Bir zamanlar; Mevlana gönüllü, ay yüzlü, davudi sesli, vakur duruşlu bu koca adam neden hep ağlıyor diye kendi kendime sorardım.

BAŞKALARI İÇİN YAŞAMAK

“Bu ağlamayı dindirmek için yavru” diyerek bu kutlu koşuya ivme kazandıran, şaha kaldıran ve yarım asırdır damla damla gözyaşları ile –tabiri caizse, cennetlerdeki kevserlerden daha kutsi gözyaşları ile– bu büyük davanın çiçeklerini büyüten vedahi çatlarcasına, hiç durmaksızın koşan, rahmeti sonsuzun lutfuyla birleri bin eden bu mütevazi insanın ve bu ışığa aşık olan binlercesinin gaye-i hayatı; yaşatmak için yaşamaktır…

Her yer cennet yamaçlarına dönsün diye, dünyanın dört bir yanına hicret edilmesi gerekliliğine dikkat çeken bu büyük ufuk, dev kamet; sadece ülkemizi, soydaşlarımızı, dindaşlarımızı değil, tüm insanlığı kucaklamasını bilmiş ve sevenlerine-sayanlarına hep bu ufku tavsiye etmiştir:

“Gidiniz, eğer dünyada insan biterse, Ay’a – gezegenlere merdiven dayayınız bu kutlu mesajı ulaştırmak, ‘Nam-ı Celili Muhammedi’yi duyurmak için…”

HOCAEFENDİ İLE GÖRÜŞME

Pek kıymetli okurlar, Hocaefendi ile ilgili yazmaya çalıştığım şeyler, tamamen şahsi duygu ve düşüncelerimdir. Hocaefendi ile ilgili yazdığım yazılar hep bu minval üzeredir.

Zaten Hocaefendi bir konuda açıklama yapmak istese, ya avukatları aracılığı ile, yahut doğrudan söylemek istediğini ifade eder. Ben oraya ne vakit gitsem, kendimi, O’nun hep sözü ‘sohbeti Canan’a bağladığı baldan tatlı sohbetlerinde erimiş olarak bulurum…

 Herkes gibi ben de bütün kimliklerden sıyrılarak ziyaretçilerden bir ziyaretçi olarak o manevi havayı teneffüs etmeye koyulurum. Aslında orada ne siyaset konuşulur, ne dünyevi şeyler… Neredeyse günün tamamı tefekkür içinde geçer. Namazlar, tespihatlar, ilmi ve manevi sohbetler…

Ne zaman ziyaret için bir fırsat bulsam, -Cuma namazını eda etme, bayram vakitlerini beraber yudumlama gibi- çok uzak bir mesafede yaşadığım halde, hemence o şansı değerlendirir ve yollara düşerim… Eminim bu fırsat kimin eline geçse aynısı yapar ve bu ab-ı hayat çeşmesinden kabını doldurmaya çalışır.

Zira bu büyük kametlere ulaşmak, aynı havayı teneffüs etmek çok ama çok büyük bir şanstır. Çünkü bu, salt onları görmekten öte; hal ve hareketlerindeki harikuladeliği, tavırlarındaki eşsiz olgunluğu, alışık olmadığımız incelikleri, insanlara, hayvanlara, bitkilere, hatta cansız varlıklara karşı bile inanılmaz hassasiyetleri ve buna benzer bir çok şeyi aynel yakın bilmek, şahit olmak, tadına varmaktır.

PINARIN SUYUNU, ÇİÇEĞİN KOKUSUNU PAYLAŞMAK

İşte bu özel tutumlara şahit olmak, aniden gelişen olaylara karşı sıradışı tepkileri görmek, herkese ve herşeye karşı birebir, hassas ve alabildiğine saygılı bulunabilmelerini bizzatihi gözlemlemek, bizler için çok özel bir ders ve nimettir.

Bu güzellikleri çok nadir de olsa yaşayabilen bizlerin, dilimiz döndüğünce, bu yaşananları  sizlere aktarmamız gerekliliğine inanıyorum. Çünkü Hocaefendi gibi kıymetlerin her söz ve davranışında nice hikmetler gizlidir.

Benim gibi nasipsizlerden olmayan nice gönlü ötelere açık kardeşimiz, yanan bu meşalenin ışığından muhakkak bir parçayı alacak ve ışığa susamış gönüllerin aydınlanmasına vesile olacaktır. Her ne kadar gönlüğümün darlığına mahpus olsa da sözler, ufacık bir şuleyi dahi yansıtabilirsem, bunu en büyük kar saymakla avunacağım…

Kendi alanlarında bir çok büyük yanıbaşımızda iken onlara yabancı kalmak uzak durmak kadar büyük bir talihsizlik olamaz. Unutmayalım ki, kişi bilmediğinin düşmanıdır. Zaman varken, uzaktan da olsa, bu büyük okyanusların kıyısına gelmeli ve kabımızın derinliği ölçüsünde hatta fevkinde,istifade yoluna gitmeliyiz.

Mesela kendimi şanslı addettiğim, hep şükrettiğim konulardan biri de budur: Çoktan Allah’a yürümüş büyüklerimizden bazılarınıyla aynı havayı solumak…:

DEV KAMETLER

Oğlu Mehmet abiyi de tanımakla şeref duyduğum, hamiyyet ve vefa insanı Yaşar Tunagür Hocaefendi, bizi her seferinde Medine’deki evinde misafir eden Ali Ulvi Kurucu Hocamız ve Muhammed Zekeriya Efendi, hasta olduğu halde bizleri kırmayıp sohbetler ve nasihatler eden muhterem Mahmut Esat Coşan Hocaefendi, ne zaman okulumuza gelse yanında getirdiği misafirlere; “Bu gençlere iyi bakın, dünyanın sulhunu sağlayacak nesil bu nesildir, bunlar ‘altın nesil’dir ” deyip gözleri hep dolu dolu olan okul insan Hacı Kemal Erimez abimiz, yüksek lisans dersleri alırken bize hep o engin ufku ile hedefler çizen hocaların hocası Sabahattin Zaim hocamız…ve nicelerini bin şükür ki görmüş tanımış, bilmişim.

Bu dev kametleri tanımak, onların tavsiye ve görüşlerine uymak için, illa ki o mektep veya meşrebe ait olmanız gerekmiyor. Bu özel insanları tanımak, bilmek-öğrenmeye çalışmak lazımdır ki; dar görüş ve düşüncelerimiz değişsin, kalbi hayatımız renklerine kavuşsun...

İşte  bu büyük ilim ve fikir adamını, çağımızın Mevlana’sını, ‘asra gülen’ bu dev kameti, birkaç kez de olsa görmek, bilmek, sohbetinde bulunmak ve haddimiz olmadığı halde  sohbet etme şerefine nail olmak ve bu yaşananların bir kısmını, çok değer verdiğim siz mektup arkadaşlarımla paylaşmak istedim.

Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, Allah dostlarının olaylara yaklaşımı farklı bir boyutta oluyor: Hocaefendi’yi ne zaman görsek veya dinlesek; sesiyle, sesinin tonuyla-tonlamasıyla, yaşayarak şiir gibi anlatımıyla, beden dili ile… bizleri ve orada bulunan yerli ve yabancı herkesi mest ediyor. Sesinin boyası, gözlerinin yaşı, bakışınız edası…

TÜRKÇE OLİMPİYATLARI VE ÜSTAD’IN “BAHAR ÇİÇEKLERİ”

Yazının kalan kısmını; Hocaefendi’nin, “Türkçe Olimpiyatlarında orada olmak istemezdim” dediği kısma ayırmak istiyorum. 

Hocaefendi bir kaç ziyaretçi ile çay içiyor ve 8. Türkçe Olimpiyatlarının bir kısmını seyrediyordu.
Programın hemen arkasından sorulan , “Efendim, geçen yıl Türkçe Olimpiyatları’na katılmıştım. Dünyanın dört bir yanından gelen o pırıl pırıl öğrenciler açılış programı nedeni ile, kendi yörelerine ait kıyafetleri ile salonu doldurduklarında, salon büyük bir çiçek bahçesine dönmüştü… Acaba bu tabloyu, Hazret-i Üstadın ‘Biz acele ettik kışta geldik, sizler cennet-i asa bir baharda geleceksiniz. O zaman, mezarımın başına bahar çiçekleri ile gelip bana selam verdiğinizde, (Henien Leküm) ‘hoş geldiniz’ sadasını işiteceksiniz. ’ müjdesiyle tevil edebilir miyiz?” soru sonrasında Hocaefendi gözyaşlarını tutamadı… Bire bir aynısı olmasa da Hocaefendi şu minvalde konuştu:

“Hazreti Pirin, muhakkak ruhu duyuyor, görüyordur…”  dedi gözyaşları içinde. “Çok eza cefa çekti. Maddi manevi çok işgence gördü ama asla davasından milim dönmedi. Hep o ‘bahar çiçeklerini’ terennüm etti, durdu…

Bügün Rabbimize binlerce şükürler olsun ki, insanlığın sulh adacıklarında yetişen ve yarının sevgi ve hoşgörü mimarı olacak sayısız insan yetişiyor… Bu yetişen çoçuklar dolayısıyla, milletler arasında barış ve dostluk köprüleri kuruluyor, sayısız organizeler yapılıyor…

Türkçe Olimpiyatları da onlardan biri. Şüphesiz, değiştilmesi ve geliştilmesi gereken yerleri vardır. Mesela, geçen sene arkadaşlara; o milletlerin de kendi şarkılarını, şiirlerini, folklorlarını programa dahil etmelerinin faydalı olacağını söylemiştim… Her organizede olduğu gibi bu güzel girişim de gün geçtikçe gelişiyor, büyüyor Allah’ın tevfik ve inayeti ile… Binanaleyh, dünyanın dört bir yanından gelen bu ‘bahar çiçeklerini’, hep hasretini çektiğimiz bu tabloyu, Hazreti piri Mugan’ın müjdesi çerçevesinde tevil edebiliriz…”

TÜRKÇE OLİMPİYATLARINDA ORADA OLMAK İSTEMEZDİM

Hemen ikinci soru soruluyor: “Efendim, Türkçe olimpiyatlarında orada olmak ister miydiniz” sorusuna bize ilginç gelen bir cevap geldi Hocaefendi’den.

Hatırımda kaldığı kadarı ile cevap şu şekildeydi:

“Hayır istemezdim. Küçüklüğümdem beri, kalabalık yerlere girmeyi çok sevmem, hele ki bir güzelliği bir şahsa, bana vermeleri beni çok mahcup eder. Evvela ben hiç bir şey yapmıyorum. Onca insan çalışıyor, emek veriyor, ben bir şey yapmadığım halde, mesela Melih bey açılış konuşmasında nezaket göstererek; uzaklardaki fikir mimarına selam olsun dediğinde salondan uzun süreli bir alkış oldu.

Ben ta burada çok büyük bir mahcubiyet duydum. Orada olsaydım yerin dibine geçerdim. Dediğim gibi, fıtrat olarak öyle yerlere katılmayı pek sevmem. Bir de bütün bu yapılan işleri benim şahsıma verilmesi büyük haksızlık olur. Bize bu güzellikleri televizyondan seyretmek bile fazla. Televizyon ekranlarından bu işin zekatını almak bile bana çok fazla geliyor…”

Gözümüzde bir tutam yaş,  gönlümüzde tüm insanlığı saracak kadar büyük bir sevgi… Sanki ufkumuz alabildiğine genişlemiş… Her gelen, bu ve benzeri duyguları duya duya ayrılıyor bu sürekli bizlere hiçliği öğütleyen mütevazi insanın ışık ve ümit saçan mekanından…

M. Cebrail ALTINDAĞ / ABD / Haber 7
Editör: HABER MERKEZİ