Türkiye son yıllarda tarımda büyük değişim yaşıyor. Bir yandan destekleme sistemi değişirken, diğer tarafta ithal ürünlerin baskısı ile içerde üretim yapmanın cazibesini yitiriyor.  Üretici ürettiğine pişman. Ürününe alıcı bulamazken, ürününe verilen fiyat maliyetleri karşılayamaz duruma geldi. Bir tarafta fındık, üzüm, tütün gibi bazı ürünlerde üretim fazlası var, bir tarafta pamuk, pirinç, mercimek, yağlı tohumlar gibi ürünlerde üretim açığı var. Fındıkta üretim fazlası var ancak fındığı organik üretirseniz alıcısı çok. Organik üretilen alıcısı hazır. Diğer ürünlerde organik olanına büyük talep var. Bu talep yakın gelecekte Türkiye’yi Avrupa’nın organik bahçesi konumuna getirebilecek bir fırsat oluşturuyor. Ekolojik tarım Türkiye’de tarım sektörünün girdiği dar boğazdan çıkışın dönüm noktası olabilir.          

Nedir organik tarım?

Adına ister organik, ister ekolojik, isterse biyolojik tarım deyin hepsinde doğanın özüne dönüş var. Uzun yıllar vahşice kullanılan doğa bir anlamda tükendi. Toprak ana doğurganlık özelliğini yitirdi. Hayvanlar hastalanmaya, sular daha çok kirlenmeye başladı. Yapay katkı maddeleri, ilaç ve hormon zorlamalarıyla üretim yapılabilir hale gelindi. Oysaki bu hormon ve ilaçlar insanoğlunun yaşamı için ciddi bir tehtid oluşturuyordu. İnsanoğlu bilerek ya da bilmeyerek doğanın sonuyla birlikte yavaş yavaş kendi sonunu hazırlıyordu. Bunu da daha fazla üretim, daha fazla ticaret, daha fazla kar hırsıyla gerçekleştiriyordu. 1900’lü yılların başında bu üretim tarzına karşı ilk tepkiler oluşuyordu. Özellikle doğanın korunması, insan ve hayvan sağlığının korunması için bir çıkış yolu aranıyordu. Bu çıkış yolu İngiltere’de 1910’da gündeme gelen organik tarımdı. İngiltere’den sonra Almanya ve İsviçre’de bu sistemi benimsediler. Fakat 1950’lere kadar organik tarım hala benimsenmiyordu. Bu yıllarda daha fazla üretim fikri egemendi. Özellikle 1968 sonrası ve 1970’lerde bütün dünyada yaygınlaşan çevre bilinci organik tarımın önemini artırdı. 1974’te Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu (IFOAM) kuruldu. Ancak asıl gelişme 1990’lı yıllarda sağlanabildi. AB bu konuda yasal bir kanun benimsedi ve bununla da organik tarıma yönelik finansal desteğin altyapısını hazırladı. 1993’te Avrupa’da 900 bin hektarda organik tarım yapılırken şimdilerde bu alan 3 milyon hektar sınırında. Avrupa’da 2005 yılında tarım alanlarının % 5 – 10’nun da organik tarım yapılacağı tahmin ediliyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Organizasyonu’nun  ( FAO ) 1999’da gelişmekte olan ülkeler için organik tarımı teşvik edici çalışma programını başlatması bütün dünyada organik tarıma yönelme eğilimlerini beraberinde getirdi.                 

Organik tarım Türkiye’nin gündemine 1980’lerin ortasında girdi. Türkiye’den kuru meyveler alan Avrupalı alıcılar bu ürünlerin organik olarak üretilmesini talep ederler. Gelen talep doğrultusunda kuru üzüm ve kuru incir ile ilk organik üretim başlar. Organik tarım 1990’a kadar 7 – 8 ürünle sınırlı kaldı. Ancak dış pazarlardan gelen taleplerin hızla artmasıyla birlikte gerek yabancı sermayeli firmalar gerekse yerli firmalar organik tarım için üreticilerle sözleşmeler yaparak üretime geçtiler. Bu dönemde Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği ( ETO ) 1992’de kurulur. Üretime yasal zemin hazırlamak amacıyla Bitkisel ve hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine ilişkin Yönetmelik 18 Aralık 1994 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girer. 11 Temmuz 2002’de ise daha geniş kapsamlı bir yönetmelik yürürlüğe girer. Avrupa Birliğine uyum süreci çerçevesinde organik tarımın Avrupa birliği ülkeleri içerisinde daha bir önem arz edeceği muhakkaktır. Zaten genelde organik ürünlere en fazla talep Avrupa birliği ülkelerinden gelmektedir.

 

 

Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığının verilerine göre Türkiye’de halen 100’e yakın organik ürün 18 bin 385 üretici tarafından 57 bin hektar alan üzerinde organik tarım ürünleri üretilmektedir.            

Türkiye’nin ürettiği organik ürünlerin neredeyse tamamı ihraç ediliyor. Zaten üretimi belirleyen en önemli faktör dış taleptir. Türkiye’nin organik ihracatında en büyük pazar Avrupa Birliği ülkeleri. İlk sırada da Almanya var. Organik ürün ihracatımızın % 60’ Almanya’ya, % 15’i ABD’ye gerçekleştiriliyor. Diğer alıcı ülkeler ise İsviçre, İngiltere, Hollanda, Fransa, Danimarka gibi AB üyesi ülkeler.         

Türkiye’de organik üretim tarımsal üretimde henüz % 1 seviyesindedir. Ancak dünyada ve özellikle Avrupa’da yaygınlaşan organik ürün tüketimindeki artıştan Türkiye çok iyi bir Pazar payı elde edebilir. Bu amaçla organik üretimin mutlaka desteklenmesi gerekiyor. Organik tarım yapacak üreticilerin kontrol ve sertifikasyon işlemleri özel firmalar acılığı ile yapıldığından yüksek maliyetler getirmektedir. Küçük aile işletmelerinin bu işlemlerin altından kalkması çok zor gözükmektedir. Bu tür işletmelerin desteklenmesi gerekir veya Organik üretimin anlaşmalı çiftçilerle yapılması nedeniyle üreticinin Pazar garantisi yakalaması, Kontrol ve sertifikasyon ücretinin ve yayım hizmetinin anlaşmayı yapan firma tarafından karşılanmasına bağlanabilir. Üreticilerin eğitim ve bilgi düzeyleri özellikle başlangıç aşamasında organik üretim için yeterli değildir. Organik tarımda kullanımına izin verilen girdilerin piyasadan sağlanması mümkün olmamaktadır veya ithal edilmesi nedeniyle çok pahalıdır. Anlaşmalı üretim yapan firmalar bu girdileri yurt dışından gerektiğinde getirip anlaşmalı üreticilere dağıtmaktadır. Kontrol ve sertifikasyon bedelleri de bu firmalarca ödenmekte, projelendirme aşamasında gerekli dokümanlar firma elemanlarınca temin edilmekte veya doldurulmaktadır.

Ekolojik tarımda eğitim, araştırma ve desteklemeye yönelik kısa ve uzun dönem politikaların geliştirilmesi, hedef pazarların ve öncelikli ürünlerin belirlenmesi, ürünlerin iç ve dış pazarda tanıtımı büyük önem taşımaktadır. Kullanımına izin verilen girdilerin araştırılarak yerel koşullarda üretimlerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması önemlidir. Ekolojik ürünlere güvenin sağlanması için kontrol, sertifikasyon ve akreditasyonda şeffaf ve etkin mekanizmalarının hızla geliştirilmesi planlanmalıdır. Ekolojik tarım birçok sektörle entegre edilebilir. Örneğin gıda sektörünün paralel olarak gelişmesi eklenen değerin ülkede kalmasını sağlayacaktır. Ayrıca ekoturizm, yeşil otelcilik, tekstil, catering gibi sektörlerle entegre edilmesi gelişmeleri diğer sektörlere de taşıyacaktır. Tüm bu hedefler için resmi, özel ve sivil toplum kuruluşları arasında işbirliği, kaynak aktarımı ve kaynakların ortak olarak belirlenen önceliklere uygun olarak kullanılması organik üretimi geliştirecek ve ülkemize katkı sağlayacaktır. 

Tarımda yeni bir çıkış arayan Türkiye, organik üretimle bu çıkışı yakalayabilir. Bu konuda işletmelerimizi yatırım yapmaya davet ediyoruz. 

Kaynak: Ekolojik Tarım Dergisi