Uzun zamandır, “bizim dediğimiz, yapıp ettiğimiz doğrudur ve sizler bunlara inanmak ve kabul etmek zorundasınız!” anlayışının tezahür ettiği bir iklimde nefes alıp veriyoruz.
Onun içindir ki; kendilerine meslek edindikleri siyasetin içinde, hayata dair “sahte gerçekler” üretip bunları insanlara maalesef bir güzel yutturmalarından dolayı “iktidarlarını sürdüren” siyasetçilerin ülkesidir bizim ülkemiz!
Vurgu yaptığım “iktidarlarını sürdüren siyasetçiler” tanımının içine bilmenizi isterim ki; “iktidara muhalefet eden” ama başarısızlıklarından dolayı da koltuklarını terk etmek istemeyen ve bunun için türlü sahte gerçekler üreten muhalefet partilerinin genel başkanları da dâhildir.

Bir yazımda güce atıf yaparak demiştim ki; güç kimin elindeyse ona biat edilir ve o yanılmaz olarak kabul edilir o güce boyun eğenler tarafından!
Son aylarda ülkemizde “iktidar ve muhalefet eliyle” cereyan eden hadiseleri yeniden şuurlu bir akılla düşünürsek sanırım ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.

İnsan aklı önemli bir değerdir.
Bu değerin kıymetinin anlaşılır olması için bizzat kendi aklımız ve fikrimizle ortaya koyduğumuz düşüncelerin varlığı ehemmiyet arz etmektedir.
Yukardan aşağıya dizayn edilen ve topluma dayatılan düşünceler bir koro halinde binlerce kişi tarafından dile getirilmeye başlandığı an ortada “bu bizim düşüncemizdir” diyebileceğimiz bir fikrimiz de söz konusu değildir.
Merhum Ahmet Hamdi Tanpınar’ın; “Haksızlığı her kabul ediş, daha büyüğünü doğurur” sözünün  hayat bulduğu bir Türkiye’de yaşadığımız inkar edilemez bir gerçektir.
Haksızlık karşısında ki her susuşumuz, Tanpınar’ın ifade ettiği gerçekte olduğu gibi, bir sonraki adımda daha büyük haksızlıkla karşı karşıya kalmamıza sebep oluyor!
 
Yıllardır bir kısım basının, iş dünyasının, sanat camiasının, hukukun durumu ortada.
Bu kesimler eliyle  “gücü” elinde bulunduranlara karşı “dalkavukluk yarışı” hız kesmeden devam ediyor! 
Hâlbuki cemiyeti içten içe kemiren sosyal dertler, müzmin hastalıklar bu kesimler tarafından ilk önce seslendirilmeliydi ve çözüm yolları aranmalıydı. Onun için toplumu içten içe çürüten bu hastalıklar “kendisini her konuda haklı gören” iktidar tarafından tedavi edilememiş, hatta birçoğu kangren haline de dönüşmüştür.

Bugün bu ülkede yaşadıklarımızın farkında olmayanlardan elbette gözlerinin önünde cereyan eden mücerret şeyleri zorla kavramalarını/anlamalarını bekleyemeyiz.
Ben yıllardır iktidarın her attığı yanlış adımları müşahhas örneklerle ve objektif olarak izah etmeye çalışarak beni okuyanlara karınca kararınca “doğru olanı göstermeye gayret ettim!” 
Yıllarca sözümüzü dinletemediğimiz gibi zaman zamanda alaycı ifadelerle aşağılandığımıza şahit olduk.
Uzun zamandır, hakikatlerden uzak, çıkmaz bir sokağa girmiş gibi, bilinmeyen bir meçhule doğru “kör topal “ gidilirken oluşturulan mizansenlerin tutsağı oldu bu millet.
Böyle olunca bizim gibi samimi eleştiri yapanlara kulaklar, yürekler ve vicdanlar kapalı tutuldu!

Bütün bu olumsuzlukları yaşarken elbette umutsuz olmadığımı peşinen ifade etmek isterim.
Her şeye rağmen yaşadığımız zor günleri ortadan kaldıracak milletimizin engin ferasetidir. 
Sürekli ifade ettiğim gibi; bu ülke insanının milli şuurunda anlamsız, sıradan hiçbir şey yoktur. 
Son yıllarda “güç karşındaki” duruşumuzda kırılmalar yaşandığını kabul etsek te, yine de bu ülke insanının “derini taraflarında” doğruyu bulma ferasetinin olduğuna inanıyorum.

Sürekli vurguladığım gerçeği bir kez daha ifade etmek isterim.
“Paranın, statünün, koltuğun ve gücün şımarttığı, kalibresi düşük bir sürü insanın yönettiği bir Türkiye ile karşı karşıyayız!”
Bu durumu gören ama ses çıkartmamakta özenle imtina eden insanımızın “artık yeter, buraya kadar” demesinin zamanının geldiğini ve çoktan da geçtiğini görmekteyiz.
 
Sonuç olarak; bizi mesuliyet duygusundan mahrum bırakan “hırsımızı ve menfalarımızı” artık sorgulama zamanı gelmiş ve geçmektedir. 
Bu saatten sonra aklı başında mukayeseler yaparak bu durumdan kurtulmanın çarelerini her birimiz arayıp bulmalıyız. 
Yoksa mesuliyetlerinin farkında olmayan bir cemiyet bugün yaşadığımız onlarca sorunun içinde elbette debelenip duracaktır!

Etrafımızdaki olup bitenleri anlamak istemeyenlerimiz için Cemil Meriç’in; “doğruyu söylemek değil, anlatmak güçtür” sözüne sığınırım daima. 
Belki derim; bizde inandığımız hakikatleri doğru dürüst anlatamıyoruz yâda insanların hakikatleri anlamasının zamanı gelmemiştir diyerek, kendi kendimi daima teselli veriyorum!

Son bir cümle.
Kalleş terör örgütü PKK tarafından sınırlarımızın dışında Gara’da şehit edilen “13 vatan evladına” Allah’tan rahmet; Türk Milletine ve acılı ailelerine sabırlar diliyorum. 
Mekanları Cennet olsun Mehmetçiklerimizin. 

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olun…