Üzerimde hakkı olmayan tek insan göremiyorum bu dünyada!

Dünyada en sert ve en yumuşak madeni, kalp… Ateşini bulsun; hemen değişir.

Muradım akreplerle halleşmek, onları okşamak!

Can taşıyan, yüreği atan her yaratığa acıyın! Ağzından kemiğini çaldıran köpeğe, her parçası ayrı ayrı kıvranan solucana, tabanı yanan çakala… Hepsinin üstünde insana; buruş buruş beyni, alnı ve çenesiyle gözyaşı döken insana acıyın!

Ona göre aile ve cemiyet terbiyesi… Masallarda, karıncaları ezmemek için, ayağına çıngıraklı nalın giyen adam yerine, incecik manaları ezmeyeyim diye, toprakta basacak yer bulamayan çilekeş insanların topluluğu… İçtiği suyu, olduğu gibi gözyaşına çeviren insanların cemiyeti…

Evet, Amerika da bir cinayet işlense dünya çapında bir ses bütün insanlığa sorsa; Katil kim?... Benim diye bağırabilirim…Soğuk kış geceleri, köprü altında yatan çıplakların vebalı benim boynumda, gömleğimin yakasında…İstersem çareme adli tıp baksın; fakat bir hastaneye girsem de, kan kanseri çeken sapsarı hastalar görsem, onları bu hale ben mi getirdim, diye düşünüyorum…

Merhamet, harikulade bir şey; içinde hayat kaynayan kazan…

Eğer ona uzanan eller arasında benim kan dolu avuçlarım olsaydı… Ben suçluyum! Bana acımak, merhamete mevzuunu kaybettirmek olur. Bana acımayınız ki, bundan böyle acıyabilesiniz…

Göklerim merhamet dolu olduğuna inanıyorum. Bizse, umacı korkusuyla yorgan altına kaçan çocuk gibi, nefsimizin beton çatısını tepemize çekmiş, yaşamayı öldürüyoruz! Yağmurun yalnız suyunu toplayabiliyoruz; ruhundan uzağız!

Hâlbuki ne güzel isim koymuşlar ona; Rahmet...

Ne duruyorsunuz? Sökün sahte su borularını, ev ev merhamet şebekesini kurun! Tepelerinizde ki çatıları da yıkın, göklerle temasa geçin!

O zaman göreceksiniz ki, acı su borularından kendi kendisine tatlı su akacak ve başlar üstünde güneşe yol veren kubbeler yükselecek!

Merhametin ukalası olmak ,merhametsiz olmaktan beter…Papazın yaptığı gibi, sadece edebiyatçı olmak da onu harcamak…Yalnız duyalım, duygusunu arayalım, hayatını yaşayalım!...

Kalbim bütün dikişlerinden yırtıldı; yine mühürü istediğim gibi açılmıyor. Beş dakika uyusam merhametsiz uyanıyorum. Yediğim yemeğin ilk lokmasında merhametli, son noktasında zalimim!...

Ne yapayım ki, kin ve garez duygumu, kendime, bütün af ve merhamet hissimi dünyaya çevirebileyim?...

Ne etsem, nefsim arkamdan onu salyasıyla kendisine göre mayalandırıp yutuyor, besleniyor. Hem benim nefsimi kıracak, hem de rahmetinden hiçbir şey kaybetmeyecek sistem!...

Onu arıyorum! Büyük meydana heykelimi dikmek yerine, leşimi katır iskeletlerinin yanına atacakları merhamet cumhuriyeti nerededir? Bütün sınıflara paydos! Dünyayı, hasta ve hastabakıcılarından iki sınıfa bölecek ve bir numaralı odaya, atom âlimlerini ve politikacıları yan yana yatıracak anlayışa yol var mıdır?

Yalnız acıyanlar ve acınanlar sınıfı…İki, yahut iç içe tek sınıf…

Gerisine paydos!...

Acımıyorsun! Acımak annelerin ilmi… Birbirinize acımanız veya acımayı öğretmeniz için anne olmaya bakın. Size anne olmaya bakın diyorum, beni anlıyor musunuz?

Nasıl anlayacaksınız? Merhamet nedir, bilmeden anlamak olur mu? İşi gücü zorla suç aramak olan insan, neden anlar?

Siz merhametten, acıma duygusundan yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız. Yerinde haklısınız. Fakat ondan ne büyük iyilik doğacağını unuttuğunuz için, en büyük hakkı kaybediyorsunuz.

Rahmet kaldırılmış sizin kalbinizden…

Buz çölünde yol alıyorsunuz!

Siz ağlayamazsınız! Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz!

Haydi, merhamet isteyenleri susturmaya gidelim! Sonra bir kenara çekilip, biz de susar…

Yalnız ağlarız!

Merhum Nurettin Topçu’nun hayat çapında ki “merhametin olmadığı yerde insan yoktur!” sözüne nazire yaparcasına kitaplik çapında bir tiyatro eser kaleme alan Üstad Necip Fazıl’ın “Reis Bey”inden “merhamete” dair altını çizdiğim cümlelerden derlediğim  yazım,yeni bir yıla girmeye sayılı günler kala, insanlığın aslında neye muhtaç olduğunu vicdanımıza nakşeden  satırlarla doludur!

Savaşlar… Ekonomik krizler… İnsan hakları ihlalleri… Çevreyi tahrip eden siyasi kararlar… Doğal afetler… Dünyanın dört bir tarafına vatanlarını terk ederek gitmek zorunda kalan mültecilerin dramı dünyamızın merhamete ne kadar muhtaç olduğunu bize bir kez daha göstermiştir.

Maalesef; zenginin daha zengin fakirin daha da fakirleştiği, düşene bir tekmede en yakınından geldiği bir dünya ile karşı karşıyayız!

Onun için yaşadığımız bu dünyaya birde “Merhamet” penceresinden bakalım diye hepimizi düşünmeye davet ediyorum!

İhtirası hiç bitmeyen insanoğlu,“buz çölünde yol almaya” devam ederken, silkelenen ve “bu gidişe dur ” diyebilen her insan benim gözümde bu çağın kahramanıdır!

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olunuz…