Karadeniz’de çay ziraatının gelişmesine kadar fakirlik yaşandığını dinleye dinleye büyümüş bir kuşaktanım. Şuurum ve çevre hafızam ancak 1955’lere,beş yaşında olduğum günlere gidebilmektedir. Bunun anlamı açık; fakirliğin yaygın olduğu günleri yaşamadım, çay bereketiyle refahın kıpırdamaya başladığı evlerin birinde doğup büyüdüm. En sevdiğim şiirlerime konu olan 1950–60 arası Karadeniz’in yapısı ve hayatı, benim için bütün dünya güzelliklerinin ilk mektebiydi.

Allah fırsat verdi, bu güzelliklerin bir kısmı eserlerime yansıdı, basıldı, eh Türkiye şartlarında ne kadar okunursa, okundu. Böylece, Rize’nin tanınması yönünde benimde bir nebze katkım olmuştur diye düşünmeye cesaret edebiliyorum. Fakat asıl söylemek istediğim başka. Çok daha fazlası, edebi eserlere ve sinema-televizyon yapımlarına yansıyabilir. Tabiî ki, bunu sadece Rize’yi tanıtma açısından arzu ediyor değiliz. Zira Rize’yi tanıtmak bizim için ihtiyaç olduğu kadar, Rize’yi tanıtmak ta Rize dışındaki insanlar için ihtiyaçtır. Kültür mozayığımız içinde çok renkli bir yeri bulunan Rize ve çevresinin kaybolan, kaybolmaya yüz tutan ve korunabilir çok değerli, aslında bütün insanlık için önemli.

Bu çok büyük iddia mı? Hayır, değil…30 yıla yakın bir zamandır İstanbul’da, Ankara’da ve başka yörelerimizde, hatta Avrupa’da bunun testini yaptım defalarca. Bir Rizeli için olağan görünebilecek pek çok tip ve olayı, sayısız geçmiş ayrıntısını aktarmış ve her defasında insanları hayran ve hayretler içinde kaldığına şahit olmuşumdur.

Bir örnekle muradımı daha iyi açabileceğim…

Benim kasabam da(İyidere) kullanılan adıyla “karkalaçi” diye bir olay vardır. Sanıyorum Rumca bir kelime olan “karkalaçi” harikulade renkli bir geleneğin adı.

1970’li yıllarda sahil yolu kumsalımızı katledenlere kadar, evet yani daha düne kadar yaşayan; belki bin yıllık, belki iki bin yıllık bir gelenek. Kısaca şöyle özetleyebiliriz. Sel ve göçüklerin ırmaklara, ırmakların da denize getirdiği, denizin de dalga dalga kıyıya taşıdığı kök ve dalları yarışırcasına kaparak biriktirmek…

Düşünün, Rize gibi, ağacın çok bol olduğu bir yerde, bazen geceleri, fener ve lüküs lambalarıyla yüzlerce kişinin denizden gelen ganimeti toplaması kadar harikulade sinema sahnesini nerde bulabilirsiniz? Tam Karadenizli ye has uyanıklığın ve maceracılığın örneği olan bu geleneği kendim de defalarca yaşadım. Bazen kocaman bir kütüğü, boyumuzdan üç kat büyük dalgaların kırıldığı yerde, yani denizin tam gırtlağında, bir başka komşu çocuktan kapmaya çalıştığımızı hatırlayınca hala iliklerime kadar heyecanlanırım.

Şunu da çok iyi hatırlıyorum ki, bazı aileler kışlık odunlarını her yıl bu “karkalaçi” geleneği sayesinde bedava temin ederdi.

Sadece bir “karkalaçi” geleneği bile ki bugün büsbütün yok olmuştur tek başına bir kitap konusu değil midir?

Peki, kim yazacak?

Ömrüm olursa ben yazacağım, yazmaktayım. Ama bir çiçekle bahar gelmez… Nerde bizim yeni gençlerimiz? Nerde ,Rize’de dünyanın güzelliklerini görebilen delikanlılar?...Yoksa, Nataşa’dan başka bir şey göremiyorlar mı?...(Kaçkar Gazetesi 1993)

1993 yılında Rize Kaçkar Gazetesin de yazmış olduğu yazılarından bir tanesini sizlerle paylaştığım değerli büyüğüm Ömer Lütfi Mete abimizi kaybettik. O’nun için çok şey söylenebilir elbette hatta yakın dostları, arkadaşları ölümü üzerine O’nu anlatan yazılar kaleme alıyorlar da… Ben de, sevgili Ömer Abi için iki şey yazmak istiyorum…

1999 seçimlerin de, MHP Rize Milletvekili 1.sıra adayı idi ve Rize’li, parti ve kişi taassubuyla hareket ederek, Ömer Lütfi Mete çapında ki bir değeri meclise yollamamıştı! 2004 yılın da Rize de kendisiyle bir sohbetim olmuştu orada bu konuda ki üzüntülerini bizzat ifade etmişti ve kırgındı…

İkincisi ise, son sohbetim de O’na da söylediğim kendi gerçeğimdi! Ömer Abimizin yukarda sizinle paylaştığım ”kalkalaçi” yazısı beni çok etkilemişti ve o günler de kaleme aldığım,yıllar sonra bir kez daha yazdığım “Rizeli demek kafi” yazımın ilham kaynağı olmuştu..O yazım da şöyle demiştim…

“Anlama iradesi ferdin şuurundan doğmaktadır. Rizelinin var olan şuuru inanıyorum ki; iradeye dönüşmeye başlamıştır. Bu durum insani sorumluluklarımızın da kapısını aralamaktadır aynı zamanda…

Rizeli Allaha kul olmak demenin hiçbir şeye kul olmamak demek fikrinin manası kişiliğinde cem etmiştir. Rize’ye ve onun coğrafyası üzerine ahkâm kesenlerin, o coğrafya ya ve insanına birde bu açıdan bakmalarını tavsiye ediyorum… Unutmayalım, Rizeliyi anlamadan onun harikulade coğrafyasını anlamakta mümkün olmayabilir…”

Bu satırların ilham kaynağı olan, Rizemizin ve Ülkemizin değerli bir düşünce adamını kaybettik. Eğilmeyen bükülmeyen, dık duran ender bulunan bir kişiliğin sahibiydi değerli hemşerimiz Ömer Lütfi Mete Abimiz… Ve O, Üstad Necip Fazıl’ın, Rizeli demek kâfi hitabını hak eden birisiydi… Yeri mekânı cennet olsun, milletimizin başı sağ olsun…

Görüşmek üzere,Allaha emanet olun….