belirli yasakların olması ve 2–3 yıllık bir geçiş sürecinden sonra çevreyle ilgili üretime geçilebilmesi, uzun dönem üretim planlamasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle yapılan araştırmaların yasal geçerliliğinin olması ve taraftarların uyması organik tarımın başarısı için şarttır.

Bölgemiz doğal yapısıyla zaten organik üretim için uygun koşullara sahiptir. Bu çevrebilim içerisinde tarımsal alanın büyük bir kısmını çay tarımı almaktadır. Bunun yanında bölgemizin ikinci bitkisi olan kivinin de üretim alanını teşvikler ve desteklerle artırılmaya çalışılmaktadır. Bölgemizin doğal bitkisi olan kokulu üzüm de, Hurmada, Likapa da, böğürtlen de, yöresel çeşitlerimiz olan elma ve armutta elbette organik üretim yapılabilir. Tabii ki bizim ürünlerimiz organiktir demekle uluslar arası platformda bu beyanın bir geçerliliği yoktur. Mutlaka yukarıda organik üretim sertifikalandırmada yetkilendirilmiş kuruluşlarla sözleşme yaparak üretimin her aşamasında kontrolleri yapıldıktan sonra evet bir kalıntıya rastlanmamıştır denilip organiktir sertifikası verildikten sonra ürünleriniz bu logo ile pazara çıkabilir

Ancak tarıma olan ilginin gün geçtikçe azalması, özellikle yeni nesil tarım ailesinden uzaklaşarak başka alanlarda çalışmayı tercih etmektedir. Bu durum, üretim modeli ne olursa olsun aile bütünlüğünü bozmakta ve işletmelerin devamlılığını tehtid etmektedir. Buda çiftçi ailelerimizde sosyal bağların azalması ve ya yok olmasıyla tarımda canlılığın muhafaza edilemeyeceği gerçeğini yansıtmaktadır.

Saygılarımla;