Dün gazetelerin birinci sayfalarını kaplayan o fotoğrafa bakarken içim acıdı. Tarih: 10 Kasım 2007

Yer: Swissotel

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz El-Suud’un “huzuruna çıktı”...

Gururum incindi...

Neden mi?

Şundan...

Suudi Arabistan Kralı’nın kim olmadığını bilmeyen yok.

Petro dolar zengini bu adamlar abdestlerini kanla alır.

Petrolün varili yüz doları geçti. Bu adamların görmemiş zenginliklerinin; üzerlerine oturdukları aşağılık rejimin dünyayı ve kendi toplumlarını ne hale getirdiği ortada...

Bir hükümet, elbette, kendi ideolojisi çerçevesinde her türlü zihniyetle, politikası ve ortaya koyduğu hedefler doğrultusunda çeşitli ilişkilere girebilir.

ABD yanlısı olabilir...Washington’a gider... Beyaz Saray’da sırtı sıvazlanır... Birkaç yıl daha maddi destek sözü alır. O ülkeyle çeşitli açık ve gizli anlaşmalar yapar... Velhasıl toplumun bir kesiminin oyuyla o koltuklara oturur...

Millet doğru veya yanlış hesaplarını sandıkta verir...

AK Parti örneğinde olduğu gibi ezici bir oyla da tekrar o koltuğa oturtur...

Tarih bu hesabı adaletle yazar ve yargılar.

Cumhurbaşkanı ise başkadır... Karıştırmayın ve iyi anlayın...

Cumhurbaşkanı devlettir.

O halkın ötesinde bir anlam ifade eder.

Cumhurbaşkanlığı Cumhurbaşkanı’nın şahsından öte bir yerdedir.

Kişiden ve ideolojiden öte...

Soyut bir kudret ve anlamdır.

10 Kasım’da bu anlam hiç olmadığı kadar zedenlenmiştir.

Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanlığını küçük düşürmüştür.

Neden?

Siyasetçi ile devlet adamı arasındaki fark işte bu ayrıntıda gizli.

“Benim yüzde 47 oyum var...Cumhurbaşkanını da seçerim...”

Hayır efendim... Siz hâlâ siyasetçisiniz... Devlet adamı ol(a)mayacağınızı ispatladınız.

Devlet adamlığı, bu milletin onurunu, her ne pahasına olursa olsun ayaklar altına aldırmamaktır.

1.5 trilyon dolara tahvil edilemeyecek tek şey bu milletin onurudur.

Hiçbir değer benim şerefimden zengin olamaz.

Benim ulusal onurumun temsil yeri Çankaya’dır.

Sayın Gül o otele gitmeyecekti...

Gidemezdi...

Bu arada kimse sızlanmasın!

Bu halk aylar önce küçük düşmeye karar verdi.

İşte fotoğraf... Alın, duvarlarınıza asın...

O fotoğrafın gölgesinde kredi kartı ekstrelerinizi açın ve bakın...

Taksitlerinizi gönül rahatlığı ile ödeyin...

Kime ne pahasına borçlu olduğunuzu iyi görün...

Bir gün tarih bu milleti anlatırken evlatlarımız aynı fotoğraf karesine bakacaklar ve nereden nereye geldiğimizi görecekler.

İlk kez bu ülkenin vatandaşı olmaktan hicap duydum.

Yemyeşil bir bayrağın önünde oturan bir halk...

Gülümsüyor...

Gülün...

10 Kasım’da ölümünü andığınız o adam özgürlüğün dünyanın en pahalı şeyi olduğunu gülerek öğrenmedi.

Hayatı boyunca acı çekti...

O da gülümsemesini bilirdi...

Gülmedi.

O fotoğraf karesi hayatımız boyunca unutmamamız gereken bir 10 Kasım’a aittir.

Serda Akinan/Akşam

Editör: HABER MERKEZİ