“Eşine ender rastlanan doğa güzellikleri” olarak tanımlasak abartmış olmayız herhalde. Bunu yöremize ilk kez gelenlerden çok duydum. Bu söylemin ne kadar doğru olduğunu yerinde görerek karar vermek daha doğru olur kanısındayım, ama ben yinede bir iki fotoğrafla bunu siz okuyuculara sunmakta fayda görüyorum, yorum sizlerin.

Tabii ki bu eşsiz güzellik kişiden kişiye farklılık gösterir bizlerin algılamasına bağlı: bu yüzden bu yöreyi gelip görmeden önce beş duyu organınıza iyi bir bakım yaptırmanız gerekir. Örneğin gözünüz çok iyi görmeli, çünkü yükseklerdesiniz görüş açınız büyümüştür daha uzağı ve daha çok alanı görebilirsiniz ve içinde barındırdıkları güzellikleri, kartal misali çünkü onun mekânındasınız. Kulağınızda çok iyi olmalı: mesela sessizliği duymalı bu sessizlikte kelebeğin kanat çırpışını arının vızıltısını, uzaktaki kayalıkta öten ur kekliği veya dağ horozunun sesini, dağ keçilerinin ıslık sesini duyabilmeli mesela… Ya burnunuz? Bilmiyorum bu denli çok güzel kokuyu insan burnu algılar mı kekiğinden tut dağ çayının kokusuna kadar bin bir çeşit çiçek.

Doğrusu iyi burun olmalı insanda, mesela Karadenizli burnu. Sanırım bu yüzdendir Karadenizlinin burnunun birazcık büyük olması… Ha diliniz tat alma görevini yerine getirmesi kâfi: sadece yöremize has yemekleri (muhlaması, balı, hoşmeri alabalık tavası vs) nin tadını alacak kadar olması yeterli olacak. Konuşmak için kullanmayacaksınız, çünkü burada dil suskundur doğa seslenir ruha. Dokunun buz gibi sularına, suların soğukluğuna inat sımsıcak insanlarına ki onlar yaşadıkları coğrafyanın aynasıdır.

Buraya kadar beş duyumuzdan söz ettik ya altıncı his, işte burada onu serbest bırakacaksınız kim bilir o bulutların üstünde dolaşmak istiyor olabilir.

Hemşin yöresi dediğimiz bu coğrafyayı Merhum şairimiz Servet ÇOMOĞLU Sevdalı Dağlar şiirinde çok güzel dile getirmiş bizler susalım şair konuşsun biz ardı sıra gidelim, yolunuz açık olsun…

Sevdalı dağlarda buluşmak ümidiyle…

 

SEVDALI DAĞLAR

Lamgo’dan Melezkür’den çingit’ten çıktım yola

Ovaklı’da dinlendim bir süre verdim mola

Oturup Tomaslı’dan seyrettim Pogina’yı

Nerdesin Cevat Kamber Nerdesin Şükrü dayı

Doğu Karadeniz’de güzel bir gündü yazdan

Güneşli bir havada geçtim Kanlıboğaz’dan

Neden Kanlı boğaz’dı bu güzel yerin adı

İbran Osman’dan başka bir anlatan olmadı

Yokuş artık bitmişti düzlüğe vardı yolum

Mor orman gülleriyle döşeli sağım solum

Çok sürmedi baktım ki Yukarıviçe’deyim

Altımda Çamlıhemşin bense bir yücedeyim

Bir dağın doruğunda asılı Mikronkavak

Aşağıda Fırtına akıyor çağlayarak

Köyler dik yamaçlarda serpilmiş nokta nokta

Çinçiva, Mollaveyis, Mecnun, Meydan, Amokta

Yaratan yaratılan kucak kucak iç içe

Bakmakla doyamadı gözlerim Makroviç’e

Sağ kıyıda kuşuva karşı tepede Habak

Ey Hemşin Tümünle süzül de gönlüme ak

Yüreğim coşkusundan duramıyor yerinde

Uçuyormuş gibiyim Pokut’un üzerinde

Bir gereksinmem yoktu petrol denen yakıta

Geçtim kanat vurarak Sal ile Amlakıt’a

Yamaçlarda sürüler çevirmişti önümü

Ben güneyden kuzeye aktarmıştım yönümü

Aşağı Şimşirlik’ten vurdum Tarderesi’ne

Gidiyordum Ayder’den Kaçkarlar yöresine

Nereye gideceksin bir şey gelir mi elden

Güçlükle izin aldım muhtar Koca Temel’den

Gül yüzlü bir ninenin ayran içip tasından

Çıktım Bulutdağı’na Abuçor yaylasından

Çırpıp kanatlarımı üzerinde karların

Geçtim eteklerinden süzülüp Kaçkarlar’ın

Değerlendirmek için güncel dinlencemizi

Kavron’da çobanlarla paylaştık gecemizi

İki pag’ın önünde büyük bir ateş yaktık

Yayla insanlarının keyfine değme artık

Yemek vakti gelmişti sofra kuruldu düze

Çeşit çeşit yemekler yığıldı önümüze

Önce dillere destan Hemşin’in muhlaması

Taze tereyağında alabalık tavası

Tulumcu başı fazla direnmedi nazında

Gençler el ele verdi yaylanın ayazında

Kollar inip kalkıyor bacaklar kıvranıyor

Tabanca sesleriyle bütün vadi yanıyor

Ben tırmandım yokuşa henüz gün ağarmadan

Palovit’e varmıştım on ikiye varmadan

Oturup Kertelik’in bir ayranını içtim

Sonra dere boyundan Hapivanak’a geçtim

Tirevit’ten göründü Elevit’in çamları

İstiyorum bitmesin bu yayla akşamları

Başlamıştı burada vartivar şenlikleri

Kızlar delikanlılar bir ileri bir geri

Renk renk giysilerin hepsi ayrı biçimde

Horon oynuyorlardı sevi coşku içinde

Bir tarafta kadehler bir tarafta oyunlar

Ve ocakta nar gibi çevrilen koyunlar

Çekinenleri yoktu ne paradan ne puldan

Koşup geliyorlardı İzmir’den İstanbul’dan

Hemşin’in övgüsü bu Hemşin’in benliği bu

Hemşinli’nin yılda bir en büyük şenliği bu

Mustafa şiş tulumu kollar yay bacaklar yay

Dik oyna Burhan coşkun bozma horonu Günday

Ben çantamı sırtladım yolcu yolunda gerek

Ayrıldım Elevit’ten içim istemeyerek

Kazım İncearab’ı gönülden anaraktan

Bir tutam çiçek derip geçtim Haçivanak’tan

Gün boyunca yürüyüp koca bir dağı aştım

Henüz akşam olmadan Davalı’ya ulaştım

Bitmemişti davası dağ kimin yayla kimin

Bekliyordu sorunlar dosyasında hâkimin

Her yer su her yer çiçek bu yayla başka yayla

İnsanoğlu burada gelmez mi aşka yayla

Gözüm uyku tutmadı gece olmuştu yarı

Ninni söylüyorlardı şimdi dağ tavukları

Tarih gömülmüş gibi kocaman bir çukura

Baktım gözlerim nemli oradan Hodoçur’a

Görkemli taş konaklar kocaman taş direkler

Bunca yıllardan beri bir onarıcı bekler

Ellerim şakağımda düşündüm derin derin

Bu topraklar uğruna can veren şehitlerin

Yüreğim burkularak kapıldım da yasına

Saygı ile eğildim aziz hatırasına

Çekilen dut rakısı buğu buğu küllüğü

Tüm anılarımızın geçmişe gömüldüğü

Acısı tatlısıyla geçen bütün anların

Sade bir ismi kaldı Çalmaşur Kenanların

Sularla çevrilmiş yörenin dört bucağı

Mührünü vurmuş gibi altıda Cicebağı

Maşatlığı yıkılmış koca kilisesiyle

Bir şeyler anlatıyor tarihin gür sesiyle

Burada dil suskundur doğa seslenir ruha

Hem dinledim hem gittim iniverdim Çoruh’a

Çoruh kışın durudur yazın bulanık akar

Bu boşa akan suya insan hayretle bakar

Alır götürür seller bahçemiz bağımızı

Taşır Karadeniz’e bunca toprağımızı

Bu şahlanan sulara bir dizgin vur diyen yok

Düşmana dur dedik te Çoruh’a dur diyen yok

Alıp nasibimizi yaz günü taze duttan

Sıcak bir öğle vakti geçiverdim Hunut’tan

Sonunda bu günleri biz bekleye bekleye

Başyayla’nın üstünden dolaştım Çiçekli’ye

Göğsümü yaslayarak yaylanın karlarına

Çevirdik yolumuzu Tatos’un dağlarına

Gölde âşık Kerem’in dinledim de sazını

Sisler içinde aştım Ortaköy boğazını

Sürüler yamaçlarda nerdesin Bozo İsmet

İneceğiz Pag’lara eğer olursa kısmet

Gönlüm yanıt verirken kuzuların sesine

Bir selam verip geçtim Verçenik tepesine

O gece Bozoğlu’nun Pag’ında konakladım

Özlemini çektiğim dağlarımı kokladım

Bu tertemiz havayı süzüp ciğerlerimden

Cimil’e gidiyordum Çermeşk’in üzerinden

Patika yolu ama bu yol bambaşka bir yol

İleride göründü Karagöl Aşağıgöl

Karadeniz türküsü gölde alabalıklar

Yeniden tazelendi içimde sevdalıklar

Düzleri tepeleri böylece aşa aşa

Tahpur’un üzerinden çıkıverdim Baldaş’a

Kalmadı yüreğimde ne keder nede bir gam

Senoz’un üzerinde göründü Mağribodam

Sisler içinde idi Cimil’e vardığımda

Parça parça olmuştu çarığım ayağımda

Cimil üç pare köydü ben Başköy’e inmiştim

Bu ilk kez gelişimdi oldukça sevinmiştim

Yatacak yer aradım kimliğimi sordular

Burada konuk evi var ama diyordular

Orada vali vekil gibiler kalıyordu

Dediler bu fukara acep ne arıyordu

Ne vali ne vekildim sade biriydim halktan

Öyleyse nasibin yok dediler bu konaktan

Kahvede muhtarla halk bir fiskos çevirdiler

Bu akşam kal diyerek camiyi gösterdiler

Dizimi ayağımı taşlara vura vura

Camide kalmaktansa yol aldım Salaçur’a

Sisler çekiliverdi ben yola koyulunca

Bu ayrıcalıkları düşündüm yol boyunca

Dökülmüştü önüne saçlarının akları

Sonradan işittim ki yanmıştı konakları

Salaçur üç mahalle Kahmut, Kalnus, Kalgunsu

İspir’in kaderi bu çırılçıplak örtüsü

Yanmış kavrulmuş vadi güneşinden selinden

Başta Devlet Babamız bir tutan yok elinden

Sıcak bir el beklerken devlet denen babadan

Görmedi başkasını tahsildar jandarmadan

Kimi vergiye gelir kimi asker almağa

Bu kavrulmuş yüzler küsmüşler yaşamağa

Daha tıkamak için doymayan boğazını

Hacı denen bir kişi kesmiş dere ağzını

Halk bahçede topluyor kurutacak dutunu

Bu dutlara bağlamış tüm yaşam umudunu

Sorunları bırakıp gelecek kuşaklara

Çırnaçur’dan yukarı gene vurdum dağlara

Güzin dağlar başkadır insana hüzün verir

Ruh kanatlanır uçar kişide madde erir

Keklikler sürü sürü yamaçlarda dolaşır

Yaban keçileriyle tekeler sevdalaşır

Mezralarda kurumuş otlarda yaşam kokar

Terk edilmiş yaylada keder kokar gam kokar

Tutuşur boz kayalar günün son ışığıyla

Hayal bir çoban kızı buluşur aşığıyla

Kız uzat elini der uzatır yaklaşamaz

Kız gel koklaşalım der yaklaşır koklaşamaz

Duyulur gibi olur ta ötelerden bir ses

Kesilir âşık için o anda soluk nefes

Ne koyun melemesi ne kuzu melemesi

Tür-i Sina’ya çıkar duyabilen bu sesi

Bunun yüceliğini ne sen ne de ben bilir

Yuvasından ayrılıp yollara düşen bilir

Bir an sarsılıverdim içim karma karışık

Acaba ben mi idim demin gördüğüm âşık

O gece bir kayanın koltuğunda uyudum

Doğayı içerime sindirdim yudum yudum

Pag’larda ve kop’larda günlerce yata yata

Varoş’un üzerinden sonunda indim Çat’a

Ben ne Kara Reşid’im ne de Kâhya Salih’im

Yalınız onlar kadar bu yere sevdalıyım

İki dere çatışır adlandırır bu yeri

Biri Hemşin’den gelir Ecevit’ten diğeri

Burada bir bina var ne Hilton’dur ne Divan

Dağların arasında görkemsiz garip bir han

Dışarıda sıra sıra bağlı katırlar atlar

İçerde konuksever güler yüzlü Mafratlar

Buranın yazı kadar kışında sefası var

Tutuşan bir sobası bir de Mustafa’sı var

ÇOMOĞLU gene Çat’ta nerdesin Rıza dayı

Sen Vanksi’de sefa sür tarlayı yedi ayı

Çektin yaşam boyunca acısını cefanın

Ne faydasını gördün Nihat’ın Mustafa’nın

Yazıldın gönüllere sevginle hatırınla

Büstünü dikeceğiz koprinle katırınla

Karşıda Kito, Karap göz ucuyla dolaştım

Ve bu anda sevdalı dağlarla vedalaştım

Ey Hemşinli, gelecek çağların çocukları

Merhabalar sevdalı dağların çocukları

Uzakta kalsak bile bir iki kelam size

Elevit’ten, Kale’den, Ayder’den selam size

Servet ÇOMOĞLU

Editör: HABER MERKEZİ