25 Aralık 1991 tarihinde Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov'un istifa etmesinin ardından Komünizm’in çökerek SSCB’nin dağılması Türk Dünyası açısından yüzyıllardır özlenen pencerenin açılmasını müjdeleyen bir olay olarak tarihe geçmiştir. Aralarında en fazla Türkî Cumhuriyetlerin bulunduğu devletlerin bağımsızlıklarını kazanmaları Avrasya'nın Merkezinde jeopolitik bir boşluk yaratmış, Batı Avrupa Ülkeleri üzerindeki tehdit kalkmıştır.

Ancak AB’yi oluşturan Batılı Ülkeler ve Küresel Güçler bir taraftan bu gelişmelere sevinirken, diğer taraftan Türk Dünyası’nın esaretten kurtularak Turan’a uzanabilecek bir yolda KKTC ve Türkiye ile kucaklaşarak bu boşluğun doldurulması ihtimali karşısında çekincelere kapılmışlardır. Zira gerek jeopolitik konumu gerekse eşsiz ordusu ile on yıllarca komünizm tehdidine karşı bir miğfer olarak kullandıkları Türkiye’nin bu şekilde tek bağımsız Türk Devleti olarak özgürlüklerini kazanan Türkî Cumhuriyetlere öncülük ve ağabeylik etmesi, bu devletlerin Türklük Bilincine kavuşmaları, tam bağımsızlık yolunda Atatürk İlkelerini benimsemeleri onların hiç işlerine gelmezdi. Hele birde Türkiye’nin dünyanın özellikle doğalgaz ve petrol açısından zengin bu bölgelerine sahip Türk Dünyası ile bütünleşmesi, AB benzeri bir Türk-İslam Birliği kurarak Küresel Güç olması olasılığı onları dehşete düşürüyordu.

Ancak Türk Dünyasında yaşanan bu özlenen gelişmeler ne yazık ki Türkiye’de Siyasi Milliyetçiliğin ağırlıklı olarak iktidarda olmadığı bir ortamda oluşmuş, batılı güçlere Türk Hükümetlerini istedikleri gibi yönlendirmek için fırsat doğmuştur. Bizi hiçbir zaman almayacaklarını bağıra bağıra ilan ettikleri AB’ye tam üyelik masalı tekrar piyasaya sürülmüş, bunun için tam üyeliğe müracaat edecek, sözde müzakere tarihini havai fişek atarak kutlayacak işbirlikçi siyasilerin iktidara gelmesi desteklenmiştir, olmayacak AB Rüyası’nın yanına birde Büyük Ortadoğu Projesi monte edilerek ne yazık ki Türkiye Türk Dünyasından koparılmıştır. Sınırlarımızı bile tanımayan, katliamlarına çok değil daha on beş yıl önce Hocalı’da Azeri Kardeşlerimizi de ekleyerek sabıkasını daha da kabartan Ermenistan ile AB istiyor diye sözde normalleşme süreci başlatılarak Azerbaycan küstürülmüş, yüzümüz Ortadoğu’ya ve AB kapısında uşaklığa çevrilmiştir. Sözde diklenmeyip dik durma politikası ile AB ve ABD ne buyurursa uygulanmış ve en nihayetinde ülkenin dirliğini, birliğini bozma yolunda Başbakanın, Cumhurbaşkanının tarihi fırsat adı altında İmralı canisi ile aynı çizgide buluşma noktası olan ara istasyona ulaşılmıştır.

Bu kadar tavizle başımızı öne eğerek kovaladığımız bu AB macerası nasıl başlamıştı? Haklarımız nelerdi diye bakınca 50 yıllık bir süreci görmekteyiz. Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz 31.Temmuz.1959 yılında o zamanki adı ile AET ‘ye yaptığımız ortaklık başvurusu ile başlar, AET Bakanlar Konseyi’nin başvurumuzu kabul etmesini takiben 12.Eylül.1963 tarihinde AET ile ortaklık yaratan Ankara Antlaşması imzalanmış bunu 1970 yılında imzalanan Katma Protokol izlemiştir. Bu antlaşmanın en önemli maddelerinden bir tanesi ile belirli bir sürenin ardından Türk vatandaşlarına Avrupa’da vizesiz serbest dolaşım imkanı getirilmektedir.

Bugün için AB Üyesi Ülkelerin Büyükelçilik ve Konsolosluk kapılarında vize için bekleşen ve ‘Başvuru Harçları ve Vize Ücretleri’ ile adeta bu ülkelerin Türkiye’de ki temsilciliklerini finanse eden Türk Vatandaşları’nın bu haklarını Avrupa Hukuku nezdinde aramak hiçbir hükümetin, Kuruluşun aklına gelmemiş ve nihayetinde iki Türk Şoförün Avrupa Adalet Divanına açtığı davalar ile hakkımız teslim edilmiş bulunmaktadır. Ancak hukukun üstünlüğünden, demokrasinin erdeminden, insan haklarından onca dem vuran AB bu açık mahkeme kararına rağmen ayak sürümekte, tabiri caizse çamura yatarak Türk Vatandaşlarına vizeyi kaldırmak için genel bir uygulama getirmemek için türlü bahanelerin arkasına sığınmaktadır. Çünkü Türkiye’nin AB Üyeliği onlar için amaca ulaşmak için sergilenen bir tiyatro oyunundan başka bir şey değildir.

AB Türkiye’yi sınırsız ve engelsiz mal satabileceği bir pazar, kaynaklarını ve doğal zenginliklerini dilediğince sömürebileceği ikinci sınıf bir ülke olarak görmektedir. Ayrıca bu ülkenin halkı güdüm altında tutulması gereken Müslüman Türklerden oluşmaktadır. Ne yazık ki bu komediyi oynarken AB Türkiye’de bu tam üyelik masalı oyunda rol alabilecek hükümetleri bulabilmektedir, onlara istediklerini dikte ettirebilmektedir. Hatta bir yandan AB Hıristiyan merkezli bir birliktir, Müslüman Türkiye’nin burada yeri yok, Türkiye’yi almayacağız belki bir imtiyazlı ortaklık olabilir demeçleri verilirken, diğer yandan çok anlamlı bir biçimde seçilen salonda, örnek Türk Düşmanı, İSLAMİYETİ YERYÜZÜNDEN SİLMEK İÇİN HAÇLI SEFERLERİNE KATILMIŞ İLK VE TEK BAŞPAPAZ OLAN PAPA X.INNOCENZIO'NUN HEYKELİ ÖNÜNDE MİLLİ GÖRÜŞ KÖKENLİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ BAŞBAKANI’NA VE SONRAKİ CUMHURBAŞKANI’NA içinde Hıristiyan köklere atıf yapılan anayasa taslaklarına bağımsızlığımızın simgesi Cumhuriyetimizin kuruluş gününde imza attırılarak Büyük Atatürk’ün Türk milletine emanet ettiği egemenliğimizi AB’ye devir etmemize zemin hazırlanmaktadır. Diğer taraftan Hıristiyan tarihinde Vatikan’ın Resmi Listesine göre 545 Adet Papa bulunmasına rağmen AB Anayasası’nın imza yeri olarak neden bu salonun ve Papa X.Innocenzio’nun heykelinin önünün seçildiğini sormak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinden kimsenin aklına gelmemektedir.

Bütün bu gelişmelerden sonra insan haklarını ve demokrasiyi kimselere bırakmayan AB Birliği hala bizim göremediğimiz veya görmek istemediğimiz ikiyüzlü ve çifte standartlı politikalarına son günlerde bir yenisini daha eklemiş bulunmaktadır. Her zamanki gibi besleme basının işine gelmeyen bu haber gazetelerde ve televizyonlarda yeterinde yer almamış, haber bültenlerinin satır aralarında gizli kalmıştır. Avrupa Birliği Komisyonu, Balkanlardan AB'ye vizesiz seyahat programı doğrultusunda Bosnalı Hıristiyan Hırvatlar ve Sırplar ile Sırbistan, Karadağ ve Makedonya Vatandaşlarının bu yıl sonunda AB vizesinden muaf tutulmasını kararlaştırmış, aranan şartları yerine getirmedikleri ya da sürece dahil olmadıkları gerekçesiyle Bosna Hersek (Müslüman Boşnaklar), Arnavutluk ve Kosova'yı ise bu uygulamanın dışında bırakmıştır. Gerçekte bu ülkeleri vize muafiyeti dışarısında bırakan yegane kriter Müslüman olmaları ve Türkiye ile Osmanlı Coğrafyası’nın Müslüman Avrupalı Toplulukları olmaları sebebi ile güçlü bağlarının bulunmasıdır. Tabi samimiyetsiz Avrupa işin adını doğru şekilde koymamakta bizim örnekte olduğu üzere aranan kriterlere uymama sözde bahanelerini öne sürmekte, her zaman olduğu gibi işine gelmeyen yerde yalanlara sığınmaktadır.

Konuyu bir basın toplantısı ile duyuran AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Oli Rehn’e bir gazeteci, AB'ye vizesiz seyahatten Bosnalı Sırpların Sırbistan pasaportlarıyla ve Bosnalı Hırvatların Hırvatistan pasaportlarıyla yararlanırken Müslüman Boşnaklara böyle bir imkanın verilmediğini hatırlattı. Vizesiz seyahat için AB'nin Bosna Hersek'ten istediği reformları Bosnalı Sırpların engellediğini söyleyen gazeteci, "Bosna'da etnik temizlik yapan Ratko Mladiç, Sırp pasaportuyla Avrupa'da vizesiz seyahatin zevkini çıkarırken Bosnalı kurbanların yakınlarını tekrar cezalandırmış olmuyor musunuz" diye sordu.

Buna cevap vermekte zorlanan Olli Rehn, "Bosnalı Müslümanların gettolaştırıldığı ve Mladiç'in vizesiz dolaşacağı iddiaları hakkında konuşmayı sevmediğini" ifade ederek, "Bosna Hersek'in AB'nin istediği kriterleri karşılamaya odaklanmak yerine milliyetçi söylemle son yıllarda çok fazla zaman ve enerji kaybettiğini öne sürdü. Balkanlarda hiçbir ülkeye "haksızlık yapmadıklarını" iddia eden Rehn, vize muafiyeti için herkesin aynı şartlara tabi olduğunu ileri sürdü. Olli Rehn eski Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Christian Schwarz-Schilling'in AB'nin Sırplara vize muafiyeti getirirken Müslüman Boşnakları dışarıda bırakmasının "Bosna Hersek'in etnik bölünmüşlüğüne resmiyet kazandırdığı, Sırp Politikacıların engelleme taktiklerini ödüllendirdiği ve bölge halklarındaki hoşnutsuzluğu artıracağı" yönündeki eleştirilerini, "AB'deki açık tartışma ortamının bir parçası olarak gördüğünü söyleyerek geçiştirdi.

Bu arada AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Barrot, bir soru üzerine, "Vize kolaylığı için Türkiye ile olgunlaşmış bir diyalog içinde olmadıklarını" ifade etti. Diğer taraftan Avrupa Birliği’nin dış ilişkilerden sorumlu Yüksek Temsilcisi Javier Solana “gelecek yıldan itibaren Sırbistan vatandaşlarının AB ülkelerine seyahat ederken vize almak zorunda kalmayacaklarını” yüzü kızarmadan söyleyebildi. AB Üyesi Ülkelerin Askerlerinin gözü önünde vahşice katledilen Bosnalı Müslümanlara vize uygulayıp onları soykırıma uğratan Sırplar ve Hırvatlar’a vize muafiyeti tanıyan AB her zamanki gibi gene suçüstü yakalanmıştır. AB Komisyonu Sırbistan, Makedonya ve Karadağ Vatandaşlarına ve de Bosna-Hersekli Hırvat ve Sırplar’a "vizesiz seyahat" hakkı tanımaktadır. Bu ülkelerin üçü de örneğin Türkiye gibi "Tam üyeliğe kabul için AB ile müzakere" aşamasına gelmiş değildir, yani AB karşısındaki statüleri Türkiye’den çok geridedir. Ama bu durumda AB Türk vatandaşlarından, Müslüman Boşnak ve Arnavutlar’dan vize isterken onlardan istememeyi "hakseverlik, eşitlik, dürüstlük" gibi kavramlarla bağdaştırabilmekte, 15 sene önce yüz binlerce masum Müslüman’ı AB Ülkelerinin gözünün önünde katleden Sırbistan gibi bir Devletin vatandaşlarından "vize" talep etmemeyi içine sindirebilmektedir. Bu samimiyetsiz, ikiyüzlü uygulamanın Hıristiyan Müslüman ayrımcılığından kaynaklanmadığını söyleyebilir miyiz? Bu AB’yi hala tanıyamadık mı? Şimdi gerçekler tüm açıklığı ile ortadayken Sırp Kasaplarına, Hıristiyan Hırvatlara, Karadağlılara, Makedonlara vize muafiyeti tanıyıp katliam mağduru Müslüman Boşnak ve Arnavutlar’a, her şeyden önce Türk Vatandaşları’na vize uygulayan bu AB’ye ‘ One Minute! Siz Müslümanları katledenlerin cebine nasıl pasaport koyarsınız? Siz onların suç ortağı mısınız? Siz insanları sadece Müslüman oldukları için öldürmeyi iyi bilirsiniz diye posta koyan yok, bir daha Avrupa’ya gelmem diyen yok, uygulanması ile birlikte Türk Milletinin başına 13 yılda AB karşısında 120 Milyar Doları aşan dış ticaret açığı belasının nedeni Gümrük Birliği’ni askıya alırım ha diye rest çeken yok, ortalıkta dolaşan böyle bir Davos Kahramanı yok... Bilakis mutlu mesut ziyaret yapıp ilişkileri geliştiren, tüm talimatları yerine getiren, Rum’a Limanlarımı, nasıl açarım, Karpaz’ı, Güzelyurt’u nasıl veririm, Ermeni’ye sınır geçişini nasıl sağlarım? Diye formül arayan, aman Yunanistan’ı Ege’de kırmayalım, şirin gözükelim şu Heybeliada Ruhban Okulu’nu açıverelim diyen, Türklüğü ve Müslümanlığı dünyadan kaldırmaya yeminli Papaların heykelleri altında Hıristiyan temelli anayasa taslaklarını imzalayan gül yüzlü devlet büyükleri var!