Hürriyet yazarı Sahrap Soysal köşesinde Rize çayına dikkat çekerek, Dünyanın en çok çay tüketen ülkesiyiz. Çayla tanışıklığımız ve geçmişimiz 75-80 yıl öncesine kadar gidiyor. Avrupalılar çayı, 18. yüzyılda tüketirken biz ancak 20. yüzyılda çaya “merhaba” demişiz...

İşte Soysal'ın yazısı...

Çayın en yakın arkadaşı olan kahveyle ahbaplığımız, sohbetimiz çok daha eskilere dayanıyor. Ama çayı o kadar sevip, içselleştirmişiz ki sabah, öğle, akşam, gece yarısı bile içmeye devam ediyoruz.

Üstelik bardak bardak, teklifsizce, sürekli ve keyifle içiyoruz. Çayın uzmanlarına göre; Türk kahvaltı geleneğimizin zenginliği ve çeşitliliğinin en önemli etkenlerden biri çay kültürü. Benim gibi sabah kalkar kalkmaz çayla gözünü açanların sayısı eminim ki çoğunluktadır. Beyaz Ezine peyniri ve domates ikilisine tutkunsanız, çaysız asla sofraya oturmazsınız. “Ben kalender meşrebim güzel çirkin aramam” diyen çay aynı zamanda büyük küçük herkesin gönlünü fetheden bir halk içeceği.

Rizede çay umuttur
Türkiye’nin ekonomik sorunlarının ilk defa masaya getirildiği İzmir İktisat Kongresi, 17 Şubat 1923 tarihinde yapılmıştır. Yeni Türkiye’nin kalkınma planları, ülkenin dört bir yanından gelen 1135 delege ile konuşulup, bir sonuç bildirgesi yayınlanmıştır.

İşte bu bildirgeye göre çay tarımının başlatılması önerilmiştir. Rize’de de ilk defa çay yetiştiriciliği başlamıştır.

TBMM’nin ilk Ziraat Genel Müdürü Zihni Derin’in Batum’dan getirdiği ilk çay fidanlarının hasadı da 1939 yılında Rize’de yapılmıştır.

Lezzet denizinde yüzüyormuşsunuz gibi
Bugün Türkiye’nin en çok çay üreten şehri Rize olmakla beraber, en büyük çay tüketicisi Kars ve Erzurum şehirlerimizdir. Rize çayının yanına en çok yakışan yemek ise hiç kuşkusuz mıhlamadır. Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen 1. Ulusal Rize Gastronomi Etkinliği’nde bol peynirli ve tereyağlı mıhlamanın eşlikçisi olarak pileki ekmeğinin tercih edilmesini bir kez daha gördüm. Değirmende çekilmiş mısır unu ve lobyayla yoğrulan hamur, içi oyulmuş taş kalıp içinde pişirilir.
İkizdere yakınlarındaki Pileki Mağarası’ndan çıkarılan taşlar kesilir, içi oyulur ve bu muhteşem pişirme kapları hazırlanır. Bir kişinin tek başına taşımasının çok zor olduğu bu ağır taşın oyuk kısmına hamur koyulur. Üzerine sac kapatılır, onun da üzerine köz ateş koyulur ve odun ateşine gömülerek pişirilir. Sonuç ise muhteşem.

Her lokmasını yerken, lezzet denizinde yüzüyormuş gibi hissedebilirsiniz. İsterseniz bu özel ekmeği, likapa denilen bir çeşit yaban mersini reçeliyle de tüketebilirsiniz. Ama ben Rize’nin ünlü kel simidini, Anzer balına banarak yemenizi de öneririm.

Rize’nin yerlisine sorsanız; pideyi Derepazarı’nda, kuru fasulyeyi Çayeli’nde, eti İyidere’de döneri ve kavurmayı Rize merkezde yemenizi tavsiye edecektir.

Rize’nin alametifarikası olan pepeçurayı ise evlerde tatmanızı öneririm. Eğer sütlaçla pepeçura arasında bir seçim yapmam gerekirse, isabella üzümünün mayhoş suyuyla yapılan, bol fındıklı pepeçurayı her zaman tek geçerim. 1. Ulusal Rize Gastronomi Etkinliği bizlere bir kez daha gösterdi ki hayat her zaman mutfaktan başlıyor.

Editör: HABER MERKEZİ