Fikir planında “münakaşa eden iki insan aynı graniti yontan iki heykeltıraş, hakikati arayan iki yol arkadaşıdır. Hedefi tahrip değil terkiptir, bu kavganın mağlubunun, muzaffer olduğu tek yarış, yanıldığını kabul etmek yeni bir hakikatin fethiyle zenginleşmektedir. Parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiştir” diyordu Rahmetli Cemil Meriç yıllar önceden.

Gerek ikili ilişkilerimizde, gerekse sosyal boyutu olan toplantılarda yakaladığım bir hakikat üzerinde durmak istiyorum…

Her insan mensubu olduğu fikri potansiyelin mahkûmiyeti içerisinde salt kendi haklılığını ispata çalışan bir figüran rolünde sanki. Topyekun kendi dışındaki dünyayı sorgulayan , şahsıyla ilgili her türlü dengeler kurmuş rehavet içinde muhataplarını en galiz biçimde anlayan ve bunu gözler önüne seren bir çeşit akıl..(hezeyan)

Bugün kaynağı vahye dayalı olan hakikatleri yüksek sesle dile getirmeyi bir moda olmaktan kurtarıp hakiki zemine oturma marifetiyle karşı karşıyayız. Aynada hiç kendisini seyretmeyen, kendi aynasında hep başkalarını seyreden, bunun için hayatını tamamen kendi dışındakilerindi tenkidi üzerine akord eden solukları kaynağında susturmamız lazım.

Rahmetli Üsdat Necip Fazıl’ın “benim esas korkum davaya dışardan müdahale edenler değil, içerden çökertmek isteyenlerdir” hakikatinde ifadesini bulduğu gibi, vahye susamış gönüllere ulaşabilmemizde en büyük engel mukaddes engeller olursa, şirinleşip gönüllere girme celbi göstermeden insanları kırıp budayan anlayıştır.

Bu anlayış, radikal (köktenci) çıkışların temsilcisi gibide lanse edilebiliyor kendini zaman zaman. Evet, hakikat her zaman üstündür ve zulümle anlaşma zeminine oturmaz.

Fakat aynı ufka baktıkları, aynı hassasiyetleri taşıdıkları halde hadiseleri farklı boyutta değerlendiren insanları topyekûn dışlayan, onlarla ortak bir payda arayıp bulamayan bu insanlar neyin mücadelesini veriyor olabilirler ki? Geleneksel düşünce tarzına kıyam ederken, hakikat sahilinden hezeyanlara göz yummak mümkün değildir.

İnsanlık tarihine baktığımız zaman salt aklın dehlizlerinde ilerleyen ama çok yeni şeyler söyleyen niçin sapık düşünceli adamların boy gösterdiğini görürüz. Akıl felsefe aracılığı ile Kuran hakikatlerini izah etmede vasıtalık ettiği ölçüde felsefe güzeldir akıl muteberdir. Hakikate teslim olan aklın hareket serbestliği söz konusudur ancak, kendi muhtariyetini ilan eden akıl, freni olmayan arabaya benzer, nereye toslayacağı belli değildir. Tabii ki yıllar öncesinin düşünce sitiliyle değerlendirip, İslamiyetin güzelliklerini kavramak mümkün değildir. Geleneksel din anlayışı ve düşünce biçimiyle mücadele ederken nefsi ön plana çıkartan ve hep cins şeyler söylemin şöhretini yaşatan bataklığına da saplanmamamız gerekmektedir.

Bunu temin için de kanaatime göre sarih olan yol; çok okumak etraflıca düşünmek ilim mahfillerinde bulunmak ve fikri münakaşaları sadece “hakikati arama cehdi içinde” yapmak gerekir. Yoksa kendi enaniyetini tatmin ve kendi doğrularını ispat için değil…  

Sevgili Abım Nazmi Kalyoncu’nun,1992 yılında “Kaçkar Gazetesi”nde yazdığı bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim…Doğrusu bu yazının arşivde kalmasına gönlüm razı olmadı ve elektronik ortamda kayda geçmesini arzu ettim..Zaman zamanda başka yazılarını paylaşmak isterim sizlerle. Belki Nazmi Abim bu vesile ile yeniden bizimle birlikte olur,ne dersiniz?

Görüşmek üzere, Allaha emanet olun…