Anadolu Coğrafyasının kırsal alanları ve köylerinde yardımlaşarak yapılan işlerin genel adına “imece “ dendiğini biliyoruz. İmece usulü yapılan işlerin toplumsal kaynaşmayı pekiştirdiğini rahatlıkla söylememiz mümkündür. Köylerdeki toplumsal birliktelikteki “kuvvetli bağın” asırlık geleneklerden geldiğini ve yaşatılması gerektiğine inananlardanım.

İmece geniş manasıyla “köyün ortak sorunlarını” halletmek için bütün köylülerin bir araya gelerek oluşturdukları “güç birliği” olsa da; biz Senoz Vadisinde yaşayan insanlar; köyün ya da bir hane ile ilgili her hangi bir konuda yardım etmek için bir araya gelmenin tümüne birden “eğratluk” adını veririz.

Paylaşma ve yardımlaşma kültürünün bir parçası olan köylerimizdeki “eğratluklar”; üzerine “türküler yakılan, hikâyeler anlatılan” çok eski bir yardımlaşma geleneğimizdir.

Senoz Vadisindeki köylerimizde hayat bulan “eğratluk usulü sosyal yardımlaşma kültürünün” yüzlerce yılık kadim bir gelenek olarak yaşamasının temel nedeni, coğrafi bakımdan oldukça engebeli olan ve tek başına iş yapmanın çok zor olduğu Vadimizdir. 

Köyde yaşayan insanımıza zor koşullar dayattığı için bu coğrafya, birçok gelenek gibi “eğratluk geleneğini” de mecbur kılmıştır.

Ormandan odun yapmak ve taşımak, çimen biçmek ve taşımak, çay toplamak, tarlayı sürmek/kazmak, gübre taşımak gibi birçok işleri köylüler bir araya gelerek yani “eğratluk ederek” hallederlerdi. 

Bugün bu gelenek köylerimizin boşalmasına paralel olarak yavaş yavaş ortadan kalkmaktadır.

Coğrafi zorlukları aşabilmek için köylerimizde yaşayan insanlarımız yardımlaşma duygusunun en önemli ayağı olarak kabul edilen “imece/eğratluk kültürünü” asırlardır günlük hayatlarına uygulamıştır. Eğratluk adı verilen bu sosyal yardımlaşma geleneği, aynı zamanda köylerde yaşayan aileler arasındaki kültürel ve insanı bağı da kuvvetlendirmekteydi.

Senoz Vadisi köylerinde her türlü kültürel özelliğini bildiğimiz “eğratluk geleneği”, özellikle vadi insanının sosyal yardımlaşma kültürüne yaptığı katkı sayesinde oldukça dikkat çekicidir. Eğratluk başlı başına bir gelenektir desek yanılmış olmayız. Öncesi, yaşanırken ve sonrası ile başlı başına sosyal bir hadise olması bakımından çok önemli ve değer verdiğimiz geleneğimizdir.

Eğratlık usulü yardımlaşmaya neredeyse bütün köyün her hanesinden bir kişi katılırdı.  Eğratlukların bir kısmı sadece kadınların ya da erkeklerin katıldığı şekilde olduğu gibi, hem erkek hem de kadınların birlikte “eğrat edildiği” olurdu. 

Köylerimizde bir “eğratluk günü” şöyle hayat bulurdu.

Mesela bizim, yani Karayibin evinde o gün “gübre eğratluğu” olmuş olsun. 

Bir gün önceden evden bir kişi (bu kişi genellikle evin hanımlarından olurdu) köyün girişindeki ilk evden başlayarak; “yarın bizim gübre eğratluğumuz var, önemli bir işiniz ya da hastanız yoksa gelir misiniz?” diye gitmiş olduğu komşusuna bu konuşmayı yapar. Eğer müsaitseler verecekleri karşılık; ”evet komşum, nasipse yarın sabah kahvaltısında sizdeyiz” olacaktır.

Sabah gün doğumundan sonra, davet edilen “eğratlar” yavaş yavaş “sırtlarında sepetleri” ile birlikte yola koyulurlar, bizim eve gelirler ve güle oynaya sabah kahvaltısı hep birlikte yapılırdı.

“Gübre eğratlığı” kadın ve erkeklerin birlikte çalıştıkları eğratluk türüne girer. 

Erkekler, evlerin ahırlarının önünde kış boyu yığılan “hayvan gübresini” kadınların sepetlerine doldurmakla sorumludurlar. Erkek eğratların bir kısmı gübreyi yeniden kazarak yumuşatırken, bir kısmı da kürekle kadınların sırtındaki sepetlere gübre doldururdu. Bazen “gübre sepetleri” sırttan indirilerek yerde de doldurulurdu, böyle durumlarda sepet ağır olduğu için bir kişi “eğradı” yerden kaldırmak için yardım ederdi.

Öğlene kadar süren,tarla ve çaylıklara gidilerek dağıtılan gübre yolculuğuna, “öğlen yemeği” için ara verilirdi. Evin “koçirası(ev işlerine bakan hanım)” olan rahmetli “Emine (Minemiz) Anam” eğratlara başta iç yağlı “lahana çorbası” ve “sahan muhlaması” olmak üzere, en lezzetli yemekleri hazırlamış olurdu. Radyodan ya da teypten dinlenen türkülerin eşliğinde neşe içinde yenilen yemekten sonra tekrar gübre taşıma işine geri dönülürdü.

Sepetleri gübre dolan kadınların, aynı hizada“çay bahçesine”ya da “tarlalara” doğru yola çıktıkları bu görüntüleri, benim diyen film yönetmenlerinin kadraja alamayacakları muhteşem görsellikteki bir güzelliği barındırırdı içinde. Başında taktığı rengârenk puşisi, beyaz çemberi, ya da eşarbı, üzerinde rengârenk giysisi ve eteğinin üzerine bağladığı “desenli peştamalı” ile birlikte, ayağına giydiği “kara lastik” ile birlikte yürüyen “çalışkan ve cefakâr kadınlarımızın” bu yürüyüşü, adeta görsel bir şölendi.

Şu duygumu ve düşüncemi, dün ve bugünde hiç kaybetmedim.

Hiçbir mecburiyeti olmadığı halde güle oynaya komşusuna yardıma giden insanların oluşturduğu muhteşem görüntüleri her aklıma geldiğinde, yüreğime bir şeylerin saplandığını hissederim. Bugün şehirlerin gürültülü kalabalığı içinde kaybolan dünün “eğratluğa giden” insanların son temsilcileri ne düşünür bilmem, ama bildiğim ve hissettiğim şey şudur; aralarında kırgınlıklar olan aileleri bile birbirine yanaştıran, yardımlaşma duygusunun zirve yaptığı “eğratluklar” karşılık beklemeden yapılan iyiliklerdi.

Dünün bu yardımlaşma geleneğini düşününce, bugün bu duygudan ne kadar uzak yaşadığımızı ancak fark edebiliyoruz. Benim köy denince aklıma gelen komşular arasındaki dayanışma kültürünün zirvesi “eğratluk geleneğidir.” 

Bu çok kıymet verdiğim ve inanıyorum ki “Senoz Vadisinin” değerli insanlarının da duygularımı paylaştığı “eğratluk geleneğini” köylerimizde yaşatmak hala mümkündür.

Çünkü bu tabiat harikası vadinin köylerinde yaşayan insanların çok güçlü yardımlaşma kültürü vardı bir zamanlar. 

Bu kültürü yok etmeye, unutmaya hiç birimizin hakkı yoktur. 

Bir zamanlar vadimizdeki komşuluk; fedakârlıktı, yardımlaşmaydı, hoşgörüydü ve nihayet birlikte yaşama kültürüydü. 

O günleri yaşayan bizlerin bir görevi de verdiğim bu bilgilerle birlikte “yardımlaşma ruhunu” da gelecek kuşaklara aktarmaktır.

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…