Dün bir tesadüf eseri Cem Yılmaz ile karşılaştım. Beni görür görmez ağzından “mahalle baskısı” lafı dökülüverdi. Hemen ardından sorusunu patlattı: “Ne dersin abi, Türkiye Hollanda olur mu?”

22 yıllık gazetecilik hayatımda çok soru sordum ve çok soruya muhatap oldum. Cem Yılmaz’ınki kadar güzel, yürek ferahlatıcı bir soruyla karşılaştığımı hatırlamıyorum.

Çünkü İslami hareketler üzerine araştırmalara başladığım ilk günden itibaren sürekli olarak “Türkiye İran olur mu?” sorusuyla karşılaşıyor ve hep “Kesinlikle olmaz” cevabını veriyorum. Bunu sadece Türkiye’de çoğunluğun Sünni, İran’daysa Şii olması, bizde devlete itaat geleneğinin daha güçlü olması gibi gerekçelere bağlamıyorum. Türkiye’den ikinci bir İran çıkmasının önündeki en güçlü engel, bütün sorunlu yönlerine rağmen laik demokratik yapının ülkemizde iyice kurumsallaşmış olması.

Son günlerde İran’ın yerini Malezya’nın almış olmasını da yadırgadığımı itiraf etmeliyim. Bir kere laik çevrelerin kesinlikle inandığı “ılımlı İslam” senaryolarının varlığından ciddi bir şekilde şüphe duyuyorum. 2.5 yıl geçirdiğim Washington’da Amerikan yönetiminin, bu türden arayışlardan vazgeçmiş olduğunu, Büyük Ortadoğu gibi projelerin çoktan rafa kaldırılmış olduğunu gözledim.

Bununla birlikte, kendi yakın çevrem de dahil olmak üzere toplumun önemli bir bölümünün adım adım şeriat düzenine geçtiğimiz yolunda kaygıları olduğunu görüyorum. AKP iktidarının onların kaygılarını gidermeye yönelik çok ciddi, inandırıcı adımlar atmamasıysa toplumdaki yarılmayı daha da derinleştiriyor.

Seviye yükseliyor

Her ne kadar abartılı bulsam da bu kaygıları ele almak, derinlemesine incelemek ve tartışmak sorumlu bir gazeteciliğin gereğidir. Bu bakımdan Vatan’da yaptığımız altı gün “Türkiye Malezya olur mu?” başlıklı dizi geniş ilgi gördü ve insanların kafalarındaki birçok hayati sorunun tartışılması için bir zemin oluşturdu.

Bize görüşlerini iletenlerin ezici bir çoğunluğu Türkiye’nin Malezya olacağına, hatta daha da beter bir duruma sürükleneceğine inanıyor. Bunların nerdeyse yarıdan fazlası kadın. Gelen mektuplardan, kaygı duyanların büyük kısmının 50’li yaşların üzerinde ve devlet memurluğundan emeklilerin olduğu anlaşılıyor.

Vatan’da daha önce de hassas konularda başka interaktif yazı dizileri hazırlamış biri olarak, mektuplardaki seviyenin öncekilere oranla daha yüksek, bir diğer deyişle küfür ve hakaret dozunun çok az olduğunu görmek beni sevindirdi. Laiklik konusunda epey karamsar görüşlere sahip olan okurların bu derece serinkanlı bir üsluba sahip olabilmeleri, tartışmanın geleceği açısından umut verici.

Öte yandan İslami kesimden az mektup gelmesi de çok anlamlı. Çok değil bir yıl önce benzer bir tartışma açmış olsaydık, sanıyorum, onların da laikliğe duyarlı kesimler kadar tartışmaya dahil olduklarını görürdük. Bu ilgisizlik, süregiden tartışmayı üstlerine almadıkları, yüzde 47 oyla istedikleri gibi davranma haklarına sahip olduklarını düşündükleri anlamına mı geliyor, yoksa bu tartışmanın gündemi fazla işgal etmesinden endişe mi duyuyorlar? Bu sorunun cevabı Türkiye’nin geleceğinde epey etkili olacağa benzer.

Tekrar başa dönecek olursak: Türkiye’nin Malezya olacağını sanmıyorum. Fakat Hollanda olmamızın da, en azından şimdilik mümkün olmadığını biliyorum. Kısacası, biz biz olmaya devam edeceğe benzeriz.
Editör: HABER MERKEZİ