Değerli Çayhaber’liler merhaba Çayeli’ne geleli henüz 3 ay oldu belki ama ben bu memleketi çok sevdim. Belki de bu yüzdendir aranıza katılmaya ve yazdıklarımı sizinle paylaşmayı istemem.

Yazmak zor bir sanat. Ben aslında okumak işiyle daha çok meşkulüm fakat bir kez insan bir kez başlayınca yazmaya yazmanın verdiği o özgürlüğün tadına varınca yazmadan edemiyor. Yazarken ya da yazmaya başlamadan önce ne yazsam nasıl yazsam beğenilecek mi ya da çok mu okunacak düşünceleri geçiyorsa yazarın aklından geçiyorsa özgürlüğü kısıtlanmıştır.

Yazmak bazen akıntıya bırakmaktır kendini fakat birinin seni kurtarmasını beklemeden elbette. Bence özgürlüğüne en düşkün eylem yazma eylemedir. Yazının özgürlüğü ne kadar sınırlanıyorsa doğallığı da o derece azalıyor demektir. Doğallık kaybedildikten sonra da yazılanların bir anlam taşıması zorlaşıyor.  Yaşadım zannettiğin her an gibi belki de… Hissederek yaşamış sayılmazsın öyle değil mi?

Önümüzdeki zamanlarda sanat üzerine yazılarımla sizlerle birlikte olacağım. Bu gün ilk olarak fotoğraf üzerine bir şeyler yazmak istedim. Hep tartışıldı bu konu fotoğraf sanat mıdır? Değil midir? Peki sizce?

 

 

ÜLKEMİN SİYAH-BEYAZ FOTOĞRAFI

Son yıllarda Türkiye’de çok tartışılan bir konu var. Bu da fotoğrafın sanat olup olmadığı… Kimilerine göre fotoğraf bir sanat, kimilerine göre değil. Peki, ‘fotoğrafın sanat mı, yoksa sadece güzel anılarımızı belgelediğimiz bir araç mı’ sorularının cevabını kim verecek. Elbette ben vermeyeceğim. Fakat fotoğraf konusu üzerine eğitim alan, bu alana yıllarını vermiş insanların görüşleri de tabiî ki beni burada sonuca doğru yöneltecektir.

Yaşamı ve kendimi sorgulamayı, çözemeyeceğimi bile bile bazı konularda uzun uzadıya düşünmeyi seven biriyim. Arkadaşlarımın çoğu da öyle. Yaptıklarımızı, başımızdan geçenleri, memleket meselelerini, zamanı, ölümü ve bu aralar sık sık da sanatı sorgulamayı kendimize ödev edinmiş durumdayız.

Saatler süren bu konuşmalardan her zaman elle tutulur sonuçlar çıkmasa da bir tür gereksinim bu benim için. Konuşmak, dinlemek, paylaşmak, olayları başkalarının penceresinden görmeye çalışmak, yaşamı daha eğlenceli ve yaşanılabilir kılıyor.

Mevsimin iyice ısındığı, sıcağın tüm doğaya hâkim olduğu, bazen de yağmurun bizi serinlettiği şu bugünlerde, biraz ıslak ve biraz da masumiyetle karışık pozlar yakalayabilmek için deklanşöre dokunma güdülerimin iyice arttığını hissettiğimden dolayı sanat için, özellikle de fotoğraf için konuşmak zorunda hissediyorum kendimi….

Hafta sonu okuduğum gazetelerden birinde karşılaştığım bir haber, fotoğraf konusunda çok kafa yorduğumu sandığım halde beni bile şaşırttı: Bugüne kadar pek çok sergi gezdim, kitap ve dergi okudum ama şimdiye kadar 'Doğum Anı Fotoğrafçılığı' diye bir şey duymamıştım. Asıl işi hemşirelik olan bir fotoğraf meraklısı doğum anında ve doğumun hemen sonrasında bebeklerin, annelerinin hatta babalarının fotoğraflarını çekmeye başlamış ve çok ilgi çekici gelmiş insanlara… Ardından olumlu talepler olmuş.

Aslında fotoğrafın hala sanat olup olmadığının tartışıldığı bu ülkede ilginç bir yaklaşım ve hiç aklıma gelmemişti o anın fotoğraflanmasının enteresan olacağı. Belki de fotoğrafın amacına uygun olarak en iyi kullanıldığı yer doğum anı olmalı; öyle ya en unutulmasını istemediğimiz anlar için değil midir fotoğraf? Elbette kimin neyi nasıl algıladığı önem kazanıyor burada. O doğum fotoğrafı benim için her şeyin başladığı anı simgeleyen klasik bir sanat eseriyken, doğum işini gerçekleştiren doktor için bir operasyonun belgelenmesi, anne için çektiği acıların kâğıda dökülmesi, sokaktaki insan için hiçbir şey ifade etmeyen bir kâğıt parçası olabilir.

Ülkemizde fotoğraf adına yayınlanan kitap ve albüm oldukça az. Yayınlanan kitapların ilk 1000 baskısını bile tüketemiyoruz. Süreli yayınlanan fotoğraf dergilerinin satış rakamları da ona keza… Bir de fotoğrafçılık bölümünden her sene mezun olan birçok fotoğrafçı adayımız var. Adayımız diyorum çünkü herhangi bir konu üzerine eğitim almak yetmiyor bir şeyleri başarabilmek için. Eğitim, yanında emek ve çaba gerektiriyor. Hem de başarılı olabilmekse gerçek amaç hayatınız yapacağınız iş olmalıdır. Öyle her eğitim alana sanatçı deseydik eğer, dört bir yanımız sanatçılarla dolar taşardı öyle değil mi? Ha öyle olsaydı iyi olmaz mıydı? Tabiî ki iyi olurdu fakat o zamanda bir tadı kalmazdı herhalde sanatın ve sanatçının…. Sözün kısası öyle kolay sanatçı olunmuyor maalesef!... Sanat, özveri ve çaba işidir, sanat, yaptığın işe yıllarını vermektir….  

Yukarıda da değindiğim üzere, fotoğrafçılıkları tartışmalı binlerce fotoğrafçı(!) Bu birikime sadece deklanşöre basarak mı sahip oluyor yani?!

Fotoğraf adına en çok kitap yazanlardan, Türkiye’de fotoğraf sanatına yıllarını vermiş olan ve ilk fotoğraf dergisini çıkaran, Türkiye fotoğrafının gelişimine yaşamını veren  sanatçımız Gültekin Çizgen’e “fotoğraf nedir” diye sormak demek, “Sayın Çizgen, sizin yıllarınızı verdiğiniz fotoğraf birikiminizi öğrenebileceğimiz kitaplarınızı okumaya vaktim yok, daha önemli işlerim var, siz bana iyi fotoğraf nasıl oluyor kısacık söyleyiverin” demektir. Fotoğrafa emek harcamayan bir camianın, usta fotoğrafçıların kızgınlıklarını ve suskunlarını anlayabilmesi mümkün olabilir mi?( Tüzül: 2006 )

“İnsan açlığa katlanabiliyor ama sevgisizliğe, tutkusuzluğa ve amaçsızlığa katlanamıyor. Benim de insan sevgimin odaklandığı en dolaysız ve en somut bir sesleniş aracı oldu fotoğraf sanatı.” ( Öz: 2005 )

Eğer Türkiye’de yaşayan bir fotoğraf yolcusu, Ali Öz’ü bilmiyorsa, yukarıdaki sözünü okuma şansına hiç sahip olamamışsa, bir Ali Öz fotoğrafına baktıktan sonra boğazında bir düğümle günlerce dolaşmamışsa, “hocam iyi fotoğraf nasıl oluyor yani?” sorusundan daha doğal ne olabilir? ( Tüzül: 2006 )

Yaşamımızın bu kadar içine girmiş bir şeyi hala sanat saymamak biraz haksızlık olmuyor mu? Fotoğraf bakan insana bir şeyler aktarıyorsa, sanat görevini yerine getiriyor demektir bence. Fotoğraf her ne amaç için çekilmiş olursa olsun, o fotoğrafı insanın gördükten sonraki düşünceleri, görmeden önceki düşüncesiyle farklılık gösteriyorsa, fotoğraf amacına ulaşmıştır demektir. Gerisi önemsiz….

Ara Güler Usta'nın ' Ben foto muhabiriyim, sanatçı değilim' demesinin nedeni de bu tartışmanın yorgunluğundandır belki de. Sanatçının sanatının onanmasına ancak para kazanma aşamasında ihtiyacı vardır, onun dışındaki zamanlarda çok da önemli değil bana göre sanatının sanat olarak görülmesi. Önünden her zaman geçtiğim dut ağacını, pek çok kereler gördüğüm ve alımını fark etmediğim herhangi bir heykeli, senelerdir tanıdığım ama yüzündeki yaşanmışlık çizgilerini hiç fark etmediğim bir sinema sanatçısını, O'nun objektifinden çıkmış karelerde ayırt edebilmişsem o adamı da foto muhabirleriyle aynı kefeye koymak vicdanıma sığmaz.

“Dünyanın her yerinde anlaşılan tek ortak “dil” olan fotoğraf bütün uluslar ve kültürleri bir araya getirerek insan ailesini birbirine bağlar. Siyasal etkilerden bağımsız kaldığında insanların özgür olduğu yerlerde yaşamı ve olayları doğrulukla yansıtır. Başkalarının umutlarını ve umutsuzlukların paylaşmasına izin verir, siyasi ve toplumsal duruma aydınlık getirir. İnsanoğlunun, insanlığın ve insanlık dışılığın görgü tanığı oluruz” ( Sontag :1993 )

Dünyada her şey insanlar için yapılır. İnsan olmadığı zaman hayat olmaz. Onun için benim fotoğraflarımda hep insan vardır. Ayasofya Camii'nde bir şey çekerken benim için önemli olan, önünden geçen insan, yani hayattır. İnsan sevgisi kaybedilmişse hiçbir şeyin önemi yoktur aslında. En mühim şey insan sevgisidir. Her şey buna bağlıdır. İnsan sevgisi oldukça fotoğraf ta gelişecektir. Çünkü her şey, fotoğraf da, insan içindir. Sevgisiz insan, insansız da fotoğraf olmaz!  (Güler – Maga:2005 )

Fotoğraf sanatı yalnız seyirlik bir sanat olmayıp, geniş kitlelere büyük kavrayış kazandıran bir iletişim büyüsüdür. Halka inme, onunla iletişim kurma konusunda en yaygın şans çağdaş fotoğraf sanatının olmuştur. Fotoğraf bazen sosyal amaçlı, bazen bilinmeyeni anlatmak, bazense gerçeği kanıtlamak, tanık olmak gibi görevler üstlenmiştir. Teknolojinin etkisiyle amaçları değişmiş, bazen yanlış kullanımlar sonucu fotoğraf amacından saptırılmıştır. Her teknolojik gelişme beraberinde kavramın yeniden kurgulanmasını gerektirmiştir. Yüz elli yıl önce fotoğrafın icadı ile “sanatın öldüğünü” iddia eden mantık bugün fotoğrafın ölüm ilanını da vermiştir. Ancak, fotoğrafın icadı ile resim sanatının yok olmaması gibi bilgisayar teknolojisinin fotoğrafa eklemlenmesi fotoğrafı ortadan kaldırmayacaktır. Bilgisayar teknolojisine duyulan endişeler yersizdir, çünkü bilgisayar, fotoğrafın kullanım alanlarından biri olarak göze çarpmaktadır. Uygulama alanının genişlemesi ve sayısal fotoğrafın geleneksel fotoğraftan bağımsız olarak ele alınması gerekmektedir.  Mona Lisa ya da Van Gogh’un herhangi bir tablosunun mekanik üretim süreci ile milyonlarca kez üretilmesi o sanat yapıtlarına olan ilgiyi azaltmamış ve o sanat yapıtlarının değerinin ortadan kalkmasına neden olmamıştır. Adı geçen sanat eserlerine sergilendikleri müzelerde ya da sergi salonlarındaki ilgi halen sürmektedir. Bugün en çok çoğaltılan sanat yapıtlarından biri olan Van Gogh’un Ay Çiçekleri tablosu aynı zamanda dünyanın en pahalı tablolarında biridir. Mekanik yeniden üretim sanat yapıtına nasıl zarar vermediyse, bilgisayar teknolojisi de ona zarar vermeyecektir. ( İmançer: 2006 )

Son yirmi yıl içerisinde gözlemlenen bir süreç bilgisayar teknolojisinin tüm uygulama alanlarına dâhil olmasıdır. Fotoğraf teknolojisinin de bu süreçten etkilenmemesi mümkün değildi. Fotoğraf sanatına bilgisayar teknolojisi zarar vermeyecektir ama burada tüm sanat dallarında olduğu gibi fotoğrafta da bir istismar olduğunu kabul etmek zorundayız. Nasıl mı? Şöyle ki bazen var olanın dışında kullanılan, gösterilen ve üzerinde oynama yapılmış fotoğrafları oldukça bayağı buluyorum. Özellikle bu oynamalar ve düzeltmeler para kazanma hırsıyla yapılmışsa son derece rahatsız edici. Teknolojik ilerlemenin getirdiği kaçınılmaz bir şey bu yapay çalışmalar, inandırıcılıktan ve gerçekten uzak, asla onaylamadığım ve takdir etmeyeceğim çalışmalar. İşte bu çalışmalar ki çalışma demek çok doğru mu bilmiyorum ama fotoğrafı sanat olarak görmeyenlerin asıl hedefi durumunda. Ama şunu da değerlendirmek gerekir ki birkaç fotoshopçu ajans fotoğrafçısıyla bir fotoğraf devi olan Ara Güler'i aynı kategoride düşünmek ne derece doğru…

Eğer sanatın değerini kalıcılıkla değerlendiriyor ve yüzyıllar öncesi yapılmış resimleri ve heykelleri öne sürüyorsak ki burada, sanat yapıtlarının kalıcılığı ve onların geleceğe aktarılması konusunda fotoğrafın hakkını vermek gerekir.

Pek çok Rönesans sanatçısının ki çok sevdiğim bir dönemdir, resim ve heykellerini birebir görme şansım olmadı ama fotoğraf sayesinde hepsini tanıyorum ve inceleyebiliyorum, bu da şunu açıklar; fotoğraf sanatı yalnızca kendi sanatı ile ilgili belgelerin değil diğer sanat dallarının da geleceğe aktarılması ve saklanması konusunda önemli bir görev üstlenir aslında.

Bana göre sanatçının gözü sıradan insanların gözünden farklı bir bakışa ve kavrayışa sahip. Bataklıkta da olsa, çok lüks bir otelin balkonunda da olsa sanatçının gün batımını algılayışı aynıdır. Sanatçı kendini kişisel kaygılardan öylesine kurtarmaktadır ki geçici ve bireysel olanın ardındaki sonsuz ve evrensel olanı fark eder. Fark etmekle kalmaz, bize aktarır.

Yaşamda her şey bir ihtiyaçtan kaynaklanır ve hiç bir şey lüzumsuz değildir, adı estetik de olsa eğer bu hayatın içinde varsa mutlaka hayata ait bir ihtiyaca somut bir cevap verir. Çünkü hayatın kendisi somuttur ve ihtiyaçlannı da somut olarak tespit eder. Bu noktada fotografa gelmek istiyorum. Mimetik sanatlar içinde gerçeğe en yakınını veren sanat dalı şüphesiz fotoğraftır. 0 nedenle sanat mıdır, değil midir tartışmaları yapılan da yine fotoğraftır. Hiç kimseye hayalleme imkânı tanımayan yaklaşım estetik özelliğini kaybeder. Belge özelliğini kazanır. Fotoğrafı estetik olarak vermek istiyorsak mutlaka sürreale kaymak zorundayız. Objeler arasındaki ilişkileri mutlaka hayatın verdiğinden daha farklı bir noktaya götürmek ve insana, doğayla ve toplumla çelişkilerinin keskinleştiği günümüzde, çelişkilerini yumuşatıp avucuna alabileceği, hâkim olabileceği malzemeyi sanat olarak ayağına sermek zorundayız.   (Ceylan:1988 )

Tinasi Barutçu, 1961 yılında fotoğrafı ve fotoğrafçıyı şöyle tanımlamakt

 “Sanatkâr evvela dıştan aldığı veya benliğinde doğan bir tesirle heyecana gelir, sonra bu hisleri kafasında düzenler ve fotoğrafının bahşettiği imkânlardan faydalanarak bu duygularını başkalarına his, fikir veya form olarak takdim eder. İşte her ne şekilde olursa olsun, meydana gelen fotoğrafta yukarıda sayılan vasıflardan bir veya bir kaçı mevcutsa, hiç şüphesiz bir sanat eseridir. Eğer aynı kimse daima bunları tekrarlayabiliyorsa, o da bir sanatkârdır.”  

Bunları yazdıktan sonra sanat konusunda Schopenhauer'den birkaç alıntı yapacaktım ama internette, bir forum sitesinde ( Antoloji.com )insanların sanatı tek bir cümleyle tanımlamaları istenmiş, o cevapları gördüm ve bu cümlelerin toplumu daha iyi özetlediğine karar verdim. 

‘Sanat, ideolojinin estetik hüviyet kazanmış halidir’ 

‘Sanat, basit ya da zor her şeyi bir ruhla canlandırmak ve ona anlam katmaktır’
‘Sanat, su ve yemek kadar büyük bir ihtiyaçtır’ 

‘Sanat, aynı hisleri paylaşan insanların ortak noktalarının kesişimidir’

‘Sanat, hayatın gölgesidir’ 

‘Yalnızca sana ait olanı başkalarına anlatabilme gücüdür’ 

 

Sanat insanlar arasında bağları güçlendirecek, insanları birbirine bağlayacak, onlara ortak bir geçmişin ve ortak bir geleceğin sorumluları  olduklarını duyuracak tek ortamdır. ( Afşar: 2002 )

 

İster anılarımızı süsleyen bir araç isterse de savaşta veya barışta yararlanılan bir kaynak olsun, fotoğrafın vazgeçilmezliği yadsınamaz. Fotoğraf her geçen gün hayatımızda giderek daha çok yer alıyor... Fotoğraf, yalnızca anıların kaydedilmesini sağlayan bir araç değildir. Fotoğraf, sanatçının kendini ifade etme aracıdır. Fotoğraf kültürlerarası ilişkileri sağlayan hatta bunu daha kolay bir hale getiren iletişim aracıdır. Fotoğraf, bilimsel çalışmalara yol gösteren ve kolaylaştıran temel bilgi ve kanıt aracıdır. Fotoğraf, keşfinden bugüne önemi artan ve kullanım alanları giderek genişleyen bir buluştur ve sanattır.

 

Ara Güler’e göre bir kovboyun tabanca çekişi kadar kuvvetli hislere sahip olmalıymış fotoğrafçı.

 

Bütün dünyada bu yeteneğe sahip fotoğrafçı sayısı da bir elin parmaklarını geçmiyor ustaya göre. Sadece hızlı olmak da yetmiyor, başta edebiyat, tiyatro, müzik, sinema olmak üzere pek çok alanda güçlü kültürel birikimi de gerekli kılıyor fotoğraf. (Güler – Maga:2005 )

Derinlikleri, titreşimleri, yansımaları, anlamları kollayan ve bunu yıllar boyunca, neredeyse dinsel bir tutkuyla hiç durmaksızın yapan biri ancak böylesi bir mucize anını yaratabilir, yakalayabilir. Karşısındaki görüntüye bir yalvacın, bir kâhinin, bir ozanın ya da bir sevgilinin tutkusuyla yaklaşan biri... Başka türlüsü olabilir mi zaten?' (Güler : 2005 )

Sanatı neden seçtiğimi fark etmezdim bir iki yıl öncesine kadar. Neden mühendis olmayı istemediğimi, neden dikiş dikmediğimi, ille de resim yapmak ve fotoğraf çekmekte direttiğimi bilmez, anlamazdım ama şimdi anlıyorum: 'Her istek bir gereksinimden, bir yokluktan, bir acıdan doğar' diyor Schopenhauer, 'giderildiği zaman insan yatışır' Bugüne kadar yaşadıklarımın bir aktarımı, kendimi ifade etme biçimim benim resim ve fotoğraf. Kimilerinin yaşamında sözler vardır, konuşurlar ve kendilerini yaptıkları işi tanıtırlar, benim gibilerde de söz biter fotoğraf ve resim başlar. Biriktirdiklerim, yaşadıklarım, acılarım ve beklentilerim, kısacası yaşamımı ortaya koyma biçimimdir benim sanatım.

Yaşamın ona öğrettikleri, sentezlediği, biriktirdiği, düşündüğü her şeyi aktarmam için bir yol seçer insan, sanatçı ya da değil fark etmez, çünkü paylaşmak insanın doğasında var. Sadece sanatçının kullandığı metot farklıdır. Kimi resim yapar, kimi baladlar yazar, kimi tiradlar okur, kimi aryalar seslendirir, kimi vizöründen gördüklerini kâğıda aktarır. Yöntem ne olursa olsun sanatçının paylaşımı takdir edilmelidir. Tüm duyguları aynı olan, aynı düşünen insanlardan oluşmadıkça dünya sanat var olmaya, maddeye ve nesneye ruh katmaya, hayat vermeye devam edecektir. 

Bu yazı, fotoğraf sanatını sanattan saymayan insanların çoğunlukta olduğu ülkemizde, kendisine fotoğrafçı diyen insanları biraz olsun düşündürebilmek için yazıldı. Sizin, benim ve bu ülke insanının dengesini bozacak sorulara ihtiyacımız var.  Yaşadığımız ülkeyi sarsacak fotoğraflara ihtiyacımız var. Gidilmemiş yerlere yolculuk ettiren, yeni bir bakış açılarına, ihtiyacımız var. Ülkemin sözde fotoğraf sanatı sanatçıları!!! Arada sırada biraz da olsa şaşırtın bizi….           

KAYNAKLAR
1
.Güler, A- Maga, İ. ( 2005 ). İnsansız Anı Olmaz, İkinci Basım, İstanbul:               YGS Yayınları           

2.Ceylan Tahir M, ( 1988 ). Fotoğraf, Estetik Ve Görüntü Üzerine, Üçüncü       Basım, İstanbul: İfsak Yayınları

3.İmançer A, ( 2006 ). Fotoğrafya, sayı:15

4.Öz A, ( 2005 ).Türk Fotoğrafçıları Kütüphanesi 11, Birinci Basım,  

         İstanbul: Antartist Yayınları

5.Sontag S, (1993). Fotoğraf Üzerine, Çev: Reha Akçakaya, İstanbul:  

                    Altıkırkbeş Yayınları.

6.Timuçin A,(2002). Estetik, İstanbul: Bulut Yayınları.

 

7.          Tüzül Ş, ( 2006 ). Fotoğrafya, sayı: 18

 

8.          www. Forum.antoloji.com ( 06.12.2006 tarihinde erişilmiştir)

 

 

 

Editör: HABER MERKEZİ