Şu düşüncemi daha makalenin hemen başında ifade edeyim.

Hepimiz insanız.

Zaman zaman hayatımızda iyi, zaman zaman da kötü şeyler yaşarız.

Bu durum cemiyet hayatı içinde geçerlidir.

Elbette kötü şeyler yaşadığımızda eleştireceğiz, konuşacağız, sorgulayacağız ve bugün çok revaçta olan sosyal medyada da paylaşacağız.

Benim eleştirim, sanki olup bitenlerden bizim hiç sorumluluğumuz yokmuş gibi “bencilce bir vehme kapılıp” suçu kendi dışımızdaki insanlara atmamızdır.

Sosyal medya hesaplarımızda bol bol paylaştığımız düşünce adamlarının, şair ve yazarların sözlerine kulak vermek yerine hemen topu taca atmada da mahir davranırız!

Son zamanlarda ülkemizde yeni bir anlayışın furyası “ete kemiğe” bürünmeye başladı!

Bir kesim “hep şikâyet eder” kendileri gibi düşünmeyenleri çeşitli cümlelerle aşağılar ve “yaşanmaz bu memlekette” der!

Soyunu sopunu, yetiştiği yeri veya çevresini “hor görenler” için “kestane kabuğundan çıkmış, çıktığı kabuğunu beğenmemiş” diye bizim ülkemizde bir “kınama sözümüz” vardır.

Bugün gerek siyasi iktidarın tutumu, gerek hayat pahalılığı, gerek işsizlik ve buna bağlı birçok nedenden dolayı hiçte azımsanmayacak bir insan, “ülkesinden şikâyet ediyor” ve ülkesini “hor görüyor!”

Gerçekten çok üzülerek ifade ediyorum.

Bizim en büyük problemimiz; bir mesele hakkında konuşmaya başladık mı “en masum olan bizleriz” ve bizim dışımızdakiler “kötüdür” anlayışıdır.

Daha açık ifadeyle; “biz sütten çıkmış ak kaşığız” ama bizim dışımızda olanlar var ya, “bilgisiz, kötü, duyarsız, merhametsiz” insanlardır.

Mesela, belediye otobüs durağının içine onlar hiçbir zaman arabalarını park etmezler!

Trafikte bütün kurallara harfiyen uyarlar!

Hastahaneye muayene için gittiklerinde sıraya dikkat eder öne geçmeye çalışmazlar!

Rakip takımın galibiyetini gayet sakın ve anlayışla karşılar, fanatiklik yapmazlar!

Onların dışındaki siyasi parti taraftarlarını gayet anlayışla karşılarlar ve dinlerler!

Ama diğerleri öyle mi?

Ne nezaketten anlarlar, ne de insanı olan hiçbir şeyden!

Pek çok şey iyi gitmiyor ülkemizde, kabul.

Ekonomik sıkıntılar, akın akın gelen göçler, adam kayırma, liyakatsiz kişilerin hak etmedikleri koltuklara oturması, kadına şiddet, yolsuzluk, hukuksuzluk, zaman zaman yaşadığımız doğal felaketler vs.

Bütün bu sorunların hepsinin varlığını elbette kabul ediyoruz.

Fakat bu meseleler sadece bizim ülkemizle sınırlı yaşanılan sorunlar değil ki.

Hem dört mevsimin aynı anda yaşandığı, tarihte en önemli devletlerinin kurulduğu, hala yardımlaşma kültürünün, misafirperverliğin ve yaşlılarımıza karşı gösterdiğimiz vefa duygusunun zirvelerde olduğu bu güzel ülkeyi “eleştirirken de sevemez miyiz” yani?

Bazı insanlar neden böyledir?

Hep istedikleri mi olacak bu hayatta?

Böyle bir dünya var mı gerçekten?

Bunları düşünürken, 80’li ve 90’lı yıllarda köylerini boşaltıp, daha iyi imkânları var diye büyük şehirlere “göç eden” insanlar geldi aklıma!

Köyde, üreten, ekip biçen, yaylalara çıkan orada hayvancılık yapan köylüler, büyük şehirlerde “hayallerini gerçekleştirmek için” bir iki kuşaktır çabalayıp duruyor!

Bugün göç eden bu insanlar; köyleri terk edenleri eleştiriyor; neden tarım bitti, hayvancılık yok oldu diye kendi dışındakilere “hesap soruyor!”

Hani ülkemiz kendi kendine yeten bir “tarım ülkesiydi”; neden bu ürünleri dışardan ithal ediyoruz, yazık değil mi bu ülkeye!

Sanki köyden bir göç eden bendim, onlar hep şehirliydi.

Bütün bu olup bitenin suçunu “kendi dışındakilere atarak”,“yaşanmaz bu ülkede demek” ucuzluğuna kaçanlar çok iticiler!

Bazen de bir bakıyoruz ki; elini taşın altına koymayıp “en ağır ve acımasız” eleştirileri yapanlar, ülkeyi terk edip gitmenin yollarını arıyor!

Ve fırsatını buldu mu da hemen gereğini yapıp “ülkeyi terk ediyorlar!”

Bir de bu “şikâyetçilerin” çoğunluğu, ülkemizdeki en “yüksek gelire sahip, yazar çizer, sanatçı kimliği olan” kişilerden çıkıyor bu da ayrı bir tenakuz!

Üstelik ülkenin kaymak tabakasından olan bu insanları, bir de Türk Milleti baş tacı ediyor!

Bilmenizi isterim ki;

Tespitlerim afakı değil; bire bir cemiyette gördüğüm, duyduğum ve zaman zaman da eleştirerek sorguladığım kesimlerdir.

Son olarak şunu ifade etmek isterim;

Bu ülkenin birikimlerini hovardaca diline pelesenk ederek “aşağılayan ve hor gören değil”, var olan değerleri koruyan ve elini taşın altına koyarak olduğu yeri güzelleştiren insanlardan olalım.

Yarın öbür gün, dört mevsimin yaşandığı bu muhteşem coğrafyayı ve insanını beğenmeyen “burnu yukarda” kişiler, gittikleri yerde aradıkları “ huzuru” bulamadıkları zaman, dönüp gelecekleri yer doğdukları ve beğenmedikleri bu güzel ülkedir!

Merhum Cemil Meriç, “burnu yukarda” hiçbir şeyi beğenmeyen sürekli eleştiren bu kişiler için demişti ki;

“Her dudakta aynı rezil şikâyet; yaşanmaz bu memlekette!

Neden?

Hayır, onlar Türkiye’nin insanından şikâyetçi.

İnsanından, yani kendilerinden.

Aynaya tahammülleri yok.

Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını “yaşanmaz”laştıranlardır…”

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…