Sevgili Ahmet Amcam; Ali, Mustafa, Osman ve beni çağırarak; şimdi sizinle “Haçikoğlunun bakkalına” gideceğiz. Öğrenin ki bakkalın yerini evin ihtiyaçlarını her gün oraya giderek temin edeceksiniz…

Senoz Başköy’den ilk defa Çayeli’ne okumak için gelmiştik ve hiç birimiz o güne kadar Çayeli’nin sokaklarında dahi dolaşmamıştık! Ahmet Amcam önde biz dört amcaoğlu arkasından Haçikoğlunun bakkalına gitmek için yola koyulduk. Bizim ev Çayeli’nin okullar bölgesindeydi, gideceğimiz bakkal ise şu anda Emniyet Müdürlüğü olan binanın yanındaydı. Yani; Çayeli’ni bir baştan bir başa Hopa Caddesi boyunca yürüyerek görmek demekti bu yürüyüş.

Cadde boyunca binaların, dükkânların ve kalabalık insanların arasında yürürken bizler iyice birbirimize sokulmuş ürkek ürkek sağımızı solumuzu keşfederek yol alıyorduk! Her şeyi ama her şeyi ilk defa görüyor (ben bundan bir yıl önce Çayeli’ne gelmiş ve hayal meyal yaşadığım o günleri daha önce bir yazımda anlatmıştım) ve anlamlandırmaya çalışıyorduk! O kadar ki; zaman zaman bir bakkalın önünden geçerken kendimizi seyirden alamıyor ve amcamın bizden uzaklaştığını fark ettiğimiz an koşarak yakınına gelmeye çalışıyorduk!

Nihayet Haçikoğlunun bakkalına gelmiştik. Bakkalda “Rahmetli Ağa Dayıyı” görünce çok sevinmiştik. İlk defa Senozlu birisini görmüştük. O günlerde bizim köylerden çok az kişi ilçe de yaşıyordu. Onun için bir elin parmaklarını geçmeyen Senozluları Çayeli sokaklarında her gördüğümüzde bayram ediyorduk! Ahmet Amcam bir şeyler konuştu Ağa Dayıyla. Bundan sonra her akşamüstü ya da ihtiyaç olduğu an bu bakkala gelecek ve aldığımız malzemeleri filelerle eve götürecektik. O gün ilk alışverişi amcamla birlikte yaptık. Geldiğimiz yoldan yine ürkek adımlarla ve sağımızı solumuzu keşf etmeye devam ederek eve geldik.

Amcamın söylediği gibi okuldan döndükten sonra Rahmetli Ayşe Halamın verdiği siparişleri bir kâğıda yazarak dört amcaoğlu birlikte ellerimizde tuttuğumuz filelerle Haçikoğlunun bakkalının yolunu tuttuk. Biz hiç birimiz hala çarşının içine dahi girmemiş ve merak ediyorduk. Ama yolumuzu kaybederiz diye amcamın bizi götürdüğü güzergâhtan ayrılmadan bakkala geldik. Rahmetli Ayşe Halamın verdiği siparişleri aldık tek tek filelerimize doldurduk ve geriye döndük. Eski Caminin arka tarafına gelince birkaç çocuk yanımıza geldi ve filelerimizde ki yiyecekleri istediler. Biz olmaz falan dedikse de dinlemediler ve bir ekmeğin ucundan ve birazda zeytin vererek çocuklardan hızlı bir şekilde uzaklaştık. Çünkü onlardan çok korkmuştuk!

Rahmetli Babaannem bize tembihlemişti köyde; Çayeli’ne gittiniz mi sakın kimseyle kavga etmeyin onlar sizi “döverler” hatta “sizi keserler!” diye. Bizi koruma adına söylenmiş bu söz aklımıza gelmiş ve o çelimsiz çocukların isteklerini yerine getirmiştik. Hâlbuki ki; özellikle amcaoğlu Ali ve ben köyde çok hareketli ve kavgadan gözünü esirgemeyen çocuklardık. Hikâye çok uzun ama şunu kısaca ifade edeyim. Bu çocuklar bizi korkak bellemişti ve her Allah’ın günü yolumuzu kesip filelerimizin içinden yiyeceklerimizin bir kısmını alıyorlardı! Üstelik eve geldiğimizde durumu söyleyince birde amcamdan fırça yiyorduk, zaman zaman da şamarına muhatap oluyordu enselerimiz!

Bu durumun böyle devam etmeyeceği muhakkaktı. Ve öyle de oldu. Bir gün amcaoğlu Ali ; “bu çocukları Devlet Hastahanesinin önüne kadar oyalayalım, istediklerini vermeyelim, nasılsa hastahanenin lojmanında “Kalyoncu Mustafa amca ve çocukları yaşıyorlar” bir şey olursa onlar müdahale ederler ve bizde koşarak eve gidebiliriz” dedi!

Nihayet bir gün sonra Ali’nin dediği gibi yaptık. Bakkaldan alacaklarımızı aldık filemize doldurduk ve Hopa Caddesi üzerinde her zamanki güzergâhımızdan yola koyulduk. Çocuklar her zaman ki gibi aynı yerde soteye yatmış bizi bekliyorlardı. Çetenin lideri olan daha sonra doğal olarak arkadaş olduğumuz “Araklı” ismiyle anılan çocuk Ali’nin elinde ki fileye uzandı almak istedi. Ali tepki gösterdi “hayır bugün vermeyeceğiz size bir şey!” Bu tepkiyi beklemiyorlardı çocuklar. Bizi tehdit etmeye başladılar. Sizi döveriz, ağzınızı burnunuzu kırarız, istediğimizi vermezseniz filenizde ki her şeyi alırız diye. Biz kararlıydık vermeyecektik yiyeceklerimizi. Bir yandan yürüyor biryandan da çocuklarla itişiyorduk. Nihayet lojmanların tam arka tarafına gelmiştik.

Bugün bile bu hatırayı kendi aramızda konuşurken; eğer Ali o tavrı göstermeseydi daha çok kendimize gelemeyecek ve pısırık bir şekilde Çayeli’nde ki bu çocuklar tarafından daha çok itilip kakılacaktık diye düşünürüz!

Nihayet lojmanın Kalyoncu Mustafa Amcaya ait olan evinin tam önündeydik. Araklı tekrar elini Ali’nin koluna taktığı fileye uzattı. Ali önce sert sert baktı ve çocuğu itti. Araklı hafif sendeledi bizim de bu durum hoşumuza gitti tabii. Bir kez daha fileye elini uzatırken, Ali fileyi Mustafa’ya verdi tut şunu dedi. Ali’nin iki eli de boş kalmıştı. Bu defa tüm çocuklar birlikte Mustafa’nın elinde ki fileye doğru hareket etmişlerdi. O anda hiç birimizin tahmin dahi edemeyeceği bir şey oldu.

Bizim amcaoğlu Ali, çocukların lideri konumunda olan Araklı’ya öyle “okkalı bir sağ kroşe “ attı ki, çocuk neye uğradığını şaşırdı. Bu gördüğüm manzara beni o kadar mutlu etmişti ki, birden “horum yıkıldı” (biz Senozlular sahilde yaşayanlara bu ifadeyle hitap ettik yıllarca. Hatta bugün bile latife olsun diye Çayeli’nde ki dostlarıma bu hitapla seslenirim) diye ağzımdan bir söz çıktı. Ali’nin tokadı diğer çocukları da korkutmuş biz de bu durumdan cesaretlenmiş ve tekme tokat diğerlerine girişmiş çocukların arkalarına bile bakmadan kaçmasına sebep olmuştuk!

Son zamanlarda ülkemizde bir poşet muhabbetidir gidiyor malumunuz. Daha ilk duyduğumda aklıma yaşadığımız bu anı gelmişti. Ben şahsen alınan bu kararı destekliyorum. Çünkü ülkemizin her alanında büyük bir israfla karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz. İsraf konusunda atılan her adım benim için çok değerlidir. Fakat her şeyde olduğu gibi “altı doldurulamayan” bu meselede de ister istemez “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” düşüncesini insanın aklına getiriyor!

Benim çocukluğumda poşet yoktu. Tamamen doğal olan kese kâğıtları, bez torbalar ve fileler vardı. Çayeli’nde bakkalımız vardı çok iyi biliyorum, insanımızın aldığı yiyeceklerini sağlıklı bir şekilde evlerine götürme konusunda ki çok hassasiyetlerini. Eğer kanunla tamamen yasaklanır ve kimse bu işten rant elde edemezse işte o zaman “poşet yasasının” bir anlamı olur.

Çocukken “Çayeli’nin sokaklarında file ile yiyeceklerimizi taşımamız” düne dair bir hatıradan çok daha fazla şey ifade ettiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Çevreyi gelişigüzel kirleten insanoğlu, bugün “dün ki saf ve temiz dünyayı arıyor” artık! Bunu ne kadar başarabilirsek o oranda gelecek kuşaklara daha yaşanılabilir bir dünya bırakabileceğiz.

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…