Bu bir deneme olsun, içimden geçenlerin denendiği bir yazı gibi mesela. Kelimelerimi ipler kovalasın, düşüncelerim dallarda sallansın. Rüzgâr tam da değerken alnıma, ellerin diken olsun, gözlerin yay; saplansın hürriyet bağrıma; çığlıklarım deniz olsun gözyaşı misali gibi. 

İçim dışıma gelsin, dışım ten olsun, ne sıcağa ne soğuğa dayanamasın benliğim. Hala kelimelerim sel gibi kovalasın özgürlüğü. Demokrasinin şefkatli kolları, dalgalardan kâğıt gemimi korusun. Sarıldıkça kollarına haklarımın, zindana gölgem düşsün; gözyaşımın gölgesi. 

Ah be anacım, alnımda gezen ellerin toprak kokar; o toprak ki her seher vaktinde sulandıkça hasret ile mahsulü gençliğim olsun. Özledikçe bulutların nemliliğini, eski mahallemizin patika yolları inzibat adımları ile coşsun. Hala ümidi varsa güneşin, kürsüye çıkıp tüm mahallemizi ısıtsın. 

Bu yazı bu yazın şimdiden habercisi olsun, kapansın gözlerim sesim kesilsin, insan içine çıkacak mecalim kalmasın. Bir o kadar da heyecanlıyken gençlik çağında elimdeki çiçekler saksıya girmeden mezarıma dikilsin. Bu yaz erken gelsin; adalet gelmeden… 

Halkın içine çıkmayan börtü böcekler yeniden sokaklara dökülsün. Evimizin mermer döşeli eşiğinden içeriye kovsak da uygun adım girsinler. Özgürlüğümüz hava kararınca mum ışığı gibi sönsün. İçimizi ürpermeler sarsın, eski taş plaktan nagehan çalsın şarkılar, inlerken yüreğimiz kalbimizde demokrasi atsın. 

Heyhat, ne diyar kaldı elimizde tozu toprağa katacağımız, -bütün servetimiz iki külçe hüzün; bozdurup çeyize örtü yapacağımız- ne de toprağa dökecek suyumuz. Tozlanmış kâğıtlarımız deste deste iken, zihnimizin arşivlerinde ne varsa yansın, kül olsun. Unuttursun bu yazı bana aradıklarımı, aradıklarımın aklımın köhne köşelerine süpürüldüğünü, yine bu yazı bana hatırlatsın. 

Zaman ektiğimiz tarlalarımız bol ve verimli iken, biçerdöverler ile harmanlansın. Her şeyi sığdırırken cebimize, çuvallar geçsin başımıza. Hala ümidimiz olsun kelimelerimizden; kelimelerimiz bizi anlayacaktır elbet kimse anlamaz iken. Ne de olsa kamusumuz namusumuzdur; namusumuz ise emanetimizdir. 

Bu yazı deneme olsun, denedim kelimelerimi; hepsi yorulmuş gibi. Oysa hayat devam ediyor. Davalar, duruşmalar, beyanlar, cevaplar, bir de iktidar kavgaları. Güçler ayrı mı yoksa birleşik mi, elbet bir bilen vardır sebebini. Herkesin bir yası bir de yasası var iken benim düşüncelerim yassı’da yatsıya, adada ağaçlara takılıdır. 

Nasıl geçti zaman; sabahın köründe yola düşen kelimelerim akşamın kucağına çoktan koymuş başını. Ninni de ninni… Yıllardır bir beşikte uyuttular beni. Varsın ki büyüdüm saysınlar, ayaklarım üzerine koysunlar, çeksinler ellerini kollarımdan, düşsem de kendim ağlamam. Ama şimdi, halk idim, halka giydim. 

Bu yazı da denenmiş oldu böylece, yazıldı artık. Can buldu mürekkebin özünden, nihayeti yaklaştı demektir. Ecel gelince yazıya bir çift mahrem göz değer satırlarına, sonra… Sonrası matem. Ne mana kalır ne şekil; yazı yazıla-okuna can verirken çoktan abideleşmiştir toprakta. Önce heykeli dikilir özgürlüğün, sonra demokrasi adına törenlerde anılır. 

Girince mezara bu yazı, şansı varsa yağmurla beslenir; ölse bile kahramandır artık. Memleketim diyerek çektiği onca kalemtıraş işkencelerine bir çıplak kömür ile cevap verir. Bu toprağın sesidir artık, bin yıl geçse de memleket benimdir. Heyhat… Memleket dedin; yasın var mı? Yasan var mı? Bir kanunluk ömrün var iken ne diye hala sokak sokak, mahalle mahalle, kürsülerde güneşi atarsın halkın üzerine. 

Belki kelimelerimin sayısı çoktur ama erksiz bir manası vardır. Otorite kuramaz okuyanın dimağında. İşte aynen böyledir memleketim. Sayına aldanma, abaküsten büyük hesap makineleri var. 

Makine dedik ya ondan da ne yazı çıkardı… Aç ve kapa arasında sıkışmış bir ömür…

Kalın sağlıcakla…