Yeni Asya Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Faruk Çakır, pandemi sürecinde mamleketi Rize'nin Çayeli ilçesinde geçirdiği  6 aylık süre sonrasında İstanbul'a döndükten sonra izlenimlerini paylaştı.

Dünya her ne kadar bir ‘köy’ haline gelmiş olsa da ‘köyler’ yine de bir başka. Virüs salgınının sebep olduğu yeni çalışma şartları sebebiyle, belki de ilk okul yıllarından sonra ilk defa memleketimde, köyümde bu kadar uzun süre kalmak imkânı bulabildik.

“Büyük şehir” İstanbul’dan 1 Haziran 2020’de ayrılmış ve “uzaktan çalış”ma sisteminin sunduğu imkânlarla faaliyetlerimizi “Senoz Vadisi”nden (Çayeli) yapmaya başlamıştık. Salgının bir an önce sona ermesini ve yeniden ‘büyük şehir’e dönmeyi düşünüyorduk. Ancak tahminler tutmadı ve salgın her geçen gün biraz daha yayıldı. Buna bağlı olarak ‘tedbir’ler de devam edince uzun yıllardan beri ilk defa 6 aydan dafa fazla bir süre (1 Haziran’dan 8 Aralık’a kadar) aralıksız olarak köyümüzde ikamet etme durumu ortaya çıktı. Bu süre zarfında çocukluğumuzda yaptığımız pek çok işi yeniden yapma imkânı oldu. 

Bir defa daha görmüş olduk ki, köylerin boşaltılarak insanların büyük şehirlere taşınmaya mecbur bırakılması yanlış bir politika olmuştur. Bunun ilk adımı da ‘kesintisiz 8 yıl eğitim’le atıldı. Köy okulları kapatılınca okuma çağında çocuğu olanların köylerde yaşaması neredeyse imkânsız hale geldi. Köyler az sayıda ‘emekli’ye kaldı ve bu da dolaylı olarak Türkiye’ye ağır bir fatura çıkarmış oldu.

Salgın sonrası imkân bulanlar köye döndü ve köyler kısmen de olsa yeniden şenlenmeye başladı. Artık köylerde daha fazla evin bacası tütüyor. İnkânı olanlar köyde yaşaması tercih etse de, uzun yılların köyden ayrı kalan insanlar orada da başka sıkıntılarla karşılaşıyor. 

Mevsimine göre köyde her gün iş olur. Elbette bu, yapanlar için. Yoksa köyde yaşayıp da ‘şehirde gibi’ davranan ve her şeyi ‘çarşı’dan satın alanlar da vardır. Bağlar bahçeler ekilir ki sonra mahsul alınabilsin. Herkesin bildiği üzere ‘Ne ekersen onu biçersin’ kuralı köyde tam olarak görülür. Gün gelir ıhlamur çiçekleri toplanır. Gün gelir kirazlar, erikler toplanır. Gün gelir, elmalar ve armutlar toplanır. Bunların bir kısmı gününde yenir, bir kısmı da kışlık olarak hazırlanır. Yüzlerce ıhlamur ağacının çiçeklerinin toplandığını ve bunun ekonomi sistemine katıldığını bir düşünün... Sadece bu noktaya dikkat edilse Türkiye ıhlamur çiçeği/çayı ihracatında atılım dahi yapabilir. Kendi köyünden ve kendi vadimden yola çıkarak, ıhlamur çaylarının yüzde 10’unun dahi toplanıp ‘ekonomik sistem’e dahil olamadığını söyleyebilirim.

Sonbahar ve güz mevsimi köylerin en cazip vakitleridir. Çünkü ekilenler biçilir ve mahsuller toplanır. Elmalar, hurmalar, üzümler... Ve bunlardan yapılan kışlık kurutmalar ailelerin bütçelerine de ciddî katkı sunabilir. Tabiî ki bütün bunlar ‘eken’ler ve ‘biçen’ler ve çalışanlar içindir. Köyde şehir hayatı yaşamanın her halde cazip bir yönü olmaz. Şehirlerde yaşayan ve ekseriyetle ‘bir tık’la evini ısıtanlara göre kış ayları köyler için zorlu aylar arasındadır. Bunun için tonlarca odun hazırlanması icap eder. Bunların hepsi yorucu çalışmalarla yapanlar için mümkün.

Düşünün ki İstanbul’un bir sokağında yaşayanlar, Anadolu’daki bazı köylerden daha kalabalık. Hatta bazen bir apartmanda yaşayanlar bir köye bedel. Aradaki sakinlik farkını bu şekilde tahmin etmek mümkün. 

Köyde de iş var, ama sabah kalktığınızda ‘toplu taşıma’ya yetişme derdiniz yok. Trafik lambası yok, marketten eve su taşıma ve işe geç kalma derdi de yok. Tam olarak ‘ne ekersen onu biçersin’ gerçeği var. Amma velâkin, durumunda kaldık. Çile İstanbul çile günlerimiz başladı.

Türkiye, köylerini yeniden hatırlamak durumunda. İmkânı olanların köylerde yaşaması teşvik edilirse memlekette kısmen bir rahatlama olabilir. Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler vesselâm.

Editör: HABER MERKEZİ