Önceki yazımda bu konuda geniş sayılabilecek bir açıklama yapmış ve sonunda; “Zaten yeterince fazla olan bu yazıyı daha fazla uzatmamak için Mezhepsizliğin ne kadar kötü bir şey olduğunu sonra ki yazıma bırakarak, Şimdilik burada son veriyorum.” Demiştim. Bu sebeple, güncel pek çok önemli konular olmasına rağmen, bugünkü yazımla bu mevzuyu tamamlamak istedim.

İnsanoğlu, Yüce Rabbimiz tarafından; genelde “doğruyu” kolayca anlamaya ve “doğru karar” vermeye elverişli bir şekilde yaratılmıştır. Bu özelliği gerçekleştiren “AKİL ve VİCDAN” denilen çok değerli iki melekemiz vardır. Buna rağmen insanlık, zaman zaman “doğruyu” anlamakta zorlanmış; hatta hiç anlayamayıp, yanlış ve sapık yollara düşebilmiştir. Bunun en önemli sebebi de, “DUYGULAR” dir. Evet duyularımız Akil ve vicdanımızın sağlıklı çalışmasının önündeki en büyük engeldir.

Duygularımız da çok çeşitlidir. Sevmek, aşırı sevmek, hayranlık duymak, Sevmemek, kin ve nefret duymak, beğenmemek. Kıskanmak, inat etmek, aidiyet duygusu. Kötülük görmek, iyilik görmek, büyüklük ve azamet duygusu gibi tüm bu ve benzeri duygular; Akil ve vicdanımızın önüne geçerek; bir şeyin DOĞRU anlaşılıp, onun hakkında DOĞRU karar vermemizi engeller.

Mesela Ebu Cehil. Zengin ve her bakımdan kendisini daha büyük gördüğü için, fakır ve yaşça da kendisinden küçük biri olan Peygamber efendimizi kıskanmış, ona karşı büyüklük taslayarak; Resullah’ ın anlattığı doğruları, anlayamamış ve kabul edememiştir. Sonuçta büyüklük ve kıskançlık duyguları, Ebu Cehil’ ın iman hakkâklarını görmesine engel olup, onun bir hiç uğruna “imansız – kafir” olmasına ve sonu olmayan ahiret hayatında ebediyul ebed cehenneme düşmesine sebep olmuştur.  Dünya tarihi bu örneklerin milyonlarcasıyla doludur. Demek ki bir konuda doğruyu görebilmek ve doğru karar verebilmek için, O esnada duygularımızdan arınmış olmamız, en küçük bir şekilde duygularımızın etkisinde kalmamamız gerekir.

Günümüzde özellikle bazı gençlerin Mezhepleri kabul etmemesinde; benzer bir şekilde, özellikle Ortadoğu da vuku bulan Şii ve Sunni çatışmasının etkisinde kalarak, “Akli” değil de “Duygusal” davrandıkları kanaatindeyim. Onun için, yazdıklarımı sadece “AKİL ve VİCDAN” denilen bu iki melekenizi kullanarak okuyup değerlendirmeye çalışmanızı rica edeceğim. 

Önceki yazımda geniş bir şeklide açıkladım, şimdi çok kısaca özetleyeyim.

1- İbadet şekillerinden, tüm emir ve yasaklara kadar, kısaca Dinimizin bütün Kuralları; İslam’ in temel kaynağı olan KURANI KERİM ve 2. kaynağı  HADISI ŞERİFLER de  İlmihal kitapları tertibinde bir düzen halinde bildirilmemiştir. (Tatbiki bunda bizim bilemediğimiz bir veya birkaç hikmet vardır. O ayrı bir mesele.) Bunun için KURANI KERİM’ den eksiksiz, dost doğru ve tam hükümleri çıkartabilmek için bu yüce Kitabımızın tamamını okumuş ve çok iyi anlamış olmamız lazımdır.

2-  Dini hükümlerimizin bazıları, gerek Kuranı Kerimde, gerekse Hadisi Şeriflerde tam net açıklanmayıp dolaylı şekilde açıklanmıştır.  O DOLAYLI AÇIKLAMALARI da ancak bütün İslam ilimlerine vakıf, büyük İslam Alimleri anlayabilir.

            Yüce İSLAM dinimizin yukarıda saydığım bu iki büyük özelliğinden dolayı; Bir kişinin mezheplerden birini kabul etmeyip, tabi olmaması halinde; KURANİ KERİM’ in ve HADİSİ ŞERİF’ lerin tamamını çok iyi okuyup, anlaması ve onlardan hükümler çıkarabilmesi lazımdır.  Bu iki temel dini kaynaklarımızdan hüküm çıkarmak için, aslında bu da yetmez. Peygamber efendimizin hayatını ve gelen her ayeti kerimenin nüzul sebeplerini çok iyi bilmek lazımdir.  Ayrıca Arap dili ve edebiyatına da çok iyi derecede vakıf olmak lazımdır. Öyle Türkçe meal ve tefsirlerden, dini hükümler çıkarılamaz. 

Hâlbuki Müceddit Müçtehit, derecesindeki (dikkat edin sadece Müçtehit değil) mezhep imamları; KURANİ KERİM’ ve HADİSİ ŞERİF’ lerde dağınık halde anlatılan dini hükümleri bir araya getirip ortaya çıkartmiş, bizlere daha açık ve net bir şekilde bildirmişleridir.  Bize düşün de; önümüze hazır gelen bu dini hükümlerle amel ederek ALLAH’ ın rızasını kazanmaya çalışmaktır.

Buraya kadar yaptığımız bu kısa açıklamadan da anlaşılacağı üzere, Mezhepsiz bir Müslümanın KURANİ KERİM’ ve HADİSİ ŞERİF’ lerden dini hükümlerin tamamını ortaya çıkarması çok zor, hatta hemen hemen imkânsızdır. Hâlbuki bu işi mezhepler yapmış. Neden onların önümüze koyduğu hazır dini hüküm ve bilgilerden istifade etmeyelim de; Çok zor hatta imkânsız olan bir şeyin, boşuna peşinden koşalım. 

Neticede Bugünlerde Ben Mezhepsizim, benim mezhebim yok diyen Müslümanlara sormak lazım. Namazınızı nasıl kılıyor. Oruç başta olmak üzere diğer ibadetlerinizi nasıl yapıyorsunuz. Böyle düşünen Müslüman kardeşlerimiz, şunu çok iyi bilmeniz lazımdır. Şu anda yaptığınız ibadetler ve amellerin pek çoğu bu güne kadar tabi olduğunuz mezheplerde belirtilen dini hükümlerin bir parçasıdır. Mesela Abdestli iken, vücudundan en küçük bir kan aktığı zaman abdestinin bozulduğunu kabul eden bir Müslüman, aslında bilerek veya bilmeyerek HANEFİ mezhebini taklit etmektedir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Bir Müslümanın mezhepsiz olması imkânsız denecek kadar çok zor bir şeydir.  Ayrıca herkes çok iyi derecede dost doğru bir şekilde dinimizi anlayıp yorumlayamayacağından, nice yalan yanlış bilgiler, etrafta dini bilgi olarak dolaşıp durur. Bütün bu sebeplerden dolayı, Mezhepsizlik; Dinimize olan bağlılığı azaltır. Dini gayret ve samimiyeti oldukça zayıflatır. Ayrıca bugün 4 hak mezhep, bölünmüşlük olarak görülürken o zaman binlerce mezhepcikler doğar. Bu sebeple Mezhepsizlik, yüce Dinimize içerden zarar veren çok tehlikeli bir fitnedir. Cenabu ALLAH cümlemizi özellikle yeni yetişen neslimizi, biricik evlatlarımızı bu tehlikeli fitneden, bu zararlı akımlardan korusun… Amin.

 

Alihan YILMAZ               30.07.2017