Günümüzü de “MEZHEPSİZLİK” akımı, özellikle gençler arasında, çok etkili birşekilde hızla yayılmaya başladı. Bunların en büyük dayanağı ise şu: “Peygamber efendimiz zamanında Mezhepler yoktu, Öyleyse nerden çıktı bu mezhepler?” Ayrıca “Biz mezheplere değil, dinimize bağlı olmakla yükümlüyüz. Öyleyse mezheplere ve onlara uymaya gerek yok.”

 Şimdi bu sözler; yüzeysel olarak bakıldığında Kulağa hoş, doğru ve mantıklı gelebilir. Ama tabiri caizse kazın ayağı gerçekten öylemi? Yanı yüzeysellikten kurtulup biraz inceleyerek, azcık derinlemesine düşünürsek, gerçeğin hiçte öyle olmadığı, çok barız bir şekilde ortaya çıkar. Önce yüce dinimizdeMEZHEP ve MEZHEPSİZİLİĞİN ne demek olduğunu, ne anlama geldiğini açıklamaya çalışalım.

İSLAM dininde MEZHEP; Dini hükümlerin,muteber ve ehil kişiler tarafından, aslına uygun olarak, dost doğru bir şekilde anlaşılıp, anlatılmasından oluşan bir ilmiye topluluğudur. Bu bir temel formüldür. Şimdi de Mezhep veya Mezheplere gerek var mı? yok mu? Bunu anlamaya çalışalım.

Bilindiği gibi dinimizin 4 büyük kaynağı vardır.Edille-i Şeriyye de denilen bu 4 temel kaynağın Birincisi veen önemlisi; hiç kuşkusuz kısaca “KİTAP” dediğimiz, Yüce ALLAH’ in ilahi kitabi olan; KURAN-İ KERİMdir. Kuran-i Kerimin bazı ayetleri herkesin rahatlıkla anlayabileceği kadar,  sade ve nettir. Buna rağmen bir takım Ayetleri de ancak, belli bir tefsir ilmine sahip olan âlimlerimiz tarafından anlaşılabilbilecek niteliktedir. Bazı kardeşlerimize, Yüce kitabimizin böyle bir özelliği olduğu söylendiği zaman,itirazediyorlar. “Cenabu ALLAH İnsanlara anlaşılması zor bir ilahı kitap gönderir mi?”Diye Soruyorlar. Bu konuda özelliklebilmemiz gereken, iki husus vardır.

Birincisi: ALLAH’ u Teâlâ’nın yaptığı her işte, bazen bizim mahiyetini anlayamadığımız bir hikmet vardır. Mesela bu hususta benim anladığım bir hikmeti söyleyeyim.Bazı ayetler, diğer ayetlerle açıklanıp tefsir edilir.Bundan da yüce Rabbimiz bütün kuranı kerimin baştan sona muhakkak dikkatle okunup, incelenmesini Murad etmiş olabilir. ALLAH’ u Teâlâ isteseydi, Kuran-i Kerimin tüm ayetlerini, herkesin rahatlıkla anlayabileceği bir şekilde vaaz ederdi. Ama öyle irade etmedi.Bu mevzuyu da böyle kabul etmemiz lazım.

İkincisi: Kuran ayetlerini ilk önce Peygamber efendimiz açıklayıp tefsir etmiştir. Bunun içindir ki, Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselam aynı zamanda,  Kuran-i Kerimin ilk ve en büyük müfessiridir.

Ayrıca unutmayalım ki, Kuranı Kerimden sonra Dinimizin ikinci temel kaynağı, kısaca “SÜNNET” dediğimiz, Peygamber efendimizin dini konularda söylediği sözleri yanı “Hadisi Şerifleri” ve yaptığı veya yapmadığı işleri yanı yaşadığı hayatıdır.  Maalesef Mezhepsizler, İslam’ın ikinci kaynağı olan Peygamber efendimizin, Hadisi Şerifleri ve Sünneti Seniyyelerinepek itibar etmemektedirler.  Oysa Kuran-i Kerimin birçok ayetinde Cenabi ALLAH bu hususta Peygamber efendimizi yetkili kılmıştır. İşte Bu ayeti kerimelerden biri    Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne itaat edin ve (Kur'an'ı) dinlediğiniz halde ondan yüz çevirmeyin. (Enfal 20)Bu ayeti kerimeden de çok net bir şekildeanlaşılmaktadır ki;Hadis ve Sünnetler de, Kuranı kerimden sonra dinimizin 2. kaynağıdır.

Yüce Dinimiz, İslam Dinini;çok iyi anlayabilmek ve dini hükümler ortaya koyabilmek için: Önce Kuran-i Kerim’ in tamamını çok iyi anlamamız ve doğru anlam ve hükümler çıkarabilmemiz; Sonrada Peygamber efendimizin binlerce Hadisi şerif ve sünneti seniyyesine vakıf olmamız gerekir.Ayrıca unutmayalım ki, yukarda söylediğimiz gibi, Peygamber efendimizin binlerce Hadisi şeriflerinden bir kısmı, dinimizin 1. Kaynağı olan Kuranı Kerim’ in tefsiridir.

Şimdi tekrar başa dönelim. Mezheplere karşı olan ve mezhepsiz bir İslam dini, tasavvur edenlere sesleniyorum:

1- Dinimizin en temel kaynağı olan, Kuranı Kerimi iyice anlayabilmemiz için; bir yandan çok iyi bir şekilde baştan son kadar bu yüce kitabımızı incelememiz lazım. Bir yandan da bu ilahı kitabımızın ilk ve en yetkili müfessiri ve aynı zaman da “Dini hüküm koyucusu”olan,  Peygamber efendimizin hayatını, hadis ve sünnetlerini çok iyi bilmemizgerekecek.  Bütün bunları, her bir Müslüman Yapabilir mi?

2- Peygamberimiz zamanında mezhep mi vardı? Diyenler. Bugün mezheplerin elinde“kaynağını sadece ve sadece KURAN ve SÜNNET’ ten (1. ve 2. Kaynaklardan) alan” en az 10 ciltlik, dini hükümleri belirten ilmihal ve fetva kitapları var. Size göre bunlar sadece mezhep hükümleridir. Öylemi? O zaman şu soruyu sormamız lazım.  Peygamber efendimiz zamanında direkt onun kaleminden veya onun bilgi ve nezareti altında yazılmış tek bir ciltlik, dini hüküm ve fetva kitabı var mı? Varsa gösterin. Biz de mezhep âlimlerinin yazdıkları dini kitaplara göre değilde, O kitaba göre amel edelim.  Maalesef öyle bir kitap veya kitap takımı yoktur. Zaten Mezheplerin ortaya çıkışının sebebi de budur.

            Böyle bir geniş dini hükümler ihtiva eden kitabi, İsterse Peygamberimiz yazar veya kâtiplerine yazdırırdı. Hadi diyelim ki efendimizin, haşa aklına gelmedi.  Dileseydi ALLAH,  Resulünün aklına getirmez miydi? Elbette getirdi. Ama görüldüğü gibi, demek ki Yüce Rabbimiz, dini hükümler babında bu yolu takdir etmedi. Bu hususta Mevla’mız Cenabi ALLAH’ in takdir ettiği yol, bugün ki yol dur.

 

DİNİ HÜKÜMLER BAKIMINDAN, BUGÜNE KADAR SURUP GELEN YOL, NASIL BİR YOLDUR?

Çok kısa olarak özetleyecek olursak, Dinimizin ortaya çıktığı devir olan Peygamber efendimiz zammında,  ona tabi olan SAHABE dini bilgiler bakımdan iki guruba ayrılırdı.

1. Gruptakiler: devamlı veya çok sık olarak peygamberimizin yanında bulunan ve dini bizzat ondan öğrenenler. Bunlaraynı zamanda ilk İslamâlimleridir.  2. Guruptakiler ise: Devamlı efendimizin yanında bulunamayan ve dolaysıyla dini bilgisi fazla olmayan sahabelerdir.  Bu Sahabeler dini bilgilerini, ya rastlarsa bizzat Resulüllahefendimizden yahut ta gördükleri Âlim olan sahabeler den öğreniyorlardı.

Peygamber efendimizin ahirete irtihalinden sonra,  O devirdeki Müslümanlar, dini bilgi ve sorunlarını, Alim olan Sahabeden öğrenmeye devam ettiler. Zaman geçtikçe hem İslam coğrafyası gelişti, hem de peygamber efendimiz zamanında görmedikleri ve dolaysıyla efendimize sormadıkları bazı dini meselelerle karşılaşıldı. Aynı zamanda da, sahabe olan alimler yanlarında kendileri gibi, alimler yetiştirmeye başladılar. Bu yeni yetişen Alimlere, Peygamber efendimizden öğrenilen dini bilgiler; hiçbir değişiklik yapılmadan, olduğu gibi, dost doğru bir şekilde aktarılarak öğretildi.

Böylece İslamin,Sahabeden sonra ikinci dönem altın nesil olan Tabiin döneminde de, Hem bir yandan Peygamber efendimizden gelen dost doğru dini bilgiler hiç bozulmadan muhafaza edildi, hem de yeni meseleler karşında; Yüce dinimizin hükümleri İÇTİHAT yapılmak suretiyle ortaya çıkartıldı. 

Burada bir hususa daha çok dikkat etmek lazım gerekir. İslam’ da İçtihat; Yeni bir dini hüküm icat etmek değildir. İçtihat: Yeni bir mesele karşısında İslam’ın hükmünü ortaya çıkarmaktır. Bu iki ifade bir birine çok benzese de, çok ayrı şeylerdir. Birinci İfadede keyfiyet vardır. İkinci ifade de ise asla en küçük bir keyfiyet yoktur. Daha iyi anlaşılması için bir örnekle açıklayalım.

Ayet ve hadislerden anlaşılacağı üzere, Sarhoşluk veren her içeceğin haram olduğu kesindir.   Hal böyle iken, yakın zamanımıza kadar pek bilinmeyen, TİNER adı verilen bir maddenin,koklanıp vücuda çekilerek, kullanılmasını yeni öğrenen bir İslam alimi; TİNER denilen maddenin bu şekilde kullanılmasının da HARAM olduğuna içtihat eder. Bu hükmü verdiği zaman keyfiyetle davranıp; Ben TİNER denilen maddenin, söz konusu şekilde kullanılmasını “HARAM KILIYORUM” Diyemez. Böyle yaparsa KÜFRE girer. Yanı dinden çıkar. Çünkü dinimizde hüküm koymak Yüce ALLAH’ a ve onun izniyle, Peygamber efendimiz olan RESULULLAH’ a aittir. İslam alimleri ancak; “Şu meselenin, Şu ayet ve Hadisler gereği, Şöyle (Farz, vacip, sünnet, haram, helal gibi) olduğuna İçtihat ediyorum” der.

İşte bütün bu Peygamber efendimizden beri gelen, dost doğru dini bilgiler ve dost doğru içtihatların yanında; zamanla İslamin temel esaslarına bile uymayacak, yanlış fikirli kişiler tarafından, yanlış dini hükümler de zuhur etmeye başladı.

Bunun üzerine Alimsahabeler ve onların yetiştirdiği Alimler, Peygamberimizin kendilerine anlatıp aktardığı dost doğru İslam dinini; yanlış bilgiler yaymaya çalışanlara karşı da korumaya, o yanlış fikirlerle mücadele etmeye başladılar. Bu Mücadele için gayri resmi bir birliktelik veya gruplaşma oluştu. Bunun neticesinde: Peygamber efendimizin anlattığı gibi İslami dost doğru anlayıp anlatan ve muhafaza edenler kendilerine; yine peygamber efendimizin bir hadisi şerifinde belirtiği isimle, EHLİSÜNNET VEL CEMAAT veya kısaca EHLİ SÜNNET (SUNNİ) dediler.

Peygamber efendimiz taraflıdan yetiştirilen sahabe alimleri ve onların da yetiştirdiği sonraki bu alimlerin oluşturduğu,EHLİ SÜNET topluluğu, aynı zamanda İSLAMİN ilk ve tek dost doğru, ANA MEZHEBİDİR. Ehli Sünnet âlimleri, kendilerinden olmayanlara; başta EHLİ DELALAT olmak üzere çeşitli isimler vermişlerdir.

Böylece dini bilgi ve hükümler alanında, dost doğru yolda olanlarla, olmayanlar birbirlerinden ayrılmış oldu. Daha doğrusu, Ta sahabeden beri, Ehli Sünnet Alimleri; İslamin doğru yolundan ayrılan tüm dini akımları dışlamış ve onlarla ilmi alanda mücadele etmişlerdir. Zaten işin bu duruma geleceğini peygamber efendimiz hayatta iken haber vermişti. Söz konusu hadisi şerifte ALLAH’ in Resulü buyuruyor ki: Ümmetim, 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan 72’si, Cehenneme gidecek, yalnız bir fırka kurtulacaktır. Cehennemden kurtulacak olan tek fırka, benim ve Ashabımın yolunda gidenlerdir.” (Tirmizi, İbniMacelle)

Bu izahatlar neticesinde, çok net bir şekilde de anlaşılıyor ki Ehli Sünnet, aynı zamanda peygamberimizin mezhebidir, dense yeridir.

Şimdi burada şu soru sorulabilir: Tamam Ehli Sünnet’ i anladık. Hepsi de Ehli Sünnet olduğunu söyleyen 4 Mezhep neyin nesidir?El cevap: Kendilerine 4 hak (gerçek, doğru ve geçerli) mezhepte denilen, bu mezheplerin her biri  de gerçekten, söylendiği gibi EHLİ SÜNNET’ tir.  “Bu nasıl oluyor?” diye sorulacak olursa, cevabı çok basit. Aslında bunda şaşılacak veya anlaşılmayacak bir şey de yoktur.

Ehli Sünnetin içindeki,  4 hak mezhebin varlığını, bir misal ile daha iyi açıklayabilmek için; İslam dinini 4 şeritli bir otoyola benzetebiliriz. Nasıl ki Oto Yollarda,Asfalt zemin ile sınırlandırılmış Süper yol içinde, 4 ayrı şerit vardır. Ve araçlar bu karayolu üzerinde,sınırları belli yol içinde kalarak istedikleri şeritten gitseler de aynı yere varırlar.İşte 4 hak mezhebin Ehli Sünnet içindeki durumları böyledir.

Eğer bir otomobil Asfalt zeminden ayrılarak “gerçek yolun sınırları dışına çıkarsa”;  Ya kötü zeminde ilerleyemez. Yahut ta bir yere çarpıp ağır hasar görür veya uçuruma yuvarlanıp tamamen parçalanıp yok olabilir.Ehlisünnet dışına çıkan, diğer bozuk mezheplerin durumu da aynen bu misaldeki otomobillerin akıbeti gibidir.

Hâlbuki Araçlar; Oto yolun içinde kalıp hangi şeritten giderse gitsin, yine doğru menzile varırlar. Bu durumu bir de ilmi açıdan anlatmaya çalışalım.

Dost doğru İslam’ın tek adresi olan Ehli Sünnet Yolunun (Ana Mezhebin) tıpkı otoyolların asfalt zemini gibi çok net sınırları vardır. Mesela:“Namaz,  Günde 5 vakit ve hepsinin vakti içinde kılınması Farzdır.” Ehli Sünnet olduğunu iddia eden hiçbir mezhep Bunun aksini söyleyemez, söyledi mi Ehli Sünnet yolundan çıkmış olur. Yanı otomobil yoldan çıkıp, uçurumdan aşağıya düşüp parçalanır. 4 hak mezhep bunun gibi yüzlerce temel hükümlerde hem fikir olup sadece bazı teferruatlarda, o da bazen birbirlerinden ayrılırlar. Mesele 4 hak mezhebin tamamında, Erkekler için, cemaatle namaz kılmak çok önemlidir. Hiç biri önemsiz diyemez çünkü bu önem, Ehli Sünnetin kalın ve kırmızı çizgisidir. Bu öneme binaen Cemaatle namaz kılmanın dini hükmüne; Şafi Âlimleri Vacip demişlerdir. Hanefi Alimleri ise Vacibe yakın Sünneti Müekkede demişlerdir. Diğer bütün hükümler de durum hemen hemen aynıdır.

Ayrıca Ehli Sünnet içindeki 4 hak mezhebin hiç biri sadece ben doğruyum diğerleri yanlıştır dememişlerdir. Hiç birinin böyle bir iddiaya bulunmaya hakları da beklentileri de yoktur. Sonuç olarak, “4 hak Mezhep İslamin temel konularında bir ve beraberler; sadece teferruatta o da bazı yerlerde ayrılık gösterirler.”

Fazla değil son 10-15 yıldır televizyonlarda dini tartışmalar yapan (bazıları gizli)  mezhepsiz hocaların görüşlerini izlediğinizde görülmüştür ki, her birinin dini yorumu ayrıdır. Bu ne demektir. Eğe o Mezhepsiz hocalara vatandaşlarımız itibar edipte onların fetvalarına göre amel etselerdi, Sırf Türkiye’de sadece son 10-15 yılda en az 10 tane mezhep ortaya çıkardı. Üstelik bunların her biri, bir birleriyle kavgalı olurdu.

Demek ki; Ehli Sünnet olan 4 hak mezhebin varlığı, sanıldığı gibi İslam Âlemini bölmemiş. Aksine yukarıdaki açıklamalarda da görüldüğü gibiAlem-i İslamin daha fazla sayıda husumetli bir şekilde bölünmesini engellemiştir.

Artık bütün bu açıklamalardan sonra hala; “Peygamber efendimiz zamanında mezhepler varmaydı?” ve“Madem İslam dini tektir neden bir sürü mezhep vardır.” demenin ne kadar anlamsız olduğu ortaya çıkmıştır. Ayrıca“Ehli Sünnet içinde ki 4 hak mezhepten hangisi olursa olsun, her birinin adeta birer Peygamber efendimizin mezhebi olduğu.”hakikati da çok barız bir şekilde, sanırım anlaşılmıştır.

Zaten yeterince fazla olan bu yazıyı daha fazla uzatmamak için Mezhepsizliğin ne kadar kötü bir şey olduğunu sonra ki yazıma bırakarak, Şimdilik burada son veriyorum. Yüce ALLAH cümlemizi doğru yol üzerine, tek dost doğru yol olan, Ehli Sünnet Mezheplerinden, yanı 4 hak Mezhepten biri içinde kalarak, Müslümanlığımızı kâmilen devam ettirmeyi nasip etsin… Âmin.

 

Alihan YILMAZ               23.03.2017