'12 Eylül 1980 darbesi öncesinde toplum tam anlamıyla cinnet geçiriyordu. Her gün yeni ölüm haberleri geliyordu... Bir onlardan, bir bizden... Sonra darbe... 3 yıla yakın hapis yattım, 10 yıl idamla yargılandım. Mamak Cezaevi'nde sağcı da, solcu da insanlık dışı şeyler yaşadı. Diyarbakır'da, Metris'te, Mamak'ta olanlar araştırılmalı ve hesap sorulmalı. Kenan Evren'i affeder miyim? Affetmek Allah'a mahsustur...'

Bu ifadeler dönemin MHP Genel Sekreter Yardımcısı Yaşar Okuyan'a ait... Ancak Okuyan'ın o dönem bir farkı daha vardı. O puslu havada gerçekten 'Kardeş kardeşe düşmüştü'. Ve Okuyan Ailesi o ailelerden biriydi. Arif ve Yaşar tamamen farklı iki siyasi kanatta birbirlerine karşı savaşıyordu. Biri solcu diğeri sağcı. Biri DİSK'te aktif görev yaparken, diğeri MHP Genel Sekreter Yardımcısı'ydı ve devrimcilerin nefret ettiği Türkeş'in sağ koluydu. Arif, soyadını ağabeyiyle aynı olmasın diye 'Ekim' olarak mahkeme kararıyla değiştirdi. Zıt kutuplardaki iki kardeş tam 10 yıl hiç konuşmadılar. Arada kalan anneleri yıllarca gözyaşı döktü.

Yaşar Okuyan'ın henüz 14 yaşında bir çocukken ilk kez gördüğü Alparslan Türkeş'le Yalova'da başlayan macerası, 12 Eylül'e, Mamak Askeri Cezaevi'ne, Dil Okulu'ndaki tutsaklık günlerine ve idamla yargılandığı Sıkıyönetim Mahkemeleri'ne kadar uzandı. Okuyan, cezaevinden çıktıktan sonra yıllarca takım elbiselerinin vatkasında 'Bir gün yeniden oraya gidersem intihar ederim' diyerek jilet taşıdı. Ve darağacının gölgesinde 10 yıl süren davadan beraat edip siyasete atıldı.

Yıllar sonra bir gün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nda 'Bakan koltuğunda' otururken, içeri ihtilalin komutanı Kenan Evren girdi. Biri ihtilalin mağduru, diğeri komutanı iki insan, ilk defa baş başa bir araya geldiler...

MHP eski Genel Sekreteri Yaşar Okuyan, anılarının tamamını önümüzdeki günlerde yayınlanacak bir kitapta anlatacak. Kitabın en önemli bölümlerinden birini de 12 Eylül süreci oluşturuyor. Okuyan, darbe günlerine ilişkin bu bölümü ve uzun yıllarını birlikte geçirdiği ülkücü hareketin lideri Alparslan Türkeş'le olan anılarını AKŞAM'a anlattı. Alparslan Türkeş'in ilk kez günışığına çıkan çok özel fotoğraflarıyla, Okuyan'ın gözünden darbe günleri.

TÜRKEŞ'İN KAPISINDA SOPAYLA NÖBET TUTTUM
Bugün 12 Eylül'ün 29. yıldönümü. O dönemi tüm şiddetiyle yaşayan isimlerden Başbuğ'un sağ kolu Yaşar Okuyan bir dönemin sırlarını gün ışığına çıkarıyor.

Yaşar ve Arif Okuyan, İstanbul Fatih'te yaşayan Rize Çayelili bir ailenin iki oğluydu. Yaşar Okuyan 1950 yılında dünyaya geldi. Sabire ve Sultan Okuyan senelerce 'Sefertası' adını verdikleri küçük bir bakkal dükkanını işlettiler. İki oğullarını okutmanın mücadelesine girdiler. Okuyan'ın çocukluğu ilginç bir döneme denk geldi.

O yıllarda mitingler, Okuyan Ailesi'nin evinin hemen yanındaki Fatih Camii'nin avlusunda düzenleniyordu. Rahmetli Menderes'i ilk orada gördü. Hayat bu. O yıllarda küçük Yaşar, CHP Fatih İlçe Yönetim Kurulu üyeliği yapan babasıyla sokaklarda CHP bayrakları asıyordu. Bir sabah uyandıklarında kapılarında DP döneminin kırmızıyla boyanmış ünlü çarpı işaretlerinden birini buldular.

Derken bir başka sabah marşlarla gözlerini açtılar. 27 Mayıs ihtilaliyle...

Okuyan Ailesi, ihtilali sevinçle karşıladı.

Kaderin garip bir cilvesi! O yıllarda küçük birer çocuk olan Yaşar ve kardeşi Arif Okuyan, 20 yıl sonra gerçekleşecek bir başka ihtilalin mağduru olacaklarından henüz haberdar değillerdi.

Yaşar Okuyan'ın dedesi Rasim Koçal ve dayısı Turan Koçak sıkı birer Türkeş'çiydi. Türkeş 1964 yılında hayatını kaybeden eşi Muzaffer Hanım'la birlikte Yalova'ya ziyarete geldi. O dönem henüz Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Müfettişi sıfatını taşıyordu. Okuyan'ın hayatını değiştiren tanışma o yıl yaşandı:

'14 yaşındayım. Harçlıkları dedemden alıyorum. Yaz, kızlarla gezip tozuyorum keyfim yerinde. Dedem bir gün beni çağırdı: 'Her sabah bir Tercüman, bir süt, bir ekmek alıp Türkeş'e götüreceksin' dedi. Hoşuma gitmedi tabii. Ama işin ucunda harçlık var. Her sabah bisikletimle paketi Türkeş'e götürmeye başladım. Kibarca teşekkür etti, başımı okşadı. Sonra bir gün beni çağırdı ve tam 1 saat anlattı. Türkiye'yi anlatıyor bana Türkeş. Ertesi gün aynen. Üçüncü gün artık bende öyle bir his oluştu ki, 'Türkeş çok mühim bir adam. Ona kötülük yapabilirler' dedim. Akşam elime bir sopa aldım, evden kaçıp bütün gece Türkeş'in kapısının önünde nöbet tuttum. Başına bir şey gelmesin diye.'

Okuyan, bu tanışmanın ardından aktif ülkücü hareketin içinde yer almaya başladı. Milliyetçiler Derneği'nin Yalova şubesini açtı. Ancak yaşı tutmadığı için görev alamadı. 1968'de İstanbul Pertevniyal Lisesi'nde okurken disiplin kuruluna kesin ihraç istemiyle verilecek kadar hareketin içinde yer alan Okuyan, bir yandan da üniversiteye hazırlandı.

'O dönem liselerde taşlı sopalı kavgalar yaşamadık. Duvarlara üç hilaller çizdik ama en azından benim bulunduğum grupta kanlı olaylar olmadı' diye anlatıyor.

Okuyan, İstanbul Hukuk Fakültesi'ni kazandı, solcuların saldırısına uğradığı için kayıt bile yaptıramadı. O dönem Deniz Gezmiş, Ömer Ayna gibi önemli isimler İstanbul Üniversitesi'nde efsane haline gelmişti. Çareyi

İstanbul Gazetecilik Yüksek Okulu'na kaydını yaptırmakta buldu. Bunun ardından partinin gazetelerini çıkarmaya ve muhabir olarak çalışmaya da başladı.

BİRBİRİNE TAŞ ATAN 2 BAKAN
O yıllar sadece devrimciler ülkücülerle kavga etmiyordu. Milliyetçiler içinde yol ayrımına gelinen zamanlardı. Bir yanda Nihal Atsız diğer yanda Alparslan Türkeş: '1969'da Adana'da CMKP'nin kongresi oldu. İstanbul'dan otobüslerle gittik. O kongrede CMKP'nin ismi MHP'ye dönüştü ama çok büyük kavgalar oldu. İkiye ayrıldık. Bize İslamcılar diyorlar, biz onlara Türkçü diyoruz, o grup bozkurt amblemi istiyordu. Biz üç hilal olsun diyorduk. Hatta hilal içinde bozkurt olsun, gençlik kolları bunu kullansın falan da dendi. Kongrede sopalarla birbirimize girdik, polis ayırdı. Sonuçta isim MHP, amblem üç hilal oldu. Türkçü grubun başında Abdülhaluk Çay var. Dönüşte 7 otobüs peşimize düştüler. İstanbul'a kadar kovalamaca oynadık. Bolu yakınlarında bariyer kurup yola kayalar attılar. Şoför gaza basıp geçti, canımızı kurtardık. O grup süreç içinde tasfiye oldu. Mesela Nihal Atsız'ın cenazesinde bile bir gerginlik yaşanmıştır. Sonra o gruptan Çay'la çok iyi arkadaş olduk, hala görüşüyoruz.'

1971 yılında artık siyasetin tamamen içindeydi. MHP büyük kongresinde Türkeş'in listesini genç ekibi arkasına alarak deldi. GİK'in en genç üyesi oldu: 'Seçildikten sonra 1 hafta kayboldum. Türkeş'in tepkisinden çekindim. Türkeş seçildiğimi görünce çok şaşırmış ama ses etmemiş. İlk GİK toplantısına girmeden önce rahmetli Gün Sazak devreye girdi. 'Kızmam' deyince gidip elini öptüm. Bana 'Medeni cesaretinden dolayı tebrik
ederim' dedi.'

TÜRKEŞ'LE HACC GİDERKEN TABANCA GÖTÜRDÜM
Türkeş'in hac fotoğrafları şimdiye kadar hiç yayınlanmadı. Hacca beraber gittik. Türkeş'e bir şey olur korkusuyla gizlice silahla gittim hatta. Kabe'nin içinde silahla dolaşmak kesinlikle yasak, cezası ölüm.

Nereden bileyim. Almışım yanıma. Bir ara Kabe'nin içinde kaydı, aldım ihramın altına soktum. Görenlerin tabii gözleri fırlıyor. Kabe'nin içini Türkeş'le beraber temizledik. O süpürge hala bizim ailededir. Son tavaftan sonra çıkınca mutlaka tıraş olmanız gerekiyor. Türkeş'in saçı da orada kesildi.

OKUYAN'A SİLAHLI SALDIRI
Bu sırada tehditler alan Okuyan 1975'ten sonra koruma polisiyle gezmeye başladı. Üç sefer saldırıya uğradı. Bir seferinde Fen Edebiyat Fakültesi'nde üzerlerine ateş açıldı ve Yusuf İmamoğlu isimli bir partili hayatını kaybetti.

ECEVİT TÜRKEŞ'İ NEDEN REDDETTİ?
Türkiye artık cinayetleri kanıksamıştı. Her gün bir solcu, bir ülkücü genç öldürülüyordu. Bu sırada partide Genel Sekreter Yardımcılığı görevini üstlenen Okuyan, Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak'a yakındı: '1978... Bir solcu öldürülüyor, cenazesinde 'Kahrolsun Türkeş' diye bağırıyorlar. Ülkücü cenazesinde 'Kahrolsun Ecevit' diye bağrılıyor. Rahmetli Gün Sazak o zaman Büyük Ankara Oteli'ne giderdi. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Vedat Dalokay ile dost olmuşlar. Gün Bey'e bir gün, 'Bayram yaklaştı. Ecevit ve Türkeş'i bir araya getiremez miyiz? Bir yumuşama getirir, güzel mesaj olur' dedim. Gün Bey bu fikri çok sevdi, o gün Vedat Dalokay'a anlattı. Dalokay Ecevit'i, Sazak Türkeş'i ikna edeceğini söyledi. Gerçekten de Türkeş teklifi kabul etti. Bana, 'Ecevit gelir mi acaba' diye sordu. 'Neden olmasın' dedim. Türkeş, 'Gerekirse önce biz onun evine gideriz' dedi. Dalokay Ecevit'e söylüyor. Ama Ecevit, 'İyi olur ama ben buna örgüte anlatamam Vedat' diye reddediyor. Buluşsalardı ne olurdu? Kan durmazdı ama, 10 kişi öleceğine 5 kişi ölürdü. Türkeş'le Ecevit kol kola girmiş bayramlaşıyor. En azından birilerinin düşünmesini sağlarlardı. Birkaç yıl sonra Dil Okulu'nda tutukluyken Ecevit'e bu olayı hatırlattım. 'Sayın Okuyan örgüte kabul ettirmek mümkün değildi' dedi. 'Ama bakın efendim şimdi hep beraber buradayız' dedim. 'Doğru söylüyorsunuz' deyip gülümsedi.'

BAŞBUĞ'UN YALOVA'DA GİZLİ NİKAHI
'Evlilik hazırlıklarını gizlilik içinde yürütme kararı aldık. Adres belli oldu: Yalova'da gizli nikah kıyılacak. Dedem Rasim Koçal'ın Cumhuriyet Caddesi'ndeki evini ayarladık. Hatırladığım kadarıyla Rasim Koçal, dayım Turan Koçal, Mehmet Doğan, Faruk Akkülah da vardı. Seval Türkeş, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi. Ben Seval Hanım'la daha önceden tanışıyorum. Çanakkale organizasyonumuza katılmıştı. Türkeş Bey'in Seval Hanım'la tanışmasını sonra öğrendik.

ÖĞRENCİLER ARASINDA LİDERLİK YAPABİLECEK
50 kişi seçiyorduk. Onlara Türkeş 10 gün süreyle özel eğitim veriyordu. Türkiye'nin meseleleri, uluslararası ilişkiler gibi. Seval Hanım o gruplardan birinin içindeydi.
Öyle tanışmışlar. Kimle evlenecek derken Seval çıktı. Şaşırdım tabii.'

'Nikahta, Seval Hanım'ın bir arkadaşı ile kardeşleri de vardı. Gizlice Yalova'ya geldik. Belediye Başkanı'nı çağırdık. Ama o gün enteresan bir şey oldu. Nikahtan hemen önce Yalova'da yürüyorum, bir baktım Namık Kemal Zeybek. Telaşlandım. 'Eyvah öğrendiler' dedim. Ama tesadüfen gezmeye gelmiş. Derin bir oh çektim. Sonra nikah ve dini nikahı kıyıldı. Türkeş'in şahidi yanılmıyorsam Faruk Akkülah, Seval Türkeş'in şahitliğini de Rasim Koçal yaptı. Türkeş heyecanlı mıydı bilemem. Öyle görünmüyordu. Nikah sonrası yemek yendi. Sonra karanlıkta arabalarına bindirdik ve Ankara'ya gönderdik. Duyulunca tabii kıyamet koptu. Türk Ocakları karıştı. Epey bir laf yedik ama sonra herkes kabullendi.'

ÜLKÜCÜ KOMÜNİST DİYE ARANIYOR
Okuyan GİK üyesiyken 12 Mart muhtırası yaşandı. Kendisini jandarmanın aradığını duyunca bir süre saklanmayı tercih etti. Sonra avukatı aracılığıyla ilginç aranma hikayesini öğrendi: 'Fatih'teki evimizi basmışlar. Bende solcuların dergileri de var. Ne diyor bu adamlar diye okuyorum. Komutan babama çıkışmış, 'Senin oğlun komünist anarşist' demiş. Babam 'yahu benim bildiğim o ülkücü' demiş ama dinletememiş. 'Mao'nun Zindanları' isimli bir kitap var bende. Halbuki MİT'in yayınladığı iddia ediliyor. Anti komünist bir yayın. Emniyet'e teslim oldum. Selimiye'de 4 gün kaldım. Son gün 'defol bir daha gözükme deyip' yolladılar. İlk içeri girişim komünistlik yüzündendir.' Ardından Okuyan gazeteci olarak Selimiye'de solcu gençlerin davasını izledi. Mahir Çayan'ların öldürülmesi, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına idam kararları... 'Bir tek gün idamı desteklemedim' diyen Okuyan, o dönem solculardan dayak yediğini de itiraf ediyor. Ancak kendi arkadaşlarıyla onları dövdüklerini de!

Yıl 1976, Alparslan Türkeş'in hayat arkadaşı Muzaffer Hanım'ın rahmetli olmasının ardından Türkeş zor günler geçirdi.

Türkeş'in ikinci evlilik kararını öğrenen birkaç kişi arasında Okuyan da vardı.
'Muzaffer Hanım çok saygıdeğer, derinliği olan bir kadındı. Türkeş'in zor günlerinde hep yanında olmuştur. Muzaffer Hanım vefat ettikten sonra Türkeş çok yalnız kaldı. Bir gün Genel Başkan Yardımcısı Faruk Akkülah'a, yeniden evlenmek isteğinden söz etmiş. Akkülah şaşırmış tabii. Çünkü hiç konuşulmayan bir mesele. Türkeş fikrini sorunca, iyi olabileceğini söylemiş. Sonra da Türkeş bizimle paylaşınca, 'Nasıl isterseniz' dedik. Ancak o sırada camia böyle bir şeye hazır değildi. Türk Ocakları adeta Türkeş'e karşı bir isyan noktasına geldi. Evlenecek lafı duyulunca infial çıktı. Türkeş çok rahatsız oldu.'

Deniz GÜREÇ/AKŞAM

Editör: HABER MERKEZİ