* Çanakkale’yi öğreterek güçlü nesiller inşa edebiliriz…

Bir aralık arkamda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş’la göz göze geldim. Sapsarı olmuştu. Yüzünde derin bir ızdırabın o müthiş, sarsıcı çizgileri vardı. Daha neyin var dememe kalmadan kolunu uzattı. Dehşetle ürperdim. Sol kolu, bileğinin dört parmak kadar yukarısından aldığı bir isabetle hemen tamamen kopacak hale gelmişti. Elini, yere düşmekten zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi. Dişlerini sıkarak ızdırabını hafifletmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzatarak dedi ki:

-“Şunu kesiver kumandanım.”

Bu tüyler ürpertici vazifeyi yaparken bir şey söylemiş olmak için “Üzülme Ali Çavuş. Allah(c.c.) vücuduna sağlık versin.”diye mırıldandım...

Ali Çavuş gibi niceleri, Çanakkale destanını yazıyordu. Onlar öyle bir destan yazmışlardı ki orada, tarih bunu kayda geçirmekte zorlanıyordu.

İngiliz Bahriye Nazırı Winston Churchill’e göre Çanakkale Boğazı donanma ile zorlanırsa Boğazları ve İstanbul’u ele geçirmek mümkün olurdu. Böylece şu üç ana gaye hâsıl olmuş olurdu;

Osmanlı Devleti barışı kabullenmek zorunda kalır ve açtığı cepheler tasfiye edilmiş olurdu.

Rusya’ya silah ve malzeme yardımı yapılır, Rusya’nın da buğdayından istifade edilmiş olunurdu.

Osmanlı Devleti’nin savaştan çekilmesi ve Boğazların İtilaf devletlerinin eline geçmesi ile henüz savaşa katılmamış Balkan devletlerinin kendilerinden yana tavır belirlemelerini sağlanmış olurdu.

Bu gayelerle ortak İngiliz – Fransız donanması 19 Şubat 1915’ten itibaren, dış denizden boğazın her iki yanındaki Türk tabyalarını bombardımana başladılar. Bu 18 Marta kadar devam etti. Nihayet 18 Mart 1915 günü donanma Çanakkale Boğazı’na girerek, boğazı geçme teşebbüsünde bulundu. Lâkin bu onlar için tam bir felâket oldu. Bu teşebbüs 10.45’te başlamıştı. Akşam, güneş batarken 7 düşman gemisi Boğazın sularına gömülmüş bulunuyordu. Bu durum karşısında düşman donanması geri çekilmek zorunda kaldı.

İngiliz – Fransız İttifakının bu başarısızlığı prestijlerini sarsmıştı. Bu tarafsız devletlerle bütün İslâm âleminde geniş politik tesirler yapabilirdi. Bu sebeple müttefikler iş sonuna kadar götürmeye karar verdiler. Nisan ayı sonlarında 70.000 kişilik bir İngiliz – Fransız kuvveti Gelibolu yarımadasının güneyine çıkarılmaya başlandı. Gelibolu’yu işgal edip boğaza sahip olmak istiyorlardı.

Gelibolu yarımadasında Türk askeri istilâcı kuvvetlere karşı şiddetli bir mukavemet gösterdi. Müttefikler bunu hiç beklemiyordu. Türk askeri istilâcı kuvvetleri denize atamadı ama düşman da 2,5 ayda ancak 3 km ilerleyebildi. Çok kanlı muharebeler oldu. M.Kemal’in komutanı bulunduğu Anafartalar’da düşman üç hafta içinde 40 bin askerini kaybetti.

Müttefikler devamlı olarak asker kaybetmeye başlayınca bu teşebbüsten vazgeçtiler ve Aralık ayından itibaren çekilmeye başladılar. Müttefikler ölü ve yaralı olarak 250 bin kişi kaybetmişlerdi.

Çanakkale Muharebeleri aynı zamanda 250 bin Türk askerinin şehit olmasına sebep oldu. Fakat boğazlar da düşmana verilmemiş oldu. Düşman, tüm mağrurluğuna rağmen başarısız olmuş, gurur ve kibiriyle birlikte mağlup olmuştu.

Ayrıca burada başka bir alanda da savaş verilmişti. İnsanlık alanında Batı medeniyetinin temsilcileri, kültürümüzün özünün bir parçası olan ve ismini Peygamberimiz Hz. Muhammed’den alan Mehmetçiğin kendilerine verdiği insanlık dersini bakınız nasıl hayretler içinde itiraf ediyorlar;

…Yaralılar arasında dolaşan Fransız General Bridges, kendi gömleğinden bir parça ile Fransız askerinin yarasını temizlemeye çalışan Mehmetçiğe hayretler içinde sorar;

-“Niçin ona yardım ediyorsunuz?” Mehmetçik şu cevabı verir;

-“Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Herhalde annesinin resmiydi. Benim kimim, kimsem yok. İstedim ki o kurtulsun da annesinin yanına dönsün.”

Bridges’in emir subayı Mehmedciğin yakasını açtığında General donup kalır:

-“Çünkü Türk askerinin göğsünde Fransız askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı. Ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler.”

İşte bu Mehmetçik Çanakkale’yi geçilmez kılarak, I. Cihan Harbi’nin uzamasına sebep olmuştur. Böylece kolayca ele geçireceklerini zannettikleri Anadolu topraklarını ele geçirememişlerdir. Ayrıca İtilaf Devletlerinin Çarlık Rusyasına yardım etmeleri engellenmiş, nihayet iyice zayıflayan Çarlık Rusyası 1917 Bolşevizm İhtilaline mani olamamıştır.

Bu mühim neticelerin yanı sıra Avrupa ve temsil ettiği medeniyet mensupları nasıl bir imanla ve nasıl bir nesille mücadele etme gafletine düştüklerini görmüş oldular. O imanın sahibi ve o nesil, taşıdığı ismin kime ait olduğunun idrakinde olan Mehmetçik idi. O Mehmetçiği Çerkeş önlerinde cephane ıslanmasın diye çocuğundan esirgediği örtüyü cephanenin üzerine seren ana doğurdu. O Mehmetçiği,  Nişanlısı Hasan’ın künyesi ( Şahadet haberi) geldiğinde evine albayrak çeken Emine dualadı ve  O Mehmetçiği  1915’te Çanakkale’de şehid düşen yedek subay kardeşi Ahmed Tevfik’i, ağabeyi İdris Sabih yüreği yana yana bakın nasıl ağladı; “KARDEŞİME”

KARDEŞİME

O kadar yandı mı bağrın ey çocuk?

Ecelin sunduğu şerbeti içtin!

Sırayı saygıyı unuttun çabuk,

Sebeb ne ağandan ileri geçtin?

Yirmi üç baharı kavuran ateş

Güllerin kalbini dağlasa çok mu?

Bir damla şebneme susadı güneş,

Sümbüller sorarsa hakları yok mu?

Bir çile ipekten yumuşak sinen

Serhaddı tuttu sarp Balkanlar gibi

Kaşından daha çok bıyığın yokken

Dövüştün yeleli aslanlar gibi

Ne kadar aradım senin kabrini,

Yok diye boynunu büktü her çiçek

Yanıldım kardeşim bağışla beni

Sen arzdan semaya naklettin gerçek

 İDRİS SABİH

                                                                                            

Ömer Faruk YELKENCİ

                           
Editör: HABER MERKEZİ