Köy kahvaltılarında veya zorlu bir çalışmaya başlamadan önce sıkı bir şekilde beslenmeniz gerekir. Bu düşünceyle hazırlanan sofralarda kendimize eğlence bulurduk ve “Suğraluk”, “İmece”, Günegün” veya “Arkadaş sohbetlerinde”  ortaya hazırlanan sofralarda yaptıklarımızla hem mutlu olur hemde işe neşeyle başlamanın heyecanını yaşardık. Bunlardan biride, sofranın başmisafiri olan ve Sini’nin en ortasına konan “Muğlama” nın yağını kapma oyunuydu. Eski bir inanışa göre muğlama’nın yağını kapanın kısmeti daha yakışıklı olurdu... Biz kızlar da bu düşünceyle, üzeri tereyağından göl olmuş bu lezzete atlardık ve  şanslı arkadaşımız kimse, en ilk yağına parmak atarak yalar ve “benimki sizinkinden yakışılı olacak derdi”, bizse hayıflanarak bir dahakinde şansımızı denemeye kara verir arkadaşımıza kıskanç gözlerle bakardık. Bu oyun ne kadar gerçeği ifade eder bilmem ama bildiğim “kuzgunun yavrusu Kuzguna güzel görünür” misali, herkesin “yar” inin kendine yakışıklı  olduğunu zaman içerisinde kavramıştım. Hatta deneyimlerim bana karakter güzelliğinin yakışıklılıktan daha önemli olduğunu “Yakışıklının yüzünde pilav yenmez” sözleriyle anlattı…

Biz “muğlama’yı” deşelim biraz. Tereyağı, peynir bazen de mısır unu eklenerek yapılan bu yiyecek, daha öncede bahsettiğim gibi köyde zorlu bir çalışmadan önce güç kazanmak için hazırlanır. Tereyağı peynir ve bazen de mısır unu veya beyaz un eklenerek hazırlanır…

Biz mısır unu olanı seçelim. Tereyağını yakana kadar eritiyorsunuz, içine mısır ununu koyup kavuruyorsunuz ( bazıları kavurmadan doğrudan peynirle un ve suyu karıştırarak yapar oda doğrudur).  Kavurduğunuz una, diğer tarafta hazırlamış olduğunuz peynir, su karışımı kavurduğunuz mısır ununa döküyorsunuz.  Ateş hafifletip kaşık vurmadan ağır ağır pişiriyorsunuz ve ortaya güzel bir koku yayılıyor, ayrıca üzeri tereyağından gölü olmuş halini görünce hemen iştahınızı kabartıyor…

Bu arada, “muğlama” yemeyi planlayanlar, özellikle hareketsiz şehir yaşamındaysanız, dikkatli olun derim çünkü içindekiler bir araya gelince çok güçlü bir besin oluşturduğundan çok sık tüketmeyin. Yoksa kısa zamanda kilo almanız işten bile değil. Ama köy insanı “köy insanı” sabah namazı vaktiyle kalkar, akşama kadar dışarıda çalışır. Birde gelir evde iş yapar. Yediğini sonuna kadar harcar ve günün kapanışını yaparlar…

Tabi bu sözünü ettiğim ağır çalışma, artık her köyde ve yaylada pek yok. Ekonomik yönden kalkınanlar çoğaldığı için ve gelir kaynaklarının farklı yönlere kaymasından dolayı eskisi kadar ağır değil ama tamamen de yok değil. Yoksa hala köy peyniri, yağı ve diğer ürünlerini tadamazdık.

Bu söz ettiğim gelir değişimini en iyi “Ayder’den” verebilirim. Çünkü Ayder eskiden orta yayla ve çayırlık olarak kullanılırken artık gelir kaynağını turizme ve diğer yöresel kaynaklara  yönlendirmiş ve bu yönde kendini geliştirmeye çalışıyor. Gidenleriniz bilir bu çok açık ve net şekilde görünür…

Bir doğa harikası olan “ Ayder”  herhalde barındırdığı halkını daha fazla yormak istememiş ve saklı güzelliklerini yerli, yabancı turistlere tanıtmak, doğasıyla, kaynak suyuyla, bitki örtüsüyle, müziğiyle, halk oyunlarıyla, yemekleriyle insanlara hizmet etmek istemiş.

Buradan bakarsak, “Ayder’ide” , sahip olduklarını da anlata anlata bitiremeyiz.  Hele bağrında besleyip büyüttüğü sebzeleriyle yapılan yemeklerin lezzetini hiç, tatmanız gerekeli… Ben, yöresel yemekleri yapmayı az buçuk bilirim- köy kadınları kadar olmasa da- ama İzmir’deki karalahana veya tereyağı yada mısır unu, peynir gibi ürün ve sebzelerle yaptığım yemeğin tadını köydeki kadar alamam. Çünkü köyün havasında, toprağında, suyunda yetişen sebzelerin meyvelerin tadı, besin değeri vitaminleri daha kaliteli ve birde havasını, suyunu da eklersek ortaya inanılmaz bir tat çıkıyor. Şehirde yediğimiz bir kap yemek bizi doyurmazken köyde yediğimiz yarım tabak bile doyma hissi veriyor ama yemekten vazgeçemiyoruz çünkü hem havası yediriyor hem de lezzetli daha fazla… Peki, sadece “Ayder’mi” böyle hayır tabiî ki, tüm Karadeniz, tüm Kaçkarlar, tüm Türkiye böyle, umarım insanlar ellerindeki hazinenin farkındadırlar ve yok olmaması için her şeyi yaparlar…

Ben,”Karadeniz’e” özellikle “Kaçkarlar’a”, suyuyla, havasıyla, toprağıyla bana kattıklarından dolayı teşekkür ediyorum ve saygıyla selamlıyorum…

“Gizli Bahçem” in hep böyle yeşil ve mavi kalması dileğiyle…

Bu arada, bende bir gün “muğlama’dan” yağ kapmıştım herkesten önce. Ve benimki en yakışıklı…