Her zaman olduğu gibi mesaim bitmiş ve iftara kadar zaman öldürmek ve de günün stresini üzerimde tutmamak adına Konak istikametine doğru Kordon boyunca yürümeye başladım… Körfezin bu saatlerde ayrı bir güzelliği vardır… İzmirli olanlar ve İzmir’i daha önce görenler bilirler… Körfeze doğru baktığınızda güneş tüm kızıllığıyla denizin mavisine veda buseleri kondurmaktadır sanki… harika ve yürek ısıtan bir kucaklaşmadır bu ve insanın içine ılık meltemleri serpiştirir izlerken… Bu güzelliğin tadını aheste aheste çıkarmak adına adımlarımı küçültürüm her zaman böylesi yürüyüşlerimde…

Malumunuz mübarek ramazan ayının bereketi ve rahmetine nail olduğumuz anlamlı günleri yaşıyoruz… Kordon boyunda ki yürüyüşümü renklendirmek adına etrafıma bakarak bu anın keyfini çıkarmaya çalışıyordum… Gördüğüm manzara beni gülümsetmeye başlamıştı… Eski çocukluğumda ki ramazanları düşünmeden edemedim… Sanki bazı değerlerimiz her yeni zamanda anlamını yitiriyor gibi… Gördüklerim hiç şaşırtmadı beni doğrusu… Kordon boyunca uzanan restoran ve çay bahçeleri inadına doluydu bu akşam saatinde… Onları izleyerek yürümeye devam ettim… Kordon boyunda oturma bankları vardır… Bazen orda oturur uzun uzun konuşurum kendimle ya da rastlaştığım bir dost ile… Yolu yarılamıştım ki… Duyduğum tiz bir ses ile irkildim… Sesin geldiği yöne baktım… Ve O’nu gördüm… Bir banka oturmuş akşamın serinliğiyle dalgalanmaya başlayan körfezi izliyordu belli ki… İçten ve sıcacık dost gülümsemesiyle ”Dostum sen nerelerdesin, uzun zamandır görüşemedik, gel biraz sohbet edelim” Tek başına bir banka oturmuş, rüzgârın da etkisiyle hafif dalgalı olan denizi seyrediyordu. Uzun zaman olmuştu O’nu görmeyeli. İzmir’e geldiğimde tanımıştım kendisini. Dürüst, mert, sözünün eri bir arkadaş olarak tanıdım O’nu... Epey bir süre önce krizin ekonomik olarak kendisini çok sarstığını anlatmıştı... İşlerinin bozulduğunu bir türlü toparlayamadığını çareler aradığını ifade etmişti bana… Kirayı ödeyemediğinden dolayı, ev eşyasını çatı katına çıkarmıştı, telefonu ödenmeyen borcundan dolayı kapalıydı…

Oturduğu bankın yanına yer açtı… Doğrusu o anki ruh hali hiç hoşuma gitmemişti. Hal hatır sorduk birbirimize. Ama dalgın bir hali vardı, bana bir şeyler söyleyeceğini hissediyordum. Nasılsın görüşmeyeli, neler yaptın, sorunlarını halledebildin mi? Diye sordum O’na…

“Seninle son görüşmemizi hatırlıyorsun değil mi? Kızlar ağasında…” diye söze başladı… Evet dedim, hem de dün gibi, maddi sorunların vardı, sen dost canlısı bir insansın en kısa zaman da bu sorunların üstesinden gelebileceğini ifade etmiştim sana! Orda dur dedi!...

Sen o sohbetimiz de bana şunları ifade etmiştin. İnsanın, tanıdıkları, arkadaşları ve dostları olur. Tanışık ve arkadaş olanların üzerinde pek durmamıştın ama uzun uzadıya insanın “hakiki dostlarının” olması üzerin de ne güzel anekdotlar anlatmış, güzel sözlerle de beni rahatlatmıştın… Hatırlamadınsa ben bir tanesini anlatayım sana…

“Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Siper üstüne uzanan başların uçuştuğu bir ateş yağmuru vardı. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü. Görür görmez de hemen aynı siperdeki komutanına:

-Teğmenim, arkadaşım vuruldu; müsaadenizle fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?...

Komutan: –Delirdin mi? der gibi baktı ve “Gitmeye değer mi?.. Arkadaşın delik deşik olmuştur... Büyük olasılıkla ölmüştür bile... Kendi hayatını tehlikeye atma sakın...” Asker çok ısrar edince Teğmen “Peki” demek zorunda kaldı: “Git o zaman...” İnanılması güç bir mucize gerçekleşti ve asker, korkunç ateş sağanağı altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü.. Birlikte siperin içine yuvarlandılar.

Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti, sonra onu sipere taşıyan arkadaşına döndü:

—Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez, demiştim. Bu zaten ölmüş.

–Değdi teğmenim, dedi asker, değdi...

—Nasıl değdi? Dedi Teğmen, bu adam ölmüş görmüyor musun?”

—Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için.” Ve asker, arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı: “geleceğini biliyordum, demişti arkadaşı, geleceğini biliyordum!..”

Sonra dostluk üzerine ne güzel sözler söylemiştin o gün ki sohbetimiz de…

“Gerçek dostlar, iyi günlerde davet edilince sizi ziyaret eder. Kötü günlerimiz de davet edilmeden gelirler”

“Dost kötü günler de belli olur. İyi günler de ise yüzlercesi bulunur”

Sen bunları bana söylerken öyle inanarak söylemiştin ki, benim itirazlarım sonuçsuz kalmıştı! Şimdi şu hale bir bakar mısın Allah aşkına… Dünyevileşen bu cemiyette, senin söylediklerin bir fanteziden ileri gitmemiştir ve gitmeyecektir bunu sana söylemek istiyorum… Ben o gün sana söylediklerimi burada bir kez daha ifade etmeyeceğim ama inan ki, haklı çıkmak istemezdim!

Uzun uzun yaşadıklarını anlattı bana. O’nu sessizce ve içim acıyarak dinledim…İçimden,haklısın demek gelmese de,yaşadıklarıyla haklılığı ortadaydı işte!...

Oturduğumuz banktan ayağa kalktı ve ben gidiyorum, hakkını helal et diyerek benimle vedalaştı. Giderken de, bana dönerek, sana nasihat kabilinden bir söz söyleyeyim, kulağına küpe olsun “dostun yumruğu acıdır” bunu asla unutma!

Yanımdan uzaklaşırken yutkundum bir şeyleri söylemek, izah etmek istedim ama o çoktan uzaklaşmıştı bile… Oturduğum bank’a adeta yapışıp kalmıştım….Necip Fazıl ne güzel izah etmişti “izahı”…”Bu alem de hiçbir şeyin tam ve mutlak izahı yoktur.Bir şeyi izah etmek için kullandığımız kelimenin izahı bile ayrıca izaha muhtaç başka bir kelimeyle….” O halde ben neyi izah edecektim ki O’na. O yaşadıklarını anlatmıştı bana, en iyi izah onun için yaşadıkları değil miydi! Ben de O’nun arkasından kendi kendime bir söz verdim… Bu konuda beylik lafları artık etmeyeceğim ama içimden de şöyle terennüm ettim doğrusu “ İnsan yüreğinin inkâr etmediği duygudadır”…

Görüşebilmek umuduyla,Allaha emanet olun….