F.Perrone di San Martino adlı İtalyan bir yazar tarafından kaleme alınan “Asya Diktatörü Mustafa Kemal” yabancı bir yazarın gözüyle Atatürk ve Milli Mücadele yıllarını anlatması nedeniyle gerçekten önemsenmesi ve okunması gereken bir eser…

Bugün önüne gelenin eleştiri sınırlarını aşarak hakarete varan üslupla Mustafa Kemal’e “diktatör” benzetmesi yapması, benim sürekli ifade ettiğim “ Mustafa Kemal’in yaptıklarını bile hayal edemeyenlerin” bühtanı olarak değerlendirilmeli diye düşünüyorum!...

Mustafa Kemal, umudu elinden alınmış hırpalanmış, silahsız bırakılmış bir milleti yeniden ayağa kaldırmanın müthiş mücadelesini veren büyük bir asker ve devlet adamıdır benim gözümde…

İtalyan yazarın bu kitabi 1955 yılında ilk basıldığında Niyazi Ahmet Banoğlu (Tarihi araştırmalarıyla tanınan Banoğlu, 1957'de Tarih ve Coğrafya Dergisi'ni yayınladı. 27 tanesi Atatürk konusunda olmak üzere yüzden çok eser verdi. 1937'de Atatürk kendisini Dolmabahçe Sarayı'nda kabul etti. Atatürk Hatay konusundaki baş makaleleri, Banoğlu'nun Yazı işleri Müdürü olduğu Kurun gazetesinde Asım Us imzasıyla yayınlandı. 6 Ekim 1992'de vefat etti.)  kitabın ön sözü olarak aşağıda özet halinde verdiğim yazıyı kaleme aldı… Anlatılan bu olaylar sizde nasıl bir Atatürk portresi oluşturur bilmem ama bende bir kez daha hayranlık uyandırdığını ifade edebilirim…Buyurun hep birlikte Niyazi Ahmet Banoğlu’a kulak verelim…

Yabancı gözü ile Atatürk serisinin bu üçüncü kitabı, bir İtalyan yazarın eseridir. Gururla okuyacağımız kitap da, eşsiz Atatürk’ün insanüstü enerji, zekâ ve iman kudretini dünya milletlerine haykırmaktadır.

Muharrir, istiklal Harbimizin muhtelif askerleri safhaları arasında Atatürk’ü de birçok cephelerden tahlil etmeye çalışmaktadır: 1-Askeri kudreti, 2-Siyasi hadislere, nüfuzu ve ileriyi görüşü, 3-Nefsine ve milletine güveni.

Eser, ayrıca kara günlerimizi bütün canlılığı ile gözlerimizin önüne sermekte, bilhassa İzmir ve güney vilayetlerimizdeki çete harpleri ile teşkilatlanmış ordularımızın üstün düşman kuvvetlerine karşı zaferlerini canlı tablolarla belirtmektedir.

Parçalanan, paylaşılan, yer yer işgal edilen, bütün ümit kapıları kapatılan ve binnetice yok edilmek istenen bir milletin dünyanın en muazzam devletlerine karşı siyasi askeri zaferini nasıl ve ne şartla içinde kazandığını bir ecnebi kaleminden okumak, bize sade gurur değil, daha fazla milli bir heyecan vermektedir.

Biz, bu mukaddeme ile yalnız bir noktanın izahına çalışmak istiyoruz. Mustafa Kemal, İtalyan muharririnin ve diğer birçok garip siyaset adamlarının anladıkları manada bir diktatör mü idi? Eserin İtalyanca adını sadık kalarak “DİKTATÖR” sıfatın kullandığımız içindir ki bunun tartışmasını yerinde buluyoruz. Yalnız şuna da işaret edelim ki, kendimize sorduğumuz bu sorunun cevabını vermekte indi  mütalaalarımıza hiç gerek görmüyoruz, zira bizzat Mustafa Kemal, bunun cevabını vermişti.

Atatürk kendisine “DİKTATÖR” denmesine ilk cevabı sanıyoruz ki,335yılında Emekli Orgeneral Fahrettin Altay’a yazdığı özel mektupta vermiştir. İşte bu mektuptan bir parça:

“Hüseyin Beyin esnay-ı rahta bazı kimselerden, bizim hiçbir vakit hatır u hayalimizden geçmemiş ve geçmeyecek olan muzır fikirler propaganda edildiğini söylemesi cidden teessürümüzü mucip oldu

“Mesela, diktatörlük gibi… Bu fikrin ne kadar bi-mana olduğu erbab-ı iz’anca sühulette tak-tir olunur. Birde bu hususta zerre kadar şüphe ve tereddüde düşen erbab-ı namus ve hamiyet için heyet-i temsiliyeye fiilen dâhil olarak teşrik-i  mesai etmek ve tavır ve mişvarı kontrol etmek daima mümkündür.”

Cumhuriyetin onuncu yıldönümü için hazırlanan birçok pankartları tetkik ediyordu:

 “Atatürk bizim en büyüğümüzdür.”

 “Atatürk bu milletin en yücesidir.”

 “Türk milleti asırlardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı.”

 Mustafa Kemal, bütün bunları okudu ve çizdi, okudu ve çizdi. Yerine şunu yazdı:

 “Atatürk bizden biridir.”

Bunu yazana kim diktatör diyebilir ve kendini haklı görebilir?

Atatürk’ü hicveden bir şair görevinden alınmıştı. Umumi aftan istifade ederek tekrar mesleğine dönmek istiyordu, bu hakkı da kanun kendisine bahşetmişti. Fakat idare amirleri çekiniyorlardı. İş Atatürk’e aksetti ve şu cevabı verdi:

—Aşkolsun… Şahsi iğbirarım dolayısıyla kanuni vecibelerin yerine getirilmesine mani olacak kadar beni egoist mi sanıyorsunuz? O genci hemen ilk açılacak yere tayin ediniz.

Hangi diktatör bunu yapar?

Türkiye’yi ziyaret eden bir yabancı siyaset adamı ile Ankara Palas’da konuşuyordu. Bir ara şunları söyledi:

—Ben, düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim. Yanlışım varsa, halk beni tekzip etsin!

İşte diktatör denen Atatürk.

Ve bir tarih dersinde Atatürk örgenciye soruyor:

—Türk milletini kim kurtardı?

Öğrenci hemen cevap veriyor:

—Atamız kurtardı!

Atatürk bu cevabı kabul etmiyor ve:

—Hayır, çocuğum, diyor. Türk milletini kendi kurtardı

Hangi diktatör bu lafı söylemiştir?

Pek sayın refikası Latife Uşaklıoğlu’nun bana nakletmek lütfünde bulundukları bir fıkra, Atatürk’ün “diktatör” kelimesiyle asla  bir yakınlığı olmadığını ne güzel ifade ediyor.

İzmir’de, Uşaklı oğlu köşkünde misafir kaldığı gecenin saat ikisinde:

—Ben bu gece tramvaya binmek istiyorum… Der.

Şehirde el ayak kesilmiş, altı tramvaylar erlerine çekilmişlerdi. Bu saatte tramvaya binmek arzusu hiçbir şeyle izah edilemiyordu. Fakat Mustafa Kemal ayak diretiyordu.

—Mutlaka tramvaya binmeliyim!

Çaresiz haberler gönderiliyor, bir eski tramvay hazırlanıyor ve Latife Hanım, maiyetleri tramvaya biniyorlar.

Mustafa Kemal, bunu mutlaka bir maksatla yapmıştır. Belki de maiyetinde bulunanlardan birine ders vermek için. Nitekim kısa bir süre sonra geceni bu saatinde bir işkenceye katlanma bahasına dersini veriyor.

Sürücü beygirleri kamçılarken Mustafa Kemal soruyor:

—Beybaba, hayvanlara kamçı vurmadan süremez misiniz?

—Koşmazlar Paşam!..

—Dur öle ise, birazda ben idare edeyim…

Sürücünün yerine geçiyor, eline aldığı kamçıyı havada şaklatarak atları doludizgin koşturuyor ve sonra:

—Ben de bu milleti bir hedefe götürdüm. Fakat kamçı kullanarak değil!

Sonra arkadakilere dönüyor ve:

—Latife, sen de bari bilek kes! Bu kadar yolcu var! Yalnız paraları cebe atmaya yeltenme!

İki ders… Kime olursa... Her zaman  “ders” vasfını muhafaza edecekti.

Bir diktatör böyle mi yapar?

Dolmabahçe Sarayında Atatürk’ün sofrasında, Meb’us Reşit Galip, bir tartışma üzerine O’na haykırıyor:

—Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Vakıa biz saraydayız ama hocamız hace-i  sultani değildir. Cumhuriyette tenkit serbesttir.

Aradan çok geçmeden Reşit Galip, hayır tecziye edilmiyor,vekil oluyor,Maarif Vekili!..

Amerikalı bir kadın gazeteci Dolmabahçe Sarayında Atatürk’le mülakat yapıyordu ve hep “diktatör” kelimesi üzerinde duruyordu. Bir aralık Atatürk şu cevabı verdi:

—Evet, diktatör,diktatör amakalplere girerek hükmeden diktatör!..

Ah, kalpleri fetheden Atatürk... Seni sadece asker, sadece kudret ve kuvvet timsali bilenlerin bühtanları elbette ki, bizim kalbimizde yer etmez.

Bu kitabın yeni baskısı “Berikan yayınevi “tarafından 2001 yılında “Ön Asya Diktatörü Mustafa Kemal” ismiyle yeniden basıldı. Merak edenler için!...

Görüşmek üzere, Allah emanet olunuz…