Cizre’de Dicle’nin mistik serinliğini yudumladıktan sonra Ağrı’ya uçanlar bilir. İndikleri havaalanın adı Ahmed-i Hânî’dir.

Şehre ulaşmak için bindiğiniz aracın şoförüne kimdir bu Ahmed-i Hânî diye sorduğunuzda muhtemelen size halk ağzıyla, “alimdir, Allah dostudur, türbesi Doğubayazıt’tadır” diyecektir.

Ve siz bu bilgiyle yetinmeyeceksiniz. Konakladığınız yerin lobisinde çayınızı yudumlarken arama ve tarama faaliyeti sonrasında adı geçenin daha bir sürü vasıflarının olduğunu öğreneceksiniz.  

Kış günü bu coğrafyada bulunmanızın yüzü suyu hürmetine bir de bakacaksınız ki karşı köşedeki kitaplıkta “Mem ile Zin” size göz kırpmaktadır. 

Ödünç alıp okuduğunuzda anlayacaksınız ki Ahmed-i Hânî’nin, bildiğiniz Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Kerem ile Aslı gibi Türk-Fars ve Arap kültürünün müşterek temasından esinlenerek yazdığı ve sadece Kürtçe yazılmasından başkaca da herhangi bir orijinalliği olmayan klasik şark edebiyatının mesnevi tarzındaki bir aşk hikâyesi…

Ve fakat biraz dikkatinizi çekecektir bu mesnevinin şu dizeleri:

Nazar ehli demesin ki “Kürtler,
Aşkı amaç edinmemiştir. (…)”

“Bu meyve taze olmasa bile
Kürtçedir, bu kadarı yeter.”

Milletini sevmek, varlığını onun varlığına armağan etmek en çok Türk milletine yakışsa da diğer bütün milletlerin de biz Türkler kadar buna hakkı vardır hiç kuşkusuz. Aksi insanlığa sığmaz çünkü. 

Bu cihetten Ahmed-i Hânî’nin eserinin aynı zamanda, zamanın kuvvetli akımları olan Türk, Fars-Pers ve Arap kültürü arasında sıkışıp kalan ve daha ziyade söz alanında seyreden Kürt kültürüne, diline ve edebiyatına bir nefes aldırma ve daha ziyade bir baş çıkarma amacı da taşıdığını yukarıdaki dizelerinden anlamaktayız.

Daha da neler var neler kitapta, bir bakın hele:

“Temiz olanı bir yana bırakıp tortuyu içti
Yani bir inci gibi olan Kürt dilini

Ta ki el âlem demesin ki ‘Kürtler
Bilgisizdir, köksüzdür, temelsizdirler.’

Çeşitli milletler kitap sahibidirler
Sadece Kürtler nasipsizdirler.”

Kısaca izahı:

Bizler, inci gibi olan Kürt dilini bırakıp gayri dillere meylettik. Kimse Kürtleri aşağı görmesin, diğer milletlerin (Türk, Fars, Arap) kitapları, eserleri varsa işte bizim de bir eserimiz, kitabımız var diyerek bir nevi manifesto ortaya koyuyor. Ve böylece Mem ile Zin, bilinen ilk Kürtçe edebiyat ürünü olageliyor.

“Aşk hikâyesinde nicedir bu haller?” diye soranlar olursa sadece bu kadarı değil, dahası var deyin onlara. Bir bakıma, “hani bizim devletimiz nerede?” dercesine.

“Ben Allah’ın hikmetine şaşıp kaldım,
Kürtler dünya devletinde, talihinde…

Acaba hangi yüzden mahrum kalmışlardır?
Hepsi niçin mahkûm olmuşlardır?

Vesselam;

Mem ile Zin Cizre’de açık alanda bir anda ve aniden ilk görüşte aşka gelirler. Zin Mem’e yüzüğünü verir ve ayrılırlar. Mem de Zin de birbirlerine âşık ama adres yok ortada. 

Zin’e üzülen bir tip, falcıya gider, onun yol yordam göstermesiyle Mem bulunur. Mem ile Zin tanışıp koklaşırlar. 

Zin zamanın Bey’inin kız kardeşidir. Bey’in saraydaki fitnecisi Beko bu aşkı istemez, allem eder kallem eder Mem’i zindana attırır. 

Zin perişan haldedir. Onun bu hali ölüm baygınlıklarına varınca Bey insafa gelir, onu zindandaki Mem’e gönderir. Mem de orada baygın haldeyken Zin’in sesiyle ayılır, bir iki aşk fısıltısından sonra sonsuz aşkla nasiplenir. 

Cenaze merasimi sırasında Cizre sokaklarındaki feryad figan arasında Mem’in arkadaşı olan Tacdin, olayların suçlusu olarak gördüğü Beko’yu kaldırdığı gibi yere çakar ve Beko’nun beyni dağılır. 

Zin, bu kez Beko’ya üzülür, onu affeder ve der: “O bize kötülük etmeseydi biz belki maddi aşka kavuşacaktık ama manevi/sonsuz aşka kavuşamayacaktık. O diğer karargâhımızda bizim samimi ve dürüst bir bekçimiz olacaktır.”

Derken Mem defnedilir.  Zin gelir, mezarı üstünde seslenip ağlaşırken o da sonsuz aşkla nasiplenir.

Nasiplenişinden hemen önce Beko’yu affedip onu mezarlarına bekçi tayin ettiğinden Beko da Bekir ismiyle hemen oracıkta kapatılır.

Ve bu da benim dizem:

Artık yolunuz varırsa Dicle vü Cizre’ye
Bu yazı belki uğratır sizi Mem ü Zin’e

Editör: HABER MERKEZİ