Fatih Sultan Kar           

Oktay Arayıcı, düşünsel ve sanatsal gücünü seferber etmiş bir sanat insanı. Türk tiyatrosunun ölümsüz ismi. 1936’da Rize’de başlayan yaşamı, 21 Ocak 1985’te İstanbul’da sona erdi. Kırk dokuz yıllık ömre dört önemli oyun ile iki film senaryosu ve çok sayıda ödül sığdırdı. Rize’nin ilk mizah gazetesi “Bomba’’yı yayınlayan Arayıcı, aynı zamanda Rizespor takımının (19 Mayıs 1953’te kurulan) ilk kalecisiydi. Rize ve Rizeliler’in gurur kaynağıydı.  

Oktay Arayıcı, serüvenci yapısı yüzünden uzun yıllar Karadeniz ve Akdeniz’de taşımacılık yaptığı Petras isimli motorunu satıp baba ocağına yerleşen Rizeli eski kaptanlardan Nurullah Bey ve eski yazıyı bilen, iyi yetişmiş Hikmet Hanım’ın üçüncü ve en küçük çocuğudur. 

Hayatı boyunca Rize ile ilişkisini hiç koparmayan Arayıcı’nın ilk şiir ve hikaye denemeleri de Rize Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarına rastlar. Arkadaşlarıyla birlikte Rize Lisesi’nin gazetesini çıkarır, okul bünyesinde oyunlar sergiler. Bir yandan eğitimine devam eden Arayıcı, yaz aylarındaÇay Fabrikası’nda mevsimlik işçi olarak çalışır.  

Oktay Arayıcı’nın mizah gazetesi Rize’ye BOMBA gibi düşer

1954 yılında arkadaşları Orhan Bilgin ve Cevdet Akgül’le birlikte “Bomba “ isimli haftalık mizah gazetesini çıkarır. Bomba Gazetesi, Rize ilinde yayınlanmış ilk ve tek mizah gazetesi olarak ayrı bir önem taşımaktadır. 

Oktay Arayıcı’nın sesi ve hatıraları araştırmacı-yazar Alâettin Bahçekapılı'nın Heyamola Yayınları'ndan çıkan belge niteliğindeki Sesleri Bende Kaldı isimli kitabıyla yeniden hayat buldu.   

Sizleri Alâettin Bahçekapılı'nın 439 sayfalık yapıtında yer alan doyumsuz bir Oktay Arayıcı söyleşisi ile baş başa bırakıyoruz.... 

“Nafile Dünya”nın Oktay Arayıcı’sı

 “Sevmek, sevilmek hakkı/Sarılabilmeli insan sevdiğine/Sıcak bir somunu tutar gibi elinde/Isınabilmeli, doyabilmeli./Neden yoksun bundan peki ya, onca insan?” 

1936’da Rize’de doğan Oktay Arayıcı, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda oynanan, sonra da başrolünü Türkân Şoray’ın oynadığı, Rumuz Goncagül adlı oyunda/filmde böyle sorar. 

Ve şöyle bitirir Rumuz Goncagül oyununu/filmini Oktay Arayıcı.       

“Evlenebilmek hakkı/Sokabilmeli insan başını/Bir çatının altına/Yuva kurabilmeli/Neden yoksun peki ya,/Onca insan, bunca mektubu yazan.     Ev sahibi dedi ki;/Ben atmıyorum ki;/Ya neden ortada onca insan?/Biz neden sokaktayız peki ya?/Bir kusurumuz olmalı mutlaka.” 

Oktay Arayıcı’nın oynanan son oyunu Rumuz Goncagül, böyle biter. Yalnız toplumumuzdaki evlilik kurumunu ele alan bu oyunu değil, sahnelenen öteki oyunları da toplumla ilgili, sorunları dile getirir: Sorular atar ortaya, cevaplarını bulmamızı ister bizden: Dışarıda Yağmur Var böyledir; İkinci Hedef böyledir; Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası, Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi  ve At Gözlüğü  böyledir.    

Ama artık Oktay ArayıcıSevmek sevilmek hakkı/Sarılabilmeli insan sevdiğine/Sıcak bir somunu tutar gibi elinde” diyemeyecek ve hiçbir soru getiremeyecek ardından. Çünkü Oktay Arayıcı’nın 1936’da Rize’de başlayan yaşamı, 21 Ocak 1985’te sona erdi. 

49 yıllık yaşamında neler var Arayıcı’nın? Sahnelenen dört oyun, iki film senaryosu ve bu çalışmalarıyla aldığı altı ödül. Ve ayrıca; 1964 yılında girdiği TRT’de İzmir ve Ankara Radyoları’nda Program Müdürlüğü, İstanbul Radyosu’nda önce Kültür, sonra da Eğitim-Kültür Yayınları Şubesi Müdürlüğü görevleri.  

Evet, 49 yılında dört önemli oyunu ve iki film senaryosu var Oktay Arayıcı’nın, altı da ödülü. Bu ödüllerden biri: 1979 Türk Dil Kurumu Oyun Ödülü. Bu ödülü kazandığı yıl, Oktay Arayıcı’ya “Tiyatro yazarlığını neden seçtiğini” ve merak ettiğimiz öteki hususları sorduğumuzda bize şu karşılığı vermişti:     

- Söyler misiniz bize niçin tiyatro yazarlığını seçtiniz?     

- Bu biraz da rastlantı sonucu sanıyorum. Ama kendimi de bütünüyle tiyatro yazarı olarak görmediğimi de belirtmek isterim. Rastlantıya gelince, öğrencilik yıllarımda ilkokulda, ortaokulda, lisede, o günün deyimiyle temsillere çıktık. Onların bize kazandırdığı bazı alışkanlıklarla, daha çok okuma çağında, oyunlara yöneldim. Sanırım oradan gelen bir eğilimin sonucu. Bu daha sonra üniversiteye geldiğim yıllarda da sürdü. İstanbul Üniversitesi Gençlik Tiyatrosu’nda oyuncu olarak, yazar olarak, yönetmen olarak çalıştım. Oradan geliyor.     

- Yazarlığınızın o dönemindeki ürünlerinden neler var?      - 1960’da yazdığım tek perdelik bir oyun var: “Dışarıda Yağmur Var” adını taşıyor. O dönemde onu hem de yönetmiştim. Bir yurt odasında kalan dört öğrencinin öyküsüydü bu. Bu dört öğrenci de taşradan gelmişlerdi. Biraz kendi yaşamımızdı belki, biraz o günkü toplumsal yaşamımızın çelişkilerini dile getiren bir oyundu. 

-         Toplumsal yaşamımızın, toplumsal gelişmemizin çelişkilerini, kişilerde ya da düzende yarattığı çelişkileri bir de “Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası” oyununda vurgulamışsınız 1970’lerde. Bundan sonra “Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi”’ni yazmışsınız, bu yapıtınızla da 1979 TDK Oyun Ödülü’nü almışsınız. Bu oyununuzda söylemek istediğinizi bize de anlatır mısınız?      -

Çok güç bir şey. Gerçekten çok güç bir şey. Benim oyunlarım daha çok politik yanı ağır basan oyunlar, yani toplumun çelişkilerinin üzerine gidiyorum, düzenle hesaplaşma var. Hepsinin içinde, Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi’nde de böyle bir şey var. Böyle bir hesaplaşma içindeyiz.     

Sıradan görülebilecek bir ölüm olayının çerçevesinde o olayın arkasında yatan nedenleri irdeleyerek toplumun yapısını ameliyat masasına yatırıyoruz.  

-         Sayın Oktay Arayıcı, konuşmamızın başında kendinizi sadece tiyatro yazarı olarak görmediğinizi söylediniz; başka alanlarda, dallarda çalışmalarınız olduğunu söylediniz. Bu alanlardaki çalışmalarınızdan da söz ederek, önümüzdeki dönem için tiyatro alanında ne gibi ürünlerinizin bulunduğunu anlatır mısınız bize? 

-         Genellikle bütün yazın emekçileri şiir ile başlarlar. Bizim de geçmişimizde bir miktar şiir var. Onun yanı sıra senaryolarım var. 1970’de Yunus Nadi Ödülü’nü aldığım “İkinci Hedef” adlı bir senaryom var.  

Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi oyunu Devlet Tiyatroları’nda oynandı. Ve Oktay Arayıcı’ya bu oyunda “dili kullanmaktaki ustalığı” dolayısıyla 1979 Türk Dil Kurumu Oyun Ödülü verildi.      

Ardından, aynı oyunla, Avni Dilligil Tiyatro Ödülü’nü aldı (1979).     Türkiye radyolarında yayımlanan ve “Sesi bende kalan” bu söyleşimizde sözünü ettiği “toplumumuzdaki evlilik kurumunun eleştirisini getiren” oyunu Rumuz Goncagül 1982’de Sanat Kurumu tarafından En İyi Yerli Yazar Ödülü’nü getirir Oktay Arayıcı’ya. Timur Selçuk’un müziklerinin eşliğinde Rutkay Aziz yönetmenliğinde AST’da 1981-82 döneminde oynanan bu oyun 1987’de İrfan Tözüm tarafından sinema filmi haline getirilir ve başrolünü Türkan Şoray’ın oynadığı bu film “geleneksel Türk tiyatrosundaki orta oyun formunun epik bir yorumu” sayılır.     

TRT bursuyla okuduğum İÜ İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü’nden sonra, aldığım bursun karşılığını ödemek üzere redaktör muhabir olarak girdiğim kurumda, 1967’den itibaren hep yakın olduğum, yanında olduğum; ast-üst ilişkisinin ötesinde dostu ve yandaşı olduğum Oktay Arayıcı’nın aramızdan ayrılışı (21 Ocak 1985) acı, çok acıydı… 

Yazarların yapıtlarında yarattıkları kahramanlardan yola çıkarak, yazar hakkında geçerli yargılara varılabilir mi bilmiyorum. Ne ki, toplumdaki yeri, konumu tüm ayrıntılarıyla sevgili ağabeyimiz Oktay’ın yapıtında anlatılan Sultanca’nın oğlu Haydar’la Oktay Arayıcının arasında benzerlik görüyorum ben…      

Değirmende öğünmek, un olmak istemeyen Haydar’la Oktay Arayıcı    

Oktay Arayıcı’yla dağı taşı dolduran tohum olmak isteyen, bir kişinin kursağına inmek istemeyen Haydar…    

Sarmaş dolaş birbiriyle: Daha iyi yaşamak için, mutluluk için, çağdaş insana yaraşır bir düzen için: Umut…     

Buğday buğday yaşamayı şeçtiler… Yüreklere güç vererek yaşamayı… Söyleyecek sözü varken, söylemeyi…Yazmayı, konuşmayı, aramayı, sormayı…    

Kime ne düşüyorsa, herkes payını alsın” diyerek…/ “Sevmek, sevilmek hakkı, / Sarılabilmeli insan sevdiğine,/Sıcak bir somunu tutar gibi elinde, / Isınabilmeli, doyabilmeli./ Neden yoksun bundan peki ya, onca insan?” diye sorarak. Ve...    

“Bir kusurumuz olmalı mutlaka” diyerek “yaşamayı” seçti Oktay. Çağın durmadan değiştiği, ilerlediği göz önüne alındığında, insana yapılabilecek kötülüklerin en büyüğü; akıp giden zaman içinde, dün yapabildikleriyle yetinmek zorunda bırakılışıdır… Dünü insanlarıyla, sevgileriyle aramak. Özlemek. Bugün dünü aşamamak, insana yapılan bir kötülük gibi geliyor bana…      

Oktay Ağabey, iyi bir yöneticiydi: Demokrattı; her ayrıntıyı tartışmayı seven, buyurucu olmayan, düşüncelere saygılı biriydi. Gerçeği severdi, yalın gerçeği… Açıklığı severdi, gizlisi saklısı yoktu: Yarası içinde, karası dışında bir insandı… Koruyucu, kollayıcıydı; zor zamanlarda kol kanat gererdi yanındakilerin üstüne; öndeydi, kimsenin ardına saklanmazdı… Söyleyecek sözü vardı, söylerdi; yanlışını kabul eder dönerdi… öğreticiydi, eğiticiydi… insanlarla ilişki kurmakta, ilişkiyi sürdürmekte imrendirici yöntemleri vardı… Yönlendiriciydi Oktay ağabeyimiz… Yazdığımızı bizimle açık yüreklilikle tartışırdı, ne ki son kararı vermeyi bize bırakırdı… Özgürlükten yanaydı, yazdıklarımıza, yarattıklarımıza saygılıydı, herkesin de saygı göstermesini isterdi. Yöneticiliğimizi yaptığı uzun sürede kurumumuza çok şeyler kattı. TRT çalışanları anısını yüreklerinde taşıyacak sonsuza değin… 

“Nafile Dünya”nın Oktay Arayıcı’sı” yazısı ve kendi arşivinden yayımlamamıza izin verdiği fotoğraflar için,  Alâettin Bahçekapılı'ya teşekkür ediyoruz.

 

 

Yıl 1953 Yeni kurulan Rizespor sahaya çıkıyor. Kalede Oktay Arayıcı 

 

 

Arayıcı, oğlu Murat, eşi Prof. Dr. Semiha Arayıcı ve çalışma arkadaşı Bahçekapılı ile Levent’teki evinin bahçesinde…(1970’ler) 

 

 

Oktay Arayıcı, yöneticiliğini yaptığı TRT İstanbul Radyosu Eğitim-Kültür Yayınları’nda çalışma arkadaşlarıyla… (1980’ler) 

Editör: HABER MERKEZİ