Zamanla anladım ki; Ramazan ve insan arasındaki ilişki “bir ibadet” olmaktan çıkıp sanki zamanı doldurduğumuz öylesine, alelade bir serüvene dönüştü! Görsel anlamda zirve yapan günümüz Ramazanları sanki manevi dünyamızdaki anlamını yitiriyor gibi geliyor bana…(Bir ibadetin ötesin de Ramazan/ 2008-Çay Haber)

Böyle yazmıştım iki sene önceki Ramazan ayıyla ilgili yazımda… O gün ki yazdıklarıma bugün rahmet okutuyorlar birileri… Kimler mi onlar?  Mübarek Ramazan ayını referandum panayırına döndürerek manevi dünyamızı tahrip eden; Referandumu ne için yapıyoruzu unutup milyonlarca işsizi ve bir o kadarda asgari ücretlisi olan bu ülkenin insanının gözünün önünde havuzlu villa tartışmaları yapan anlı şanlı siyasetçilerimiz! Ben artık ”evet-hayır” çılgınlığının  geldiği noktanın dışında olmak istiyor ve insanımıza bu mübarek ayda reva görülen pespayeliği iğrenerek izlediğimi ifade ederek asıl yazmak istediklerime  geçiyorum….

İnsanoğlunun en güzel şekilde nefsini terbiye edeceği ve sabrını olgunlaştıracağı mübarek günler olarak görürüm oruç ayını…

 

Bilmiyorum sizde de her Ramazan başladığın da geçmişe dönük hatıralarınız gözünüz de canlanır mı? Ben sadece nefsimizin terbiye edilmesi olarak bakmıyorum Ramazanlara. Çocukluğum da köyümüzde, yaylalarımızda yaşadığım o güzel Ramazanları hatırlarım da!

 

Hele ilk oruç tuttuğum ya da tutmaya çabaladığım zamanlar aklıma geldikçe tebessüm etmekten kendimi geri alamam… Bir Ramazan daha geldi ve iyi ki geldi gönlümüzün sultanı…

 

Nasıp işte ilk orucumu Pelat yaylasında tutmaya başlamıştım. Daha sonra Şemkehot yaylasında Bayramla taçlanmıştı ilk tuttuğum orucum.

 

Ama ilk orucum ilk oruç bozmamın da tarihidir aynı zamanda…

Sanırım on beş gün kadar Pelat yaylasında Ramazan geçmiş daha sonrada Şemkehot yaylasına göç etmiştik. Sabahın ışımasıyla beraber kalkıyorduk akşama kadar o uzun günlerde çoban gidiyorduk. Aslında yaşım 11 yada 12 idi. Rahmetli Ayşe Halam,evladım  günler uzun bak arkadaşların da tutmuyor sen de tutma diyordu ama laf dinlemiyordum. Ama ne yalan söyleyeyim her gün akşama doğru içimden,yarın bende tutmayacağım diye geçiriyordum!...

 

Yaklaşık on gün sonra Şemkehota geçtik. Bilenler bilir, bu yaylamızda çobanlık yoktu. İnekleri sabah gidecekleri yere götürür ve geri dönerdik. Daha sonra koca bir gün ya top oynamak ya met-değnek ya da başka bir eğlenceli etkinlikle geçirilirdi…

 

O sene  oruçlu olmamız nedeniyle daha bir dikkat ediyordum. Yaşıtlarım dağ bayır dolaşırken ben daha çok vonagın etrafından ayrılmamaya özen gösteriyordum. Ama arkadaşlarımın ya da büyüklerimizin dağlara doğru olan gezilerini de dürbünle izlemekten geri kalmıyor onlara özeniyordum…

 

Bir gün iftara yaklaşık iki saat falan varken arkadaşlar Salağpurda top oynamaya gidelim dediler. Ben de bu teklifi geri çevirmedim ve arkadaşlarla beraber Salağpura top oynamaya gittim.

İki takım oluşturuldu ve maç başladı. Maçın ilerleyen bölümlerin de, oruç tutmayan yaşıtlarım Salağpurun puğarından kana kana sularını içip tekrar maça dönüyorlardı. Ben o kadar yorulmuş ve o kadar susamıştım ki topa ayak vuracak dermanım bile kalmamıştı. Bir ara bayılacağımı sandım ama  kenara çekilerek, çimenlerin üzerinde dinlenerek toparlamıştım.

 

Neyse maç iftara yarım saat kala bitti ve arkadaşlar Şehitliğin altından Hoveniçe doğru çıkmaya başladılar. Benim gözüm o kısacık yokuşu çıkmayı kestiremiyordu!  Arkadaşlara siz gidin ben de yavaş yavaş arkanızdan gelirim dedim. Onları izlemeye başladım.

Ne zaman ki görüş alanımdan çıktılar ,daha maç oynanırken kafama koyduğum işi yapmak için Salağpurun o tadına doyum olmaz puğarına doğru sürünerek gittim. Orada yaşadığım sahneyi nasıl anlatırım bilmiyorum ama sanırım bugüne kadar o buz gibi puğardan benim kadar bir defada su içen başka bir kul var mıdır bilmiyorum!

Defalarca başımı puğarın göletine daldırıp çıkarıyordum.her defasında o buz gibi suda kana kana içiyordum! O kadar su içmiştim ki,karnım şişmiş ve adım atacak takatim da kalmamıştı.

 

İftar olmak üzereydi ve benim bir an önce eve gitmem gerekiyordu. Ama bu halı nasıl gidecektim. Çimenlerin üzerine beş on dakika uzandım belki kendime gelirim diye ama nafileydi. Nihayet kendimi biraz topladım ve eve gitmek için yola koyuldum. Düşe kalka eve geldiğimde iftar olmuştu bile. Rahmetli Ayşe Halam beni görünce telaşlı telaşlı, nerdeydin evladım diye çıkıştı. Ben arkadaşlarla top oynadığımı, yorgun düştüğümü söyledim ve ancak gelebildiğimi ifade ettim…

 Tabii o kadar su içmişim ki,yemek yemeyi bırakın  o en sevdiğim peynir muhlamasından da yemeyince ,Halam,sana ne oldu hastamı sın  diye sordu. Ben yorgunluktan olduğunu söyledim ve kendimi altı poşğe dolu yatağın üzerine attım. Uyandığımda Halam beni sahura kaldırıyordu!...

 

Evet dostlarım ilk orucumu ve ilk oruca dair günahımı sizlerle paylaştım!…

Bu vesile ile yaylacı annelerimizden ölenlere Allah Rahmet etsin kalanlara da uzun ömürler versin duasını ediyorum…Sizlerin de mübarek Ramazanınızı kutluyor,hayırlara vesile olmasını Rabbimden  niyaz ediyorum….

 

Görüşmek üzere,Allaha emanet olunuz…..