Yıl 1925, Cumhuriyet’in ilanından iki yıl sonra.

İmkânsızı başaran “Mustafa Kemal Atatürk” ve arkadaşlarının; savaştan çıkan “yoksul ve yorgun” bir ülkeyi tepeden tırnağa; “eğitimden, tarıma, sanattan, bilime kadar” nasıl her alanda yeniden inşa ettiğinin mücadelesini verdiği yıllar.

Türkiye Cumhuriyet’ini “muasır medeniyetler seviyesine çıkarma” mücadelesinin ilk adımlarının atıldığı yıllara gideceğiz bu yazım vesilesi ile.

İşte o yılın ilkbaharında yeni başkent olmuş Ankara’da bir tarih yazılıyor.

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik başarılar ile desteklenmedikçe kazanılan zaferlerin “payidar” olmayacağına dair inancının miladı olan tarih.

Gazi Paşa, 1925 yılının İlkbaharında, yerli-yabancı birçok tarım uzmanını köşküne davet ediyor ve Ankara’nın yanı başında büyük bir çiftlik kurmak istediğini, bunun için yer aramalarını emrediyor.

Emri alan uzmanlar endişeleniyorlar.

Endişelenmelerinin sebebini heyette yer alan bir uzmanın ağzından öğrenelim;

“Çiftlik yeri için uzun boylu dolaşmaya ve Ankara’nın çevresinde başta başka tabiat hususiyetleri aramaya lüzum görmemiştik. Sebep, basitti. Kıraç bir bozkırın ortasında bir orta çağ şehri... Ağaç yok, su yok, hiçbir şey yok. Böyle bir noktada hazırlanmış ve müsait şartlar taşıyan yerler nasıl bulunabilir?”

Uzmanlar yine de araştırmalarına devam ediyorlar ve bugünkü çiftlik yerini de inceliyorlar ama burasını, ‘tabiatın hiç cömert davranmadığı’ bir yer olarak değerlendiriyorlar. Hatta Tarım Bakanlığı uzmanlarından Alman bilim adamı Schmit; “Bu öyle bir teşebbüstür ki, bu elverişsiz koşullarda ya sabır tükenir ya da para” değerlendirmesinde bulunuyor.

Tarihe geçen bu girişim, öyle büyük başarılara sahne oluyor ki, yıllarca tarım ve hayvancılık konusunda çığır açan çalışmalar burada yapılıyor.

Ve Çiftlik, çok önemli bir görev üstleniyor, o görev ve prensip şudur;

“Halka gezecek, eğlenecek ve dinlenecek sıhhi yerler, hilesiz ve nefis gıda maddeleri temin eylemek”

1937 yılına gelindiğinde, Atatürk, diğer çiftlikleriyle birlikte Atatürk Orman Çiftliği’ni de milletine hediye etmek istiyor ve mülklerinin ve çiftliklerinin millete devri için işlemleri başlatıyor. Öncelikle Tapu İdaresi’ne direktif veriyor ve hazırlanan devir belgelerini imzalamak üzere Çiftlik içinde yer alan Marmara Köşkü’ne geliyor. Bir ay sonra Başbakanlığa yazdığı 11 Haziran 1937 tarihli tezkere ile hayvan varlığı ve demirbaşları ile birlikte bütün tesislerin, Hazine’ye bağışlandığını bildiriyor.

Atatürk’ün kurduğu çiftliklerin, Hazine’ye devri ile ilgili feragat mektubunda yer alan ifadeler ise sonsuza kadar sürecek dersler içeriyor.

İşte bir tanesi:

“…Çiftliklerin yerine göre araziyi ıslah ve tanzim etmek, muhitlerini güzelleştirmek, halka gezecek, eğlenecek ve dinlenecek sıhhi yerler hilesiz ve nefis gıda maddeleri temin eylemek, bazı yerlerde ihtikârla fiili ve muvaffakiyetli mücadelede bulunmak gibi hizmetleri de zikre şayandır…”

Cumhuriyet döneminde, yoksul halkın üzerinde büyük bir yük olan âşarın kaldırılması, en önemli konulardan biri olarak görülmüştür. Cumhuriyet’in bu ilk yıllarında tarım sektörünün kalkındırılması gereği çok iyi anlaşılmıştı. Uzun süren savaş yıllarında millet aç kalmıştı. Tarımın geliştirilmesi öncelikle milletin doyurulması için şart idi. Daha çok bu nedenle köylü milletin efendisi olarak kabul edilmişti. Milletin en büyük kısmı olan köylünün durumunun düzeltilmesi meselesi Cumhuriyet’in ilk yıllarında öncelikli konu olarak yöneticilerin önünde duruyordu. Bu yüzden, devlet bütçesinde önemli bir yeri olmasına rağmen, âşar vergisinin kaldırılmasına karar verilmiş

Türkiye’de tarımsal gelişimin daha hızlı istikrarlı bir biçimde gerçekleştirilebilmesi için bu dönemde Atatürk’ün direktifleriyle kurumsal ve yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu sayede tarımı ıslah konusu yetkili ellere verilerek çalışmaların sürekliliği sağlanmıştır.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında, tarım kesimine hizmet götüren en üst düzeydeki resmi örgüt Ziraat Vekâleti idi. Bu kurum, kimi yıllarda merkez ve taşra birimleriyle bağımsız bir statüde, çoğunlukla da “İktisat Vekâleti” içinde faaliyet göstermiştir.

Ele alınan dönem içerisinde Ziraat İşleri Umum Müdürlüğü’ne bağlı şube sayısı artmıştır. Genel Müdürlüğe bağlı vilayetlerdeki teşkilatlar ise, Teknik Ziraat Müdürlükleri adı ile kurulmuş olup, Ziraat Başmüdürlükleri, Mıntıka Ziraat Mütehassıslıkları, Ziraat Muallimlikleri, Zirai Müesseseler, Zirai Mücadele Teşkilatı, Ziraat Mektepleri ve Kurslarından oluşmaktaydı

Cumhuriyet hükümetleri köylünün elindeki tohumların ıslah edilerek üretiminin artırılabilmesi için değişik tarihlerde Ziraat Vekâleti’nin bu konulardaki yetkilerini genişleten kanunlar çıkarmışlardır.

TBMM 10 Haziran 1933 yılında kabul edilip 20 Haziran’da kabul edilen 2291 sayılı kanunla Ankara Yüksek Ziraat Fakültesi’nin içinde “Zooteknik Enstitüsü” yerini almıştır.

Bu Enstitünün Alman Bilim adamlarıyla birlikte çalışan Türk Öğretim üyelerinin en önemlilerinden birisi de Rize/Çayeli/ Senoz Vadisi “Çukurluhoca Köyünden (Babik)” olan “Ord. Prof. Dr. Kadri Bilgemre’dir. “

Kadri Bey ismini çocukluğumdan beri duyar ve onunla ilgili anıları dinlerdim. Kendisi Ankara’da bulunan “Atatürk Orman Çiftliğinin” kurucularından olduğu için Senoz Vadisinden onlarca insan onun daveti üzerine çalışmak için Ankara’nın yolunu tutmuşlardır.

Bizim Vadinin insanları; tarım ve hayvancılıkla uğraştığı için bu iş için ideal insanlar olmuşlardı. Özellikle Başköy’den Hacimusanın merhum Abdurrahman Baldaş (kendisini yakından tanıdım ve bu konulardaki anlatımını birebir dinledim) çiftlikte yöneticilik seviyesine kadar yükselmiş ve Senoz Vadisi köylerinden “Atatürk Orman Çiftliğine” çalışmak için giden insanlara yardım etmiştir.

“Tulum’un Gizemi” isimli kitabı yazmaya karar verince bu önemli değerimizin de kitapta yer alması gerektiğini düşündüm.

Ve büyük bir heyecanla araştırmaya başladım merhumu.

Maalesef kısıtlı bilgilere ulaştığımı söylemeliyim.

Bana bu konuda merhum Kadri Bilgemre’nin torunu Naciye Bilgemre Hanım çok yardımcı oldu. Dağarcığındaki bilgilerden başka uzanabildiği yere kadar uzanarak yeni bilgiler buldu ve benimle paylaştı.

Naciye Hanım ve benim araştırmalarım sonucu oluşan bilgiler ile bu yazı kaleme alarak merhum Kadri Bilgemre Beyi yad etmek istedim.

Araştırmamın hemen başında, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin hayvancılığına yaptığı katkıyı görünce hem gururlandım hem de heyecanlandım. 1945-47 yılları arasında “Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde Dekanlık” görevi yapan Kadri Beyin yayınlanmış onlarca kitabı olduğunu öğrendim. İnternet üzerinden yazmış olduğu kitapları araştırırken bir kitabının “Sivas merkezde” bir kişi tarafından açık artırma ile satıldığını gördüm ve kitaba hemen talip oldum. Daha sonra satışa çıkaran kişiyle irtibat kurarak kitabı aldım.  

1950 tarihinde basılan “Genel Zeoteknik” isimli o kitap şu anda elimde ve kütüphanemdeki özel yerini almış durumda.

Yukarda uzun uzun Cumhuriyetin tarım ve hayvancılığının gelişimini anlatmamın bir sebebi de ülke insanı olarak yeniden köylerimize dönüp ülkemizin üretimine katkı sunmak, tarım ve hayvancılık konusunda bugün bile Kadri Bilgemre merhumun mücadelesinden ve eserlerinden istifade etmemiz gerektiğini düşündüğüm ve inandığımdan dolayıdır.

Merhum Kadri Bilgemre’nin babası Osmanlı Devleti’nde yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış bir askerdir. Kadri Beyin babası erken yaşta vefat edince; İstanbul’dan kalkıp kız kardeşi ve erkek kardeşiyle birlikte Senoz Vadisi Çukurluhoca köyüne getiriliyorlar aile büyükleri tarafından. Daha sonra 12 yaşında bu defa Ankara’ya giderek “Orta Okulu” Ankara’da okumaya başlıyor. Çok zeki ve başarılı bir öğrenci olan Kadri Bey kanaatimce köyden de gördüğü ve esinlendiğini düşündüğüm “zooloji(hayvancılık) ilminde” karar kılıyor. İleriki eğitim yıllarında ise seçmiş olduğu bu dalda zirveye çıkıyor.

Öyle ki Kadri Bey bu alanda “Ordinaryüs Profesörlük” unvanına kadar yükseliyor.

Mustafa Kemal Atatürk’le çok yakın mesai arkadaşı olarak “Türk hayvancılığının” gelişmesine katkı yapan merhum Kadri Bey, 1945-47 yılları arasında “Ankara Ziraat Fakültesinde Dekanlık” görevinde bulunarak tarım ve hayvancılık alanında yeni öğrenciler yetiştirmenin yanında yazdığı bu alandaki kitaplarla “Türk tarımına” ve “hayvancılığına” büyük katkılar sağlıyor.

Merhum Kadri Bilgemre maalesef çok erken yaşta kaybetmişiz.

53 yaşında vefat eden Kadri Beyin iki kız evladı olduğunu öğrendim. Merhumun kızları hayatlarını Amerika’ya yerleşerek devam ettirmişlerdir.

“Çukurluhoca/Babik Arekner Mahallesinden ” “İyibaşlar Sülalesinin” bir ferdi olarak Senoz Vadisinden Ankara’ya giden ve orada muhteşem başarılar elde ederek memlekete hizmet eden merhum Kadri Bey; ilim adamlığına adım atınca soyadını “Bilgemre” olarak değiştirmiştir.

Bilgemre’nin anlamı “bilim” olduğu için bu soyadı almayı uygun görmüş kendisine hocamız. Bugün bu bilgilerin bir kısmına bana veren Naciye Hanımın babası rahmetli Ahmet Bilgemre (Etlibaş) gibi İyibaş sülalesinin bir kısmı “Bilgemre “soyadını almışlar ve gururla bu soyadı taşıyorlar.

Merhum Ord. Prof. Dr. Kadri Bilgemre Hocamıza ülkemizin tarımına ve hayvancılığına yaptığı katkılardan dolayı hepimizin müteşekkir olmamız gerektiğine inanıyorum.

Kendi adıma da şunu diyebilirim; Cumhuriyetimizin o zor yıllarında ülkemizin tarımına ve hayvancılığına hizmet eden ve bu alanda talebeler yetiştiren bir değerimizi sizlere tanıtmaktan büyük bir mutluluk ve huzur duydum.

Son olarak; vefa göstererek “Türk Tarım ve Hayvancılığına” büyük hizmetleri olan değerli hocamızın isminin doğduğu topraklar olan “Rize veya Çayeli’nde” bir eğitim kurumuna verilmesini yetkililerden talep ediyorum!

Mekânı cennet olsun.

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun.