İzmir Büyükşehir Belediyesinde şoför olarak çalışan “Niğdeli Durmuş Akbey”  anlattı bende sizler için anlattıklarını not aldım. 
Bu muhteşem hatıranın yok olup gitmesine gönlüm razı olmadığı için sizlerle paylaşmak istedim.

Şoför arkadaşın arabasına bindikten sonra Rizeli olduğumu anlayınca sordu;
“Siz Mesut Yılmaz Beyi yakından tanır mısınız?”
Cevap verdim; “evet yakından tanırım, hatta aynı ilçeden ve aynı köydeniz.”

Sonra başladı anlatmaya…
1999 yılında Artvin’de askerdim.
 Artvin’e ve yakınındaki illere devleti idare edenler geldi mi “özel tim” olarak “yakın ve çevresel koruma”  için bizi görevlendirirlerdi komutanlarımız. 
O gün ki görevimiz; Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz Beyin memleketi Rize ve İlçelerine yapacağı ziyaretlerinde yol güzergâhını koruma göreviydi. 
Ben ve arkadaşlarım Rize’nin Fındıklı İlçesinin sahil yolunun kenarında belli aralıklarla sırayla dizilmiş devlet adamlarının geçiş güvenliğini sağlıyorduk. 

Rize her zamanki gibi o günde yağmurluydu. 
Fakat yağmur kesmiş, sis çökmüş, yolun kenarları su birikintisi ile dolmuştu.
Tim Komutanımız dikkatli olmamızı söyledi; çünkü Mesut Beyin konvoyu Fındık’lıdan çıkarak Arhavi İlçesi yönüne gidecekti. 
Bizde tertipli bir şekilde geçecek konvoyu beklemeye başladık. 
Biraz sonra arabalar suratlı bir şekilde önümüzden geçmeye başladı. 
Mesut Yılmaz’ın içinde olduğu makam arabası çok suratlı bir şekilde ve hemen önümdeki su birikintisinin içinden geçerek yağmur sularını üzerime fırlattı.
O an içimden, ne yalan söyleyeyim “galiz küfürler geçti!” ve içimden şoföre söylendim.
Makam şoförünün dikkatsizliği üstümü başımı çamur etmişti.

Ben bunları düşünürken az önce suratlı bir şekilde önümden geçerken çukurdaki suyu üzerime boca eden makam arabasının geri geri gelmeye başladığını gördüm.
Tedirgin olmuştum! 
Acaba ağzımı mı okudular diye endişe etmedim değil. 
Nihayet son model makam arabası önüme geldi ve durdu.
Önden bir koruma çıkıp arka kapıyı açtı; karşımda Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Mesut Yılmaz vardı. 
Bana tebessüm ederek baktı ; “sevgili asker şoför arkadaş adına senden özür dilerim” dedi ve devam etti…
“Üstü başın biraz ıslandı, karnın aç mı?”
“Hayır, Başbakanım” diye cevap vererek teşekkür ettim.
Arabadan indi, korumasıyla birlikte arabanın arka bagajını açtılar ve özel poşetlere konmuş “sandviçleri” ve “meyve sularını” iki torbanın içine koyarak bana verdiler.
Ve Mesut Bey giderken tekrar “özrümüzü kabul et” diyerek arabasına bindi ve gitti.

Konvoy gittikten sonra diğer arkadaşlarımla arabamıza döndük, elimdeki poşetlerde ne var diye sordular.
Bende silah arkadaşlarıma; “karnınız aç mı, siz soruma cevap verin” dedim. 
Bütün arkadaşlarım hep ağızdan; “kurt gibi acıktıklarını” söylediler.
İşte buyurun karnınızı doyurun diye poşetleri açıp onlara ikram ettim.
Hepsi çok şaşırdı, nereden bulduğumu sordular, bende yaşadıklarımı onlara bir bir anlattım. 

Şoför arkadaş bunları bana anlattıktan sonra en son şunu düşüncesini de ilave etti.
“Yıllar sonra da olsa merhum Mesut Yılmaz’ın köylüsüne bu yaşadığım, bana göre çok değerli ve muhteşem hatıramı anlatmak nasip oldu, çok mutluyum. Size, merhum Mesut Bey adına çok çok teşekkür ederim…”

Biliriz ki; gönlü alınan kişi, duygulanır, bazen yüzü de kızarır, kendisine yanlışlıklada olsa yapılan hatayı af eder ve bir ömür boyu unutmaz yaşadığını.
Bu ruh halini Niğdeli Şoför kardeşimizde gördüğümü söylemekte boynumun borcudur.
Dinlediğim bu muhteşem hatıradan sonra şoför arkadaşa çok teşekkür ettim. 
Merhum Mesut Yılmaz’ın sevenlerine, yaşadığı bu muhteşem hatırasını anlatarak tarihe not düşeceğimi söyleyerek kendisinden de izin aldım.

Yakından tanıyanlar bilecektir ki; özel hayatında çok nüktedan olan, dostlarıyla samimiyetinde sınır tanımayan, buna karşın “devlet adabına, devlet terbiyesine ve devlet ciddiyetine sahip bir siyasetçiydi” merhum Ahmet Mesut Yılmaz.
Bu tespitimin adeta ete kemiğe bürünmüş haliydi dinlediğim hatıra.
Hem devlet terbiyesinin gereği olarak yanlışlıklada olsa; “Mehmetçiğin üzerine sıçrayan sudan dolayı kendisinden özür diliyor”, hem de insan olarak ikramda bulunarak “gönlünü almasını biliyor” bu güzel davranışıyla.

Çevremizle, akrabalarımızla, dost ve arkadaşlarımızla birlikte yaşarken, ilişkilerimizi “ölüm gerçeğine göre düzenleyelim” ve ölümü unutmadan nefes alıp verelim. 
Elbette şu da bir gerçek ki; hayatın bu hakikatini anlayabilmek ve kavrayabilmek, insan olarak bizim en çetrefilli ve en zor imtihanlarımızdandır!
Merhum Mesut Yılmaz’ın vefatı üzerine bir makale yazmış ve son noktayı koymuştum ki; İzmir Alsancak’ta çalıştığım kurumun 8. katında “büyük İzmir depremine yakalanmış”, arkadaşlarımızla ne yapacağımızı bilemez bir halde sağa sola koşturmaya başlamıştık. 
Maalesef o depremde 116 canımızı yitirmiştik. 
Kaybettiğimiz insanlarımızın mekânları cennet olsun.

Son olarak bir temenni ile yazıma son vermek istiyorum.
Bu yılın sonunda açılması düşünülen “Rize-Artvin Havaalanının” isminin, Rize ile özdeşleşen merhum “Ahmet Mesut Yılmaz Havaalanı”  ismi verilmesi konusunda neredeyse bütün Karadenizli hemşerileri ve kendisini seven insanlar mutabıktır. 
Karar vericilerin bu durumu dikkate alarak havaalanına isim vereceklerini umut ediyorum.

Türkiye Cumhuriyeti’nin “Rizeli Başbakanı Ahmet Mesut Yılmaz’ı” kaybedeli tam bir yıl oldu.
Maalesef yakalandığı akciğer kanserini yenememiş ve kendisini sevenlerini çok fazla üzmüştü.
Ülkemizin ve Rize’mizin yetiştirdiği önemli bir devlet adamıydı sevgili Başbakanımız.
Allah Mekânını Cennet eylesin.

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun.