İnsanoğlu yakın zamana kadar tabiatta hemen hemen her istediğini bulabiliyordu…

Sanki bir darboğazla karşı karşıya kalmış gibi dünyaya dair isteklerimizi, ihtiyaçlarımızı tabiattan karşılayamaz olduk! Çok iyi hatırlıyorum, çocukluğumda hemen hemen her ihtiyacımızı tarlamızdan, ormanımızdan, hayvanlarımızdan ve yaylalarımızdan karşılıyorduk… Şöyle bir geriye bakıyorum da, yakın bir gelecekte belki de doğup büyüdüğümüz yerlerde yaşanmaz bir durumla karşı karşıya kalacağız!

İşin vahim tarafı ise, doğup büyüdüğü toprakları terk eden insanımız,  bir hayalin peşine koşarak gittikleri gurbet ellerde “yeni hayat alanları buluruz umudunu” da kaybetmek üzeredir!

Ben insanımızın yenidünyalara yelken açması umudu ve arzusunu elbette yadırgamıyorum. Demem o ki, bu göç serüvenini uzun yıllar bire bir gözlemleyen ve bunun üzerine sayısız yazılar kaleme alan benim tespitim şu; insanımız geldiğimiz noktada terk ettiği baba topraklarından daha huzurlu ve verimli bir hayat sürdürmemektedir gittikleri gurbet ellerde!

Bütün bu serüveni bire bir yaşayan, gözlemleyen ve analiz edip sorgulamaya çalıştığımda karşıma çıkan durumu izah etmeye çabalıyorum. Doğup büyüdüğümüz topraklarda kendimizin olan değerlerin üzerinde rahatça tasarruf yapma imkânı olan bizler; o mümbit ortamı bırakarak, bin bir çabayla yeniden kalkınmak için her zorluklara katlanır olduk…

Bu durum benim için her zaman çok şaşırtıcı olmuştur. Biliyorum bu yazıyı okuyan çoğunuz “Siz öyle düşünseniz de, biz hiç de sizin bu düşüncenize katılmıyoruz” diyorsunuz. Benim düşüncelerimin bir faydasının olmadığını da çok iyi biliyorum! Hangi imkânlar vardı da biz o imkânları kullanamadık diye yukarıdan bakan bir eda ile bana soru sorduğunuzu da biliyorum! Benim lafım, söyleyip yazdıklarım üzerine kısa da olsa muhakeme yapma gayreti olanlarınadır zaten!

Ben, köyümü, çocukluğumun o mutlu günlerini düşünerek bugünkü gençliğin mutsuz, gayesiz halleriyle karşılaşınca, varsın çoğunuz benim gibi düşünmeyin diye düşünmekten kendimi alamıyorum!

Şimdi şu an; güneşin ufuk çizgisini aştığını, “Baldaş Dağı’nın” doruklarındaki karların yansımaya başlamasını görmek, dünyanın bütün zenginliklerine değişilmez bir güzelliklerin adı olurdu benim için!

Saf, temiz, duru, eskimeyen, yepyeni bir dünyanın özlemini nefes aldıkça dillendirmekten geri durmayacağım…

Milyonlarca insanın yolunu, suyunu, havasını kirlettiği, gürültünün ansızın kulağını tırmaladığı ve her gün sağlığından olduğu büyük şehirlerin şaşaalı ortamında değil; kuşların cıvıltısıyla sabaha uyanmanın özlem ve hasreti sizi bilmem ama bende hiç eksilmedi! Ben zaten eskiden beri teknolojinin insanları ruhen gerilettiğini ve bu hızla giderse ortada “insan” dediğimiz varlığın esamisi bile okunmayacak!

Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Memleket İsterim” şiirinde olduğu gibi;

Memleket isterim

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

Bu yazıyı bitirirken içimdeki sevinçli hüznün sahibinin “dünyanın en güzel köyü Başköy’e” ait olduğumu bir kere daha ifade etmek isterim. İnsanımızın bugün doğup büyüdüğü topraklara olan kayıtsızlığı karşısında, ben yüreğimin inkâr etmediği duygudan nasiplenmek için daima dua edeceğim!

İçimde ki bu özlemin hiç bitmemesi temennisiyle…

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olun…

(Not; 53Rize Dergisinin son sayısında yayınlanan yazım )