Ülkemizde milli kimlik tartışmaları, maalesef çok eksik ve yanlış bilgilerle yapılmaktadır. Birçokları, etnik kimlikle milli kimliği karıştırmakta, Türklüğü etnik aidiyete indirgemektedir. Bu yazıda milli kimliğin ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu ortaya koymaya çalışacağız.

         Bilindiği gibi “milli devlet” öncesi devletler, ya imparatorluktur ya da imparatorluk olmaya çalışan küçük devletlerdir. Bu devletlerle milli devlet arasındaki temel fark; öncekilerde devletin sahibi ve devlete tabi olanlar ayrımı varken, milli devlette herkes vatandaştır ve eşit hak sahibidir.

Milli devlet vatandaşlık bağı üzerine kurulmakta, devletin sahibi bizzat tebaası olan vatandaşı olmaktadır. Bu sebeple, her bir vatandaşın eğitimi, gelişimi ve refahı, milli devletin ana faaliyetini oluşturmaktadır. İmparatorluklar ise, devleti yönetecek elit kadroyu eğitir ama halkın eğitimi diye bir önceliğe sahip değildir. Devletin tebaasından zenginliğine göre vergi alan ve onun günlük hayatına fazlaca müdahale etmeyen bir anlayışı sergilerler. İmparatorlukların bu yaklaşımı bir kusur olmayıp, sadece bir devrin anlayışını göstermektedir.

         İlk milli devlet, 1789 Fransız İhtilalinden sonra kurulmuştur. Bu devlet anlayışı, daha sonra diğer Batı Avrupa ülkelerine ve nihayet bütün dünyaya yayılmıştır. Fransa milli devleti kurulurken; Franklar, Normanlar, Goller, Potler, Brötanlar, Flamanlar ve Keltler gibi çeşitli etnik unsurlar bir araya gelmişlerdir. Bu etnik grupların sahip olduğu en gelişmiş dil olarak Frankların dili “Fransızca”, milli dil olarak esas alınmıştır. Milli eğitim ve iletişim dili olarak seçilen Fransızca etrafında, Fransız milleti teşekkül etmiştir.

         Diğer Avrupa ülkelerinden İtalya’da, İtalyan Birliği kurulduğunda, bugünkü İtalyanca nüfusun sadece yüzde sekizi (%8) tarafından konuşuluyordu. Fakat özellikle Güney İtalya’nın çok etnik dilli yapısında, gelişmemiş bu diller değil de, en çok edebi eser verilen gelişmiş İtalyanca seçilerek bu dil etrafında milletleşme gerçekleşmiştir. Fidinler, Katalanlar, Sardunyalılar, Sicilyalılar, Slovenler, diğer küçük etnik gruplar vs hepsi İtalyanca öğrenmiş ve İtalyanlaşmışlardır. Avrupa’nın diğer milletleri de bu gibi süreçlerde ortaya çıkmışlardır.

         İmparatorluk yapısında insanlar, farklı dil ve lehçeleri kullanırlar ve devletle olan işlerini ya resmi dille veya tercüman aracılığıyla görürlerdi. Ama milli devlet çağında, devlet sınırları içindeki insanların anlaşabilmeleri ve birlikte hareket edebilmeleri için aynı dili konuşarak özdeşleşmeleri gerekli olmuştur. Bu sebeple, milli devletler her vatandaşa standart bir eğitim vererek, bir iletişim dili öğretmişlerdir.

         Türkiye’de de, Türkçe konuşan kavimlerle birlikte, farklı dillere sahip Anadolu, Kafkasya ve Rumeli kavimleri bir araya gelmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. Oluşan milli yapının dili, bu etnik kimlikler arasındaki en gelişmiş dil olan Türkçe olmuştur.

         Demek oluyor ki, bir millete mensup olmanın şartı, etnik köken değil kültürdür. İster ana dil olarak Türkçe konuşanlar olsun, isterse Türkçeyi sonradan öğrenenler olsun; Türkçe konuşup, Türkçe etrafında oluşan kültüre mensup oldukları bilincini ortaya koyarlarsa, etnik kökenleri ne olursa olsun, Türk milli kimliğine sahiptirler demektir. Türk milletinden olmanın şartı, Türk etnik kökeninden gelmek değil, Türkçe etrafında oluşan kültüre mensup olmaktır. Bu mensubiyet, doğuştan gelebileceği gibi sonradan da edinilebilir.

         Türk etnik kökenine sahip olduğu halde, Türkçe merkezli oluşan milli kültüre aidiyet hissetmeyen, kendisini Türk milletinden saymayan kişi Türk değildir. Buna karşılık, başka etnik kökene sahip olduğu halde, kendisini Türk milletinden sayan ve Türk kültürüne aidiyet hissedenler de Türk’tür. Bu durum sadece Türk milleti için değil, bütün milletler için böyledir.

         Milli devletlerin (ulus devlet) ortaya çıkışından beri, etnik kökene dayalı olarak değil, dil ve kültür etrafında oluştukları açık bir gerçektir. Buna rağmen ülkemizde, milli aidiyeti etnik kökene indirgeyen anlayış ve yaklaşımların yaygın olduğu gözlenmektedir. Etnik kökenle millet olmayı birbirine karıştıran bu anlayış, milli devlet olgusunu da doğru biçimde algılayamamaktadır.

         Tarihin belli bir döneminde ortaya çıkan milli devletler, zamanın şartları icabı oluşan ve bütün vatandaşları eşit sayan, erdemli bir birliktelik oluşturmaktadırlar. Milli devletler arasında; sömürgecilik yapanlar, otoriter anlayışa sahip olanlar, hatta ırkçı yaklaşım gösterenler bulunabilir. Ancak, milli devletlerin kuruluş felsefesi; eşit vatandaşlığa, insan haklarına ve temel özgürlüklere dayalıdır.

İnsanlığın gelişim çizgisinde bir aşama olan millet ve milli devlet anlayışı, küreselleşme yaklaşımlarıyla; etnik kimliği öne çıkaran (ulus altı) ve küresel (ulus üstü) yaklaşımların tehdidi altında bulunmaktadır. Üstünlüğü; ırkta, soyda veya kökende arayan yaklaşımlara karşılık, erdemde ve takvada arayan yaklaşımların tercihe ve takdire şayan olduğu tartışılmaz bir gerçektir.

Ülkemizde, gerek çeşitli etnik unsurlarla ilgili yaşanan sorunları, gerekse Doğu Karadeniz yöresi ile ilgili kültür ve kimlik sorunlarını bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Kişinin etnik kökeni ne olursa olsun, Türkçe konuşan, Türk kültürüne sahip olan ve kendi kaderini Türkiye’nin kaderine bağlamış olan herkes Türk’tür. Buna karşılık etnik kökeni Türk olduğu halde, kaderini yabancı uluslarla birleştiren, Türk milletine mensubiyet hissetmeyen kişiler de Türk değildir.

Milli kimliği belirleyen bu yaklaşım, tarihi ve kültürel değerlerimize de uygundur. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda, Bizans tekfuru olan Mihal, Müslüman olup kaderini Osmanlı ile birleştirdiğinde Mihal Gazi olmuş ve Eskişehir’in Mihalgazi ve Mihalıççık ilçelerine de adını vermiştir. Bunun gibi, etnik kökeni ne olursa olsun, İslâm’ı kabul eden veya Osmanlı’ya iltica eden herkese gönül kapıları da açılmıştır.

Türkler tarih boyunca kendi kökeninden olmayanları dışlayıcı yaklaşımlar geliştirmemiş, ihanet etmemeleri kaydıyla onları benimseyen, kabullenen ve kendinden sayan bir anlayış ortaya koymuştur. Etnik farklılıkları birer ayrılık sebebi değil, milli kimliği oluşturan zenginlikler olarak kabul etmek gerekmektedir.