Nefes aldığım sürece Rize’nin güzelliklerini sevmek ve yaşadığım bu güzellikleri kaleme almak hayatımın vazgeçilmezlerindendir!

Bir yerlerde unutulan, birçok yerine gidilmeyen, yalnızlığa teslim edilen bu güzel cennet parçasının yaylalarında olmak onlarla fısıldaşarak olsa da konuşmak benim için olağanüstü bir duygunun adıydı bir kez daha!

Üç yıl sonra ziyarete gittiğim memleketim Rize; her zaman ki gibi yemyeşil doğası, onlarca kuş türünün sesleri ve vadiler boyunca akan derelerinin gürül gürül kulağımıza ninni gibi gelen sesleri eşliğinde karşıladı beni!

Yaklaşık otuz günlük bir zaman dilimine yayılan tatil süreci boyunca hem Senoz Vadisi hem de Hemşin Vadisindeki birçok yaylayı yeniden ziyaret edip bol bol gezme imkânım oldu. Özelikle yaylalara her çıkışım, harikulade kavuşmaların ve kucaklaşmaların huzurunu verdi bana.

Yaylalarda olmak, oralarda nefes alıp vermek, şu yaylaya da gidebilsek diyerek çaba göstermek çok güzel duygular ve koşuşturmaydı tatil sürecinde benim için.

Hepimizin malumudur. Her ziyaretim sonrası dağlarında gezdiğim yaylalarla ilgili yaşadığım kucaklaşmaları sizlerle paylaşmaya gayret gösteririm.

Bu kucaklaşmalardan bir tanesi olan Hemşin Vadisi boyunca çıkıp ziyaret ettiğimiz;  “Badara, Gito, Gundeğon, Cocon, Ambarlı ve Zargistal Yaylalarında”  yaşadığımız koca bir günün güzelliklerini anlatmak isterim.

Bu yayla gezisini anlatmaya hangi noktadan başlayım diye zorlanmıyor değilim!

Sabah; şafağın doğuşuyla birlikte yol arkadaşlarım olan Halaoğlu Hasan Yılmaztürk, komşum sevgili kardeşim Altan Alemdar, her ikisinin eşleri ve çocukları, ben ve eşim Başköy’den yola çıktık.

Zamanlı zamansız gelip görüş açımızı kapatan sis ve çiseleyen yağmurun bize yol boyunca eşlik etmesiyle birlikte “Badara Yaylasına” ulaştık.  

Yol arkadaşlarıma şunları demiştim yaylalara tırmanmaya geçtiğimiz an; “her şeyi akışına bırakarak yıllar sonra yaylalarla kucaklaşmanın güzelliklerini yaşayalım hep birlikte.”

Badara Yaylasının yapay gölünün yanından geçerek yaylayı kuş bakışı gören tepeye çıktık. Resimler çekmeye başladık, fakat görüş alanımız yavaş yavaş kapanmaya başladı. Çünkü alçak duman yavaş yavaş yaylayı görünmez kılarken biz ekip olarak çoktan “Gıto Yaylasına” doğru yol almaya başlamıştık bile.

Gıto Yaylası bizi “yere neredeyse yapışmış sisle” karşıladı!

Öyle sis çökmüştü yaylaya ki tabiri caizse göz gözü görmüyordu bazı noktalarda. Buna rağmen biz yol arkadaşları olarak halimizden memnunduk! Sislerin arasından yanımıza gelen yayla ineklerini çocuklar severken bizde acıkan midelerimizi doyurmanın telaşına düşmüştük. Mangallar yakıldı, etler, sebzeler ve ekmekler kızartıldı hep birlikte yaylanın otlağına yapışan sisin eşliğinde karnımızı bir güzel doyurduk.

Tam ateşi söndüreceğimiz anda 28 plakalı üç araç yanımıza yaklaştı. Arabadan inen gençler “buraların yabancısı olduklarını, kamp yeri aradıklarını” söylediler. Bende yemek yediğimiz alanı göstererek; “burası sizin için uygundur, az aşağıda su kaynağından ihtiyaçlarınızı karşılarsınız” dedim. Gençlerden bir tanesi; “birileri bize gelip bir şey derse ne yapacağız” diye endişesini belirten bir cümle kurdu. Bende; ”işte adım bu, telefonum bu, siz bizim misafirimizsiniz, doğaya zarar vermediğiniz müddetçe burada konaklayabilirsiniz, birileri size olumsuz bir şey derse benim adımı verin” diye cevap vererek gençleri rahatlattım. Daha sonra onlardan aldığım habere göre; neredeyse oranın yerlisi olduklarını ve gelen geçenlerin onlardan yol sorduklarını öğrendim ve çok mutlu oldum.

Gito Yaylasından ayrılırken Halaoğlu Hasan dedi ki; “Abi bana güven, Gundeğon’un Beline geldik mi bak göreceksin bulutlar ayaklarımızın altında olacak ve biz dağların keyfini güneşle birlikte daha keyifle çıkaracağız!”

Nihayet Gundeğon’un Beline gelmiş ve Hasan’ın dediği çıkmıştı.

3 bin metrenin üzerinde ki bu rakımda inanılmaz bir hava vardı.

Gördüğümüz bu muhteşem güzelliklerin adını koymakta zorlandığımı söylemeliyim. Daha sonra bu anları deklanşörüne basarak ölümsüzleştirmeye başladık. Oradan ayrılamıyorduk gerçekten de. Öyle ki;  hiç abartısız yazıyorum; “ayağımızı bulutlara basıyorduk!” ve öyle seyrediyorduk dağları.

Hele “Gundeğon’nun Belinden” hem Hemşin hem de Senoz Vadilerinde ki yaylalara aynı anda bakabilmek inanılmazdı ve o muhteşem manzaralara bizzat şahit olmak ve yaşamak anlatılmaz güzellikteydi. Yaklaşık iki saate yakın bulutların üzerinde Kaçkar Dağlarının bize sunduğu güzellikleri izledik.

Yeniden arabalarımıza bindik. Bir çizginin üzerinde gider gibiydik. Çünkü 3 bin metrenin üzerinde ki bir dağ yolundan yol alıyorduk. Nihayet “Cocon Yaylası” görünmüştü. Muhteşem bir doğası var bu yaylamızın da. Cocon Yaylasına geldiğimizde tam karşısında bulunan “Ambarlı Yaylası” ve onun zirvelerinde ki “zomp/kar kütleleri” ları tek tek saymıştık. Bu kar kütleleri sadece bu yaylalar için değil dünyamız için çok önemlidirler. Onlar yoksa su da yok bu dağlarda ve hayatımızda!

Öyle güzel duygular ki yaşadıklarımız, neresinden bakarsak bakalım her bir anı bir ömre bedel diyeceğimiz kadar bizim için değerliydi.

 “Cocon Yaylasında” Kaçkar Sıra Dağlarının eteklerinde kurulan yaylaları ve akan dereleri kuş bakışı seyretmek ve hele bu seyri yaparken “yaylacı Rukiye Ablamızın” bize ikram ettiği ayran ve çayı içmek doğrusu eşine az rastlanır güzellikteydi.

Hele “Zargistal Yaylasına” gittiğimizde bize fon oluşturan sisi izlemek hüzünle karışık bir heyecandı bizim için. Çünkü Cocon Yaylasından Zargistal Yaylasına doğru yola çıkınca “Pelat, Cenlipos ve Çağçor Yaylalarımızı” görebiliriz ümidimi vardı bizde.

“Zargistal Yaylasında” ılık ılık esen rüzgâr eşliğinde kendimizi bulutlarla kucaklaşmış gibi hissettiğimizde üşüdüğümüzü de hissetmiştik! Bir yandan üşürken bir yandan da yol boyunca bizi takip eden “iki çoban köpeğinden” kendimizi ve çocukları koruma telaşına düşmüştük!

Nihayet hava kararmaya başlamıştı. Günün nasıl geçtiğini anlamamıştık bile. Artık dönüş vakti gelmiş çatmıştı. Hemşin Vadisinden başlayan yaylalara yolculuğumuz “Zargistal Yaylasından” aşağıya inerek “Şarınçor Yaylası” boyunca “Senoz Vadisinde” son bulmuştu.

Sizi temin ederim ki; bir kez daha gittiğim yaylalarda gezdiğimiz her yerlerde ki “yayla çiçeklerinin” bize hoş geldin dediklerine şahit oldum!

Daha önce sosyal medyada ifade etmiştim. Ben çiçek hastası olan birisi olarak her gittiğim yayladan mutlaka bir demet çiçekle dönerim. Bu defa da öyle oldu, çeşit çeşit çiçeklerden topladığım bir demet çiçekle köye geldim ve onları Rize’den İzmir’e dönene kadar yaşatmaya çalıştım!

Birçok kere, çeşitli vesilelerle “yaylalarımızın geleceğine dair” ortaya koyduğum düşüncelerimin ana fikrini bir kez daha hem de altını “kalın harflerle çizerek” ifade etmek istiyorum.

Hepimizin bildiği gibi Rize’mizin yaylaları müthiş bir coğrafi güzelliklere sahip.

Bu coğrafyanın çiçekleri; üzerlerine düşen “yalnızlık gölgesini” algıladığı anda bu harikulade coğrafyanın geleceği büyük bir yalana dönüşür! Bizim yayla çiçekleriyle kucaklaşmalarımızın devam etmesi için “çiçeklerimizin üzerine düşen yalnızlık gölgelerini” iyi teşhis edip tedavi etmemiz gerekiyor!

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olun…