Birinci dünya savaşında siperlerde çakılı kalmış askerlerin kıyımını ve durumda herhangi bir değişikliğin olmadığını ifade eden bu sözcükleri ülkemiz üzerinde oynanan oyunlara, yabancı güçlerin bitip tükenmeyen planlarına ve onların içeride ki işbirlikçilerine uyarlama herhalde şu şekilde olabilirdi ‘batı cephesinde ve beşinci kolda geçen doksan yıla rağmen herhangi yeni bir şey yok’ .

Yirminci yüzyılın başlarında ve özellikle birinci dünya savaşı ile Milli Mücadele yıllarında ülkemizi parçalamak ve Türk Milletini esir etmek isteyen devletlerin başında şimdinin AB’si ve ABD’si yerine İngiltere bulunmaktaydı. Bir ulusu esir etmenin ve vatanını sömürge haline getirmenin uzmanı olan İngilizler bu iş için önce kendilerine işbirlikçi bir kitle yaratmak amacı ile sözde demokrasi ve uygarlık aşığı uşaklarını İngiliz Muharipler Cemiyetinden başlamak üzere çeşitli dernek ve organizasyonlara üye yapmakta, onları ülkenin ileri gelen pozisyonlarına geçirmek için gerekli lobi ve altyapı faaliyetlerinde bulunmaktaydılar.

Bu amaçlarına yönelik olarak İngilizler Osmanlı İmparatorluğu üzerinde yaptıkları bu içten çökertme operasyonlarında Hıristiyan azınlık dışında ki müttefiklerini sözde İslamcılar içerisinden seçmiş ve bunda da hayli başarılı olmuşlardır. Osmanlı Müslüman Topluluğu içerisinde iki yönlü çalışma yapan İngilizler öncelikle çil çil altınlara boğdukları Arap Kabile Şeflerini Osmanlı dinden çıktı, İslam dışı oldu gibi söylemleri ile birinci dünya savaşı esnasında üzerimize salmışlar, özellikle Mekke ile Medine ve Gazze savunmalarında ordumuzun arkasına düşürerek onbinlerce Türk Evladının şahadeti ve Kutsal Toprakların kaybına sebebiyet vermişlerdir. Bu Arap kardeşlerimiz ise bugün bile Osmanlıya yaptıkları ihanetin bedelini ödemekte, başta Yüce Peygamberimizin Mezarı olmak üzere Kâbe, Mescidi Aksa gibi kutsal topraklar AB ve ABD güdümünde bulunmakta, pervasız İsrail binlerce Türk Evladının şehit olduğu Gazze’de Müslümanları 21. Yüzyılda katletmeye devam etmektedir.

Kurtuluş Savaşı sırasında İngilizlerin en yakın, vazgeçilmez müttefikleri başta Şeyhülislam Mustafa Sabri, Sait Molla olmak üzere sözde İslamcılar, Ali Kemal, Cenap Şahabettin gibi hain gazeteciler ve Rıza Tevfik gibi sömürge aydınları olmuştur. Anadolu’yu almak ve Türk Milletini esir etmek isteyen Hıristiyan bir devletin içimizden bulduğu en sadık müttefiklerinin böyle sözde İslamcı zevat olması hayrete şayan bir olaydır. Kuvay-i Milliye Hareketini, Atatürk ve Silah Arkadaşlarını din dışı, kâfir sayan ve şeriat bayrağına sarılan Mustafa Sabri, Sait Molla gibi beyin takımının, Aznavur Ahmet, Delibaş Mehmet gibi çapulcuların dayandıkları güçler ise Hıristiyan İngilizler ve Bizans’ı yeniden ihya etmek isteyen Yunanlılardır. Bu ibret tablosunun dünyada başka bir örneği yoktur. Milli Mücadele, Atatürk ve Türk Devleti karşısında ittifak eden, Kuvay-i Milliye hareketini kâfir, dinsiz, bir avuç baldırı çıplak, medeniyetten nasibini almamış çete olarak nitelendiren bu din bezirgânlarının, hain gazetecilerin ve sömürge aydınlarının başka bir ortak noktasını ise mason localarına üyelikleri oluşturmaktadır. Amaçlarına daha iyi hizmet ettirebilmek için bu hainleri bir de mason yapan İngilizler faaliyetlerinde hayli başarılı olmuşlardır. Ancak burada üzerinde durulması gereken en önemli nokta dış güçlerin hizmetkârı olan bu sömürge aydınları, hain gazeteciler bir yana bırakılacak olursa Musa Kazım Efendi, Ziyaüddin Efendi, Mustafa Sabri Efendi gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun en yüksek dini makamına sahip Şeyhülislamların mason olmalarıdır. Günümüzde ise AKP Kurucularının ve AKP Milletvekillerinin de arasında bulunduğu kişilerce Tokat’da mason şeyhülislam örnek hain Mustafa Sabri adına vakıf kurulmuştur. Bu din bezirgânı sözde şeriatçı zevat bir yandan Milli Mücadeleyi örselemekte, Atatürk’e ve Silah Arkadaşlarına dinsiz, kâfir diyebilmekte, diğer taraftan Türk Milleti için ihaneti ifade edecek şekilde Yahudi kökenli gizli mason örgütü üyesi olarak Hıristiyan İngiliz ve Yunanlılara hizmet etmektedir. O zamanlar Teal-i İslam Cemiyeti çatısı altında toplanmış bulunan bu sözde İslamcıların bugünkü uzantıları da farklı isimlerde benzeri sahte şeyhlerin yönetimi altında aynı yıkıcı faaliyetlerine devam etmektedirler. Hıristiyan devletlerin desteklediği bu din bezirgânlarının, özellikle Yahudi Lobisi’nin onca etkinliği bulunan ve masonlarca yönlendirilen, onlarla işbirliği içerisinde olmayan hiç kimsenin veya oluşumun barınamayacağı ABD’de beslenip, büyümeleri mümkün değildir. Bu sözde İslamcıların Yahudi Lobisi ve masonlarla perde arkasında kol kola tam bir uyum içerisinde çalıştıkları ve onların tüm talimatlarını yerine getirdikleri gün gibi aşikârdır. Zaten yapılanmaları, sızmaları, birbirlerini kollamaları da masonik idollerinin örneğinde olduğu gibidir. Bu ilişkiyi belgeleyen olaylar ise İsrail ve ABD Yahudi Lobileri ile sergilenen işbirliğinde, mason güdümlü toplantılara yapılan davetler ve katılımlarda, ama her şeyden evvel bu kulüplerin kucağında beslenmeleri ve semirmeleri sonucunda Türk Devleti ve Laik Cumhuriyete karşı verdikleri mücadelede kendini göstermektedir. Türk Milleti ve onun Büyük Önder’i Atatürk ile hesabı olan bu din tüccarları iplerinin kimin elinde olduğunun hiç ortaya çıkmayacağına, maskelerinin düşmeyeceğine körü körüne inanmışlardır. Bunlar kendi ihanet planlarının önünde yıkılmaz kaleler gibi duran vatanperver aydınlara, ülkücülere, gerçek inananlara onları gözden düşürmek için yaftalar uydurmakta, hatta bu küstahlıklarını hiç utanmadan, sıkılmadan Türk Milliyetçiliği Hareketinin Lideri Merhum Başbuğ’u ve Türkeş soyadını masonlukla ilişkilendirebilecek, bu sahte verileri internetle yaymaya çalışacak kadar ileriye götürebilmektedirler. Onlar için Türk Milletine hizmet eden meyve veren ağaçlar taşlanmalı,  ülkenin içine düşürülmeye çalışıldığı ihanet çukuru karşısında Türk Milliyetçiliği düşünceleri yönünde halkı bilinçlendirmeye çalışan gerçek Türk Aydınları yok edilmeli, ülke parçalanmalı, Hıristiyan güdümlü, mason kontrollü milli bilincin olmadığı sahte kukla şeyhlerinin yöneteceği sömürge bir federe şeriat devleti kurulmalıdır. Bu planın çeşitli örneklerini sahte isim ve adres kullanan yazarların türlü hakaret ve iftiralarda bulundukları gazetelerde, hukukun ulaşamadığı çoğu ABD’de ki sunucular üzerinden olmayan kişiler adına sayfa açıp nefret tohumlarını internet ortamında saçmalarında görmekteyiz.

12 Eylül döneminde inançlı bir ülkücü olarak yüksek öğrenimime ülkemde devam edemeyerek Almanya’ya gitmiştim. Orada ki Üniversite tahsilim esnasında bu AB Avrupa’sının güçlü Hıristiyan Ülkesini ne yalan söyleyeyim üç nedenle kıskandım. Ulaşılan uygarlık seviyesi, vatandaşlarına verilen sağlık hizmetleri, sosyal düzen kusursuzdu, teknolojik gelişme inanılmaz boyutlardaydı, ama en önemlisi mili menfaatleri karşısında Alman Toplumu sağcısı, solcusu, katoliği, protestanı ile bir yumruk gibi inanılmaz birliktelik sergilemekteydi. Tarihlerine baktığımızda ise bizim hiç içine düşmediğimiz durumlara düşmüşler, yüzyıl savaşlarında, otuz yıl savaşlarında, yedi yıl savaşlarında katolik, protestan, başka derebeylik diye aynı milletin evlatları bir birbirlerini kıtır kıtır kesmişlerdi. Şimdi ise ülke çıkarları karşısında eşsiz bir şekilde kenetlenmekteydiler. Onlarda kendi ordusuna hakaret eden ve yıpratmaya çalışan sömürge aydınları, ülkeyi bölmeye çalışan besleme gazeteciler, yabancı güçlerin güdümünde sözde reform ve demokratikleşme paketleri açıklayan hükümetler yoktu. Ama her şeyden önce örneğin Müslüman çıkarlarına hizmet eden, milliyetçi unsurları tasfiye eden kilise yapısı, İsrail çıkarlarına hizmet eden din adamları bulunmamaktaydı, din bezirgânı cemiyetler bebek katili, cani terörist başları tarafından beğenilip, aferin almamaktaydılar.

Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşması üzerinden doksan yıla yakın süre geçmiş olmasına rağmen o karanlık günlere düşmenin eşiğinde bulunan ülkemizde Laik Cumhuriyet ile hesabı olan sözde İslamcıların, Türk Devletini yıkmayı şiar edinmiş sömürge aydınlarının ve Türk Milliyetçiliği düşmanı hain gazetecilerin demokratik açılım, sözde reform, olmayacak AB üyeliği konularında kol kola sergiledikleri tutum en azından ibretliktir. Ülkemizde işsizlik had safhadadır, ekonomik küçülme rekor üstüne rekor kırmaktadır, ülkenin varlıkları yabancılarca emilmekte, kaynaklarımız dışarı akıtılmaktadır, sanayi tesisleri kapanmaktadır, çiftçinin can damarı mazot 2002 yılında AKP’nin iktidara geldiğinden bu yana yaklaşık %300 artmıştır, tarım ölüme, çay üreticisi açlığa, fındık üreticisi ise sürünmeye mahkûm edilmiştir. Özellikle dünya ihtiyacının yaklaşık %80’nin karşılayan, Avrupa çikolata endüstrisinin ana hammaddesi fındık piyasasını elinde tutan Türkiye’de üreticileri açlığa, ağaçlarını sökmeye mahkûm eden politikaların uygulayıcıları her şeyden önce milli olamaz, ülkenin asıl çözüm bunması gereken sorunları bunlardır.

Ama bütün bu sorunlar yerli yerinde dururken, problemin ana kaynağı ucu AB ve ABD’de olan terör örgütü iken, terör ile mücadele yerine müzakere anlamına gelen tarihi fırsat, tarihi açılım söylemleri altında daha dün terör örgütü ile ilişkileri var deyip görüşmediği uzantılar ve terörist başı ile el ele kol kola yol haritaları hazırlayanlara, bu uzantıların muhatap PKK ve Öcalan’dır diye bas bas bağırdığı ortamda şehit kanlarını hatırlatanlara, Türk Adının, Türk Dili’nin Anayasa’dan çıkarılmasına karşı çıkanlara, ülkenin 36 parçaya bölünmesini ret edenlere,  bunlar darbeci,  memleketi sevmiyor diyen, üstüne üstlük birde Türk Askerinin kanının akıtılmaya başlanmasının yıldönümünün havai fişek atılarak müzikli festivallerde kutlanmasının, Türk Bayrağı’nın indirilmesinin önünü açan beşinci kolu ve bu olayları anlamayanları veya anlamak istemeyenleri önce Yüce Allah, sonra tarih ve büyük Türk Milleti asla affetmeyecektir.

Malazgirt Savaşı yıldönümü ve 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun,  Yüce Allah Türk Milletini bir daha böyle bir savaş yapmaya mecbur kalmaktan korusun!