“Dilim seni dilim dilim dileyim, başıma geleni senden bileyim.”                        

Ne zaman kendimi, kullandığım bir kelimeden veya ifadeden dolayı rahatsız hissetsem; aklıma konuyla ilgili ya bir hikâye gelir veya bir atasözü. Bu atasözü de onlardan biri. Bana göre, konuşmak susmak ve yerine göre bunların zamanını doğru ayrımsayıp kullanabilmek sanatıdır. Hem sadece kendimizi ifade ettiğimiz kelimelerin, tek başına değil; beden dilimizle, jest, mimik ve ses tonumuzla da bir bütündür. Ve kelimelerimiz bir tarafa; kendimiz bir tarafa gitmemeliyiz.

Bundan dolayıdır ki konuşmak ve düzgün ifadeler yeterli değildir tek başına. Vücut dilimiz, ses tonumuz ve vurgularımız, duygusal anlam yüklemlerimizle, bütüncül bir şekilde kendimizi ifade ederiz. Örneğin: Aşktan bahsederken; bir asker edasıyla, ciddi yüz ifadesi takınıp, sert ve kesin tonlamalar yapmak; veya ilk yardım dersi verirken, gayri ciddi hareketlerle, mimiklerle, lakayt bir şekilde konuyu anlatmak amacına terstir ve farklı sonuçlar doğurabilir. Buda bizim için hiç doğru bir şey değildir. Kendimizi ifade ederken, duruşumuz, mimiklerimiz, tonlamamız, kullandığımız kelimelere en yakın dost olmalı ve dostlarımızla aramızı bozmamalıyız eğer bozacak olursak, sadece kelimelerle yaşamak zorunda kalırız ki buda bizim için olumlu bir şey değildir bana kalırsa.

Bununla beraber pek çok konuşma çeşidi var ve her biri ayrı bir özen gerektirir. Kendimizi, içinde yaşadığımız toplumda gerçekleştirmek adına… Selamlaşmadan, hatır sormaya; tanışmadan, taziyeye kadar, hepside kendi yapısının gerektirdiği ifadelerle, sözel anlatımımıza yansır. Bunlara, topluluk içinde gerek akademisyenlik düzeyindeki konferans, panel, sempozyum, forum gibi; gerekse halka açık konuşma durumlarında, izleyici veya konuşmacı olduğumuzda, daha profesyonel ve bilinçli hazırlanmaya ihtiyaç duyarız. Ve bu ihtiyaçlar bizi, daha iyi kendimizi sözel olarak ifade etmeye, kıyafetimizden, vücut dilimize kadar özenli, ortama uygun kıyafet giymek ve konuya uygun kelimeler seçmek ve doğru Türkçe ya da konuşacağımız dil hangisiyse, onu kullanmaya iter. Bu hem gireceğimiz topluma hem de kendimize karşı saygımızın göstergesidir.

Konuşmamızın özellikle dil vb… organlarımızın yaşamımızda kullanımının ne kadar önemli olduğuna dair yazılan hikâyelerle de bu durumu örneklendirmemiz mümkün, işte bunlardan bir örnek:

Hazreti Lokman hekim, yanında çömezi ile ava çıktı. Avdan dönerken bir kabile reisi Lokman Hekim’e bir gece misafiri olması için ısrar etti. Lokman Hekim’de kabul ederek o gece misafir kaldı. Kabile reisi, Lokman Hekim için bir koyun kestirdi. Lokman Hekim çömezine:

-kesilen hayvanın en temiz iki azasını kes bana getir, dedi.

Çömez gidip koyunun kalbini ve dilini kesti getirdi. Hazreti Lokman:

-Aferin bildin, dedi.

İkinci gün başka bir kabile reisi, Lokman Hekim’e bir gece de kendisinde misafir kalması ve evini şereflendirmesi için ısrar edince, Lokman Hekim onu da kırmayıp bir gece de onun evinde kaldı. Orada da ziyaret olarak bir koyun kestiler. Lokman Hekim çömezine bu defa da:

-Hayvanın bana en pis yerinden kes getir, dedi. Yarıdmcısı gene hayvanın kalbini ve dilini kesip önüne koydu. Lokman Hekim çömezine:

Aferin bunu da bildin, dedi. Hakikaten insanın en pis ve temiz yeri, kalbi ve lisanıdır, buyurdu.

Bu hikâyede, kıssadan hisse oldukça açıktır. Sözel ifadeler, kalbimizde taşıdıklarımızın bir yansımasıdır. Bu iki önemli uzva yüklediğimiz anlamlar, yaşamımızın her yüzünde bizi temsil eder. Ve konuşmanın sadece dışsal öğelerden; ses, kıyafet, jest ve mimiklerden daha fazla anlam içerdiğini ve bu anlamın doğrudan bizim duygusal ve düşünce yapımızla gerçekleştirdiğimizi de göstermektedir.

Konuşma sanatının sadece dile odaklı olmadığı anlaşılıyor açıkçası. En azından kendi bakış açımla ben böyle düşünüyorum. Kendimizi doğru ve düzgün şekilde ifade etmenin de özgüvenimizle, eğitimimizle, bakış açımızla ilişkili olduğu fazlasıyla aşikârdır. Bunun hatırlattığıysa daha sosyal kavrama yönlendirir bizi ve sosyalleşme çabasına; çünkü bizler, sadece bireysel yaşma sahip değiliz ve sadece kendimizle sorumlu değiliz; yaşadığımız topluma karşı görevlerimiz arasında vardır, kendimizi doğru ve sağlıklı şekilde ifade etmek…

Sözün özüne gelirsek, “Konuşma sanatı” aslında çok daha fazla detayıyla inceleyeceğimiz ayrıntı içerse de üzerinde durduklarım, en öncelikli olanlar. Kendimle beraber herkese tavsiyemdir; yaşamla bizi bire bir yüzleştiren, oldukça geniş kullanım alanına sahip ve içinde bulunduğumuz toplumda kendimizi gerçekleştirmede bize temel olan “Konuşma sanatına” biraz daha eğilerek üzerinde durmak ve düşünmek… Ve ne demiş şair, “konuşma” üzerine:

KONUŞMAK Kİ

Konuşmak ki,

Acınası yaşama bir panzehir olsun;

Konuşmak ki,

Bir yüzü güldürsün;

Bir acıyı dindirsin…

Konuşmak ki,

Sade duruşun, sesin rengi değil;

Gönlün, dildeki çalımı olsun…

Konuşmak ki,

Susmanın, gizli zehrine;

Kelimelerin gücüyle, ilaç olsun…

Konuşmak ki,

Gözdeki sevdanın;

Dildeki, şekeri olsun…

(F.Subay)