13-26.Aralık.2010 tarihleri arasında TBMM AKP Hükümetinin 2011 Yılı Bütçesi üzerinde ki görüşmelere sahne oldu. Devlet Bütçesi kısaca Devletin yapması gereken Kamu Hizmetlerinin gerektirdiği harcamaların ve bunun için gerekli gelirlerin önceden planlanması olarak tanımlanabilinir. Ancak burada işin aslı bir gelir-gider hesabı olarak görülse de olay Hükümet Politikalarının tümüyle masaya yatırılarak öncelikle Muhalefete bu konularda bütünüyle bir değerlendirme imkanı sunulması açısından çok önem taşımaktadır. 2010 Yılı MHP Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin de belirttikleri gibi "Türk Milleti açısından ne yazık ki siyasetten ekonomiye, güvenlikten dış politikaya, ahlaki yozlaşmadan toplumsal huzur ve dayanışmaya, milli birlik ve bütünlüğe kadar uzanan her alanda bunalım ve çalkantılarla geçen karanlık bir yıl olmuştur. 2010 yılı her anlamda unutulmayacak hazin olaylara ve gelişmelere sahne olduğundan dolayı milletimizin hafızasından kolay kolay silinmeyecektir".

Bu bağlamda da yaşanan Bütçe Görüşmelerine Milletin içerisinde bulunduğu sıkıntılar, çığ gibi büyüyen cari açık, özelleştirme adı altında elden çıkarılan Milletin Varlıkları ve heba edilen kaynaklar gibi ekonomik kriterlerden ziyade AKP Hükümeti'nin sebebiyet verdiği bölücü başı imzalı, ABD ve AB kaynaklı bölünme projeleri damga vurmuştur. Zira son günlerde yaşanan olaylar daha da vahamet verici boyutlara ulaşmıştır. Görülmedik bir cesaret ve gözü karalığa kapılan bölücü örgütün siyasetteki uzantıları, bir takım mütareke aydın ve gazetecileri ayrı bayrak, başka dil ile semboller ve özerk bir yönetim modelinden oluşan hıyanet projelerini Diyarbakır’dan kamuoyuna ulaştırmışlardır. Bu ihanet odaklarının sokakta ki temsilcileri ise İstanbul'un Göbeğinde bir Cemevinin dış kısmında asılı olan Türk Bayrağını dahi tahrik unsuru sayarak taş ve sopalarla içeride bulunan kardeşlerimize saldırmışlar, akabinde ellerini kollarını sallayarak olay yerinden ayrılmışlardır. Ayrıca bu bölücü zorbalarca vatandaşların araçlarının yakılmadığı bir gün hemen hemen yok gibidir. Bütün bu olaylar karşısında ise şu ana kadar İstanbul Emniyetince yakalanarak Adalete teslim edilmiş bir zanlı bulunmamaktadır.

İşte ülkemize bugün AKP Hükümetinin sebebiyet verdiği bu karanlık tablo ve beka sorunu hakimdir. Bütün bu olumsuzluklar içerisinde kabul edilen 2011 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısına aşağıda ki satırlarım ile bir Rizeli olarak bakmak istiyorum. Rize İli siyaset ve iş dünyasında ki onca etkin ismi sayesinde ülkemizde ayrıcalıklı bire yere sahip bulunmaktadır. Ancak ilin bu şansı kendini aldığı hizmetlerde bir türlü göstermemekte, vazgeçilmez geçim kaynağı çay en büyük darbeyi Rize’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderdiği Vekillerden almaktadır. Rizeli Hemşerilerim seçtiklerini seçimlerden sonra ihtiyacı olunca aramakta, ancak onları bir türlü bulamamakta, sıkıntılarında yanında görmemektedir. Ülkemizin klasik sorunlarına paralel olarak Rize'nin belli başlı sorunlarını Çay, HES'ler ve bir türlü yapılamayan Ovit Tüneli olarak özetlemek mümkündür.

Çay yöremizin alternatifsiz ekmek teknesi, bir milyonu aşkın Doğu Karadenizlinin yegane geçim kapısıdır. Bugün için kaçak çay düşük taban fiyatın yanı sıra Müstahsillerin karşı karşıya bulundukları en önemli sorunlardan bir tanesidir. Türkiye'nin yıllık kuru çay üretimi takriben 200 -210 Bin Ton düzeyinde bulunmaktadır. Oysa tüketimin 230 - 250 Bin Ton civarında olduğu söylenmektedir. Arada ki farkın ise ülkemize kaçak yollardan getirildiği açıktır. Örneğin geçen yıllarda Sri Lanka Gümrüğü resmi çıkış rakamlarında Türkiye’ye 15.000 Ton çay ihraç edildiği gözükmekte buna mukabil Türkiye kayıtlarında ise Sri Lanka’dan sadece 4.000 Ton çay ithal edildiği yer almaktadır. Bu çaylar buhar olup uçmadığına göre kaçak yollardan girdiği ve tatlı kar düşkünü çay ithalatçısı veya kaçakçısı birileri tarafından hükümetin 2006 yılından beri uygulamaya koyduğu yakalanan kaçak çayların imha yerine açık artırmada satılması yanlış yöntemi sayesinde resmi faturalandırma ile yerli çayla harman olup, tüketicilere ulaştığıdır. Yani TBMM Kürsüsünden eleştirilere cevap veren Sayın Devlet Bakanı'nın belirttiğinin aksine kaçak çay Rizeli Çay Üreticileri için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bu önemli konuya ve çözüm önerilerine ise Bütçe Görüşmeleri esnasında sadece MHP Trabzon Milletvekili Sayın Süleyman Latif Yunusoğlu tarafından değinilmiş olması ise  dikkat çekici bulunmakta, bu durum MHP Politikalarının nedenli Milli ve Üretici odaklı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Rizeli Çay Müstahsillerinin ekmeklerine son dönemde musallat olan diğer bir sorun ise İran'dan ülkemize kaçak yollardan sokulan çaylar oluşturmaktadır. Orada 70 veya 90 Kuruşa alınan çaylar Türkiye'ye taşındıkları Tırlar ve kamyonlarla boş denilerek, ya da tuz, margarin sabun gibi gümrük vergileri düşük mallar olarak beyan edilerek sokulmakta, ülkemizde ise dökme şekilde kilogramı 7-9 Liradan, daldırma poşette ise kilogramı 20-25 Liradan satılarak görülmedik tatlı bir kar elde edilmektedir. Tüm bu olaylara ise yukarıda belirtildiği gibi yakalanan kaçak çayların açık artırmada belki de bizzat kaçakçılarınca yönlendirilenler tarafından satın alınması uygulamasının caydırıcılık bir yana adeta kaçakçılığı teşvik edici olması neden olmaktadır. Sorunun çözümü ise Sayın Yunusoğlu'nun daha önce ki beyanlarında ve TBMM Kürsüsünden yaptığı konuşmasında da  belirttiği gibi  yakalanan kaçak çayların Rize İhtisas Gümrüğü  üzerinden konu uzmanı ÇAYKUR'a teslim edilmesi ve insan sağlığına zararlı madde içeren veya Türk Gıda Kodeksi'ne uymayanların imhası ve Uluslararası Ticari Emtia niteliğinde bulunan kalan çayların da Kurumca tasfiyesinde yatmaktadır.  Ancak bu şekilde çay kaçakçılığı ile caydırıcı ve etkin bir mücadele mümkün olabilecektir. Bu bağlamda daha önceden yapılan öneri şu şekildedir;

5607 Sayılı Kaçakçılıkla  Mücadele Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi;

Madde 1- 21/03/2007 Tarih ve 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun Tasfiye Başlıklı 16. Maddesinin (1). Fıkrasına c) Bendi eklenmiştir;

c) Kaçak olarak yakalanan ve el konulan her türlü çay Rize İli İhtisas Gümrüğüne sevk edilerek Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne tutanak ile bedelsiz olarak teslim edilir. Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılacak veya yaptırılacak muayene işlemi neticesinde sağlığa zararlı madde ve kimyasal içeren çaylar imha edilir. Diğer çayların ise Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünce belirlenen Yönetmelik esaslarına göre tasfiyesi yapılır.

Madde 2- Bu Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte Bakanlar Kurulunca ilgili Tasfiye Yönetmeliği ile Tasfiye Tüzüğünde gerekli düzenleme ve değişiklikler yapılır.

Madde 3- Bu Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü yakalan ve kendisine teslim edilen kaçak çayların imhası ve tasfiyesine ilişkin Yönetmelik hazırlayarak yürürlüğe koyar.

Madde 4- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Madde 5- Bu Kanun Hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

Bu teklif metninden olumlu yönde feyiz aldığı düşünülen Gümrük Müsteşarlığı'nın TASİŞ Bünyesinde hazırladığı protokolün ÇAYKUR ile akdedilmesi ve yürürlüğe konulması ile birlikte kaçak çay sorunun bertaraf edilmesinde önemli bir aşama kaydedileceği açıktır.

Konu aslında MHP Trabzon Milletvekili Sayın Süleyman Latif Yunusoğlu'nun 16.Aralık.2010 günü Meclis Kürsüsünden sarf ettiği "Ben bir Trabzon Milletvekili olarak, Rizeli olan Sayın Bakanımıza çay üreticilerinin taleplerini iletmekle kendimi görevli addediyorum" sözlerinde bir kez daha özetlenmiş bulunmaktadır.

Aynı şekilde Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubunca 10.Mart.2010 günü yapılan basın toplantısı ile duyurulan daha sonra da Üretici Birliklerince ve Ziraat Odalarınca yapılan açıklamalarda da değinildiği üzere kilogram fiyatının en az 1,25 TL olması gereken yaş çaya verilen taban fiyat üreticinin beklentisinin çok altında kalmış, üretici gene mağdur edilmiştir. Rize için çok şeyler yaptığını söyleyenlerin yaş çay üretiminin temel direği anlamına gelen destekleme primini 2008 yılında 11,3 Kuruş, 2009 yılında 11,5 Kuruş ve 2010 yılında ise gene 11,5 Kuruş olarak belirledikleri ortamda 2011 Yılı için bu rakamın ne olacağı Rizeli Yaş Çay Üreticilerince merakla beklenmektedir.

Rize'nin diğer bir önemli sorunu da özellikle AKP Hükümeti Döneminde gittikçe artan bir şekilde HES Projelerine verilen lisanslar oluşturmaktadır. Havza temelinde değerlendirme yapılmadan peynir ekmek gibi aralarında yabancıların da bulunduğu şirketlere verilen bu ruhsatlar nedeni ile yöre insanının yaşam alanları tehdit altına girmiş, eşsiz doğa yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmıştır. Doğal kaynakların akılcı ve dengeli projeler ile Millet yararına tabiata zarar verilmeden hayata geçirilmesinin esas olması gerekirken bu temel kurala  riayet edilmemiş, başta yöredeki insan ve kuruluşlara katkı yapması gereken doğal kaynaklar birilerinin hizmetine verilmiş, tabiat varlıkları adeta vahşi bir yağmaya açılmıştır. Rize İlinde  şu an yetmiş civarında, Doğu Karadeniz’de yedi yüz, Türkiye’de ise iki bin üç yüz dolayında HES projesi  bulunmaktadır. Ayrıca Doğu Karadeniz Bölgesinde bin civarında da küçük ölçekli HES projesi gündemdedir. Kısaca tüm yurt çapında dört bin üç yüz HES projesi söz konusudur. Bu projeler ile amaçlananın enerji üretimi olduğu söylense de HES'lerden elde edilecek kurulu güç ülke ihtiyacının sadece yüzde ikisini karşılayacak düzeydedir. Oysa tüm bunların hayata geçirilmesi ile ülkemizde doğa ve tabiat zenginliği diye bir olgu kalmayacak, başta su olmak üzere doğal zenginliklerimize el konacak, ancak buna rağmen enerji ihtiyacı yerli kaynaklar ile karşılanmaktan çok uzak olacaktır. Oysa akılcı ve teknolojinin son ürünü modern atom santralleri ile ülkemizin enerji sorunu gecikmiş de olsa çözüm beklemektedir. Ayrıca Türkiye bu sayede çağdaş bir teknolojiden de faydalanma imkanına kavuşacaktır. Komşumuz İran'ın bu alanda büyük oranda kendi imkanları ile elde ettiği başarılar bize örnek olmalıdır.

Diğer yandan yap-işlet modeli ile gerçekleştirilecek HES Projesinden aralarında yabancı şirketlerin de bulunduğu özel sektöre aktarılacak kaynak ve sağlanacak kazanç inanılmaz boyutlardadır. Küçük bir HES santralinden elde edilecek kazanç günde yetmiş ila doksan bin Lira düzeyinde bulunmaktadır. Bu korkunç kazanç tutarı içerisinde yöre insanına ve başta Belediyeler olmak üzere kuruluşlara sağlanacak kayda değer hiç bir katkı bulunmamaktadır. Esas olan Hükümetin bu doğal kaynakları kendinin gerçekleştirerek başta bölgede yaşayan vatandaşlar olmak üzere kendi Milleteninin hizmetine sunmasıdır. Bu HES Projeleri için özel sektör ve yabancılarca verilen kredilere Türk Devleti'nin ihtiyacı yoktur, zira uygulanan yap-işlet modeli HES Projeleri Türk Devletine verilen ve geleceği ipotek eden borç paradan öteye geçememektedir. Öz varlığı olan Doğal kaynakların yağmaya açılmasında Milletin menfaati bulunmamaktadır. Bu şekilde birilerine tahayyül edilemez boyutlarda akar sağlanmakta, stratejik sularımıza ve madenlerimize el konulmaktadır.

Bölgede HES Lisansı verilen şirketler arasında yabancı sermayeli olanların ve bunlarda da Yabancı Ülke vatandaşlarının İdareci konumunda bulunduğu söylenmektedir. Çok cüzi kurulu güce sahip HES Projelerine yabancı şirketlerin neden iştirak ettikleri ve bunun yörede olduğu söylenen çok zengin maden yatakları ile ilişkisi araştırılmalıdır. Başta Rize İli Andon Mevkii olmak üzere yürütülmekte olan HES Projeleri kapsamında dinamit ile yapılan patlatmalı çalışmalar neticesinde içme suları tehdit altındadır, kaynak suları azalmış, bazıları yok olmuştur. Bir vadide havza planlaması yapılmaksızın yaklaşık 20 Km mesafede verilen 13-15 HES Lisansı ile yörede yaşayan vatandaşların yaşam alanları yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu şekilde peş peşe sıralanan HES'ler nedeni ile dere yatakları bundan böyle su görmeyecektir. ÇED Raporu için bir alt sınır konulmuştur. Bu şekilde bir vadide arka arkaya sıralanan HES'lerine dolaylı vize verilmiştir. Bir vadinin tamamı için tüm HES Projelerini kapsayacak şekilde ÇED Raporu istenmemesi ve havza planlaması yapılmaması çok manidardır. Ekli resimlerde bu örneğe çok uyan Rize İli Senoz Vadisinin ne hale geldiği, doğanın nasıl katledildiği çok açık bir şekilde görülmektedir.

T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanarak Bakanlar kurulunda imzalanan ve TBMM gündemine getirilmesi tasarlanan Tabiatı Ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasası ile AKP Hükümetinin gerçek amaç ve hedefleri ortaya çıkmış bulunmaktadır. Başta Sayın Başbakan'ın üzerinde bulunan HES'in açılısında bakın su var dediği, o gittikten sonra kuruduğu söylenen derenin de yer aldığı İkizdere'yi kurtaran Mahkeme Kararlarını ve SİT Uygulamalarını ortadan kaldıracak olan bu Kanun Tasarısı ile coğrafyamızın dört bir yanı, tüm doğa ve canlı yaşam, biyolojik çeşitlilik ve kaynaklar yok olmaya mahkum edilecektir. Bu hassas konuya da Bütçe Görüşmeleri esnasında MHP Milletvekillerince değinilmesi yöre insanımız açısından önemli ve dikkat çekicidir.

Rize'nin diğer önemli bir sorununu da bir türlü bitirilemeyen Ovit Tüneli oluşturmaktadır. AKP İktidarınca her ne kadar  projenin şekillenmeye başladığı ifade edilse de, tünelin çift tüp olarak 14 bin 700 metre uzunluğunda olacağı zikredilse de işin ne zaman bitirileceği, ihale tarihi bir türlü söylenmemektedir. Avrupa`dan çok önemli firmalar tünelin havalandırma projesi ile ilgili çalışmalara başladı denmekte fakat  havalandırmadan önce gelmesi gereken tünelin kendisi ve ışıklandırma projesi hakkında detaylı bilgi basında yer almamaktadır. Yapılan maliyet hesaplaması kapsamında Tünelin bir kilometresi 20 Milyon TL' sına mal olacak denmektedir, yani tünelin toplam maliyeti 294 Milyon TL düzeyindedir. Bu rakamın ne kadarına kaynak ayrıldığı ise şu an belli değildir. TBMM' inde kabul edilen 2011 Yılı Bütçe Kanunu tasarısında Karayolları Yatırımları için ayrıştırılmamış bir toplam yer almaktadır. İktidar kanadının Ovit Tüneli konusunda ne denli samimi olduğu Yatırım Programının Resmi Gazete yayınlanması ve bu projeye konan ödenek rakamının netleşmesi ile ortaya çıkacaktır.

2011 yılı ülkemiz için çok önemli gelişmelere sahne olacaktır, her şeyden önce 12.Haziran.2011 günü yapılacak olan seçimler  Türk Milleti için bu karanlık tablodan, teslimiyetçi zihniyetten ve bölünme projelerinden kurtuluşu simgelemektedir. Bu bağlamda yeni yılın Yüce Türk Milletine aydınlık bir geleceğe ve her şeyden önce hayırlara vesile olmasını dilerim.

O. Cem Kazmaz