Bugün 1 Haziran 2020. Koronavirüs sürecinde artık yeni bir aşamaya geçildi. Salgını kontrol altına alan devletimiz, sosyal yaşamı etkileyecek birçok düzenlemeye gitti. Yeni normalimiz resmen başladı. Artık normal hayatımıza dönmeye başlıyoruz. Maskelerimizle, sosyal mesafe kurallarına uyarak hijyene dikkat ederek hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Yeni normal tüm Türkiye'de 1 Haziran tarihinde başlamış olsa da bizim yeni normalimiz biraz daha erken başladı. Komşularımızın, ata yadigarı çaylarını toplamak için şehir dışından gelmeye başlamasıyla Rizemiz hareketlenmeye başladı. Tabi bu geliş önceki senelerdekinden biraz daha farklı oldu. E-devlet üzerinden alınan özel izinler. Kısa bir süre içerisinde yapılan testler. Bu yıla has koyulan kurallar...

Kısacası "Pandeminin gölgesinde çay hasadı" hepimiz için oldukça farklı bir tecrübe oluyor. Müsadenizle bu noktada birkaç konuya değinmek istiyorum. Birebir yaşadığım olaylar olduğu için birkaç kelam etmek isterim. Yılın 12 ayı Rize'de ikamet eden hemşerilerimizin, yazın memlekete gelen komşularına yaptığı virüslü muamelesi nahoş bir görüntü oluşturdu. (Herkese aynı muameleyi yapan ve önlem alma noktasında titiz davranan komşularımı tenzih ederim.) Oysa virüs herkeste olabilirdi. Rize'de yaşayan bizler de farklı kişilerden virüs kapmış olabilirdik.. Tabi bir de madalyonun öteki yüzü var. İstanbul ve diğer şehirlerden gelen hemşerilerimizin de söz verdikleri tutmaması kişisel karantina sürecini doldurmadan çay satım yerlerine gitmeleri doğru olmadı. Nihayetinde sorsanız "Ben de virüs falan yok. Temizim ben." diyecek olan 23 kişide virüs tespit edildi ve tedavilerine başlandı. Şükür ki korkulan olmadı ve pozitif vakaların filyasyon takibinde olumsuz bir durumla karşılaşılmadı. Bir pozitif vaka çıkınca yakın temas halınde olduğu 10-15 kişiye daha test yapılıyor. Allah göstermesin bu pozitif vakalar virüsü bulaştırsa Rizemiz şuan 200-300 aktif vakaya sahip olacaktı ve ülke gündemine oturacaktı. Sadece bu bile aslında kuralların bizim sağlığımız için koyulduğunu ve mutlaka uyulması gerektiğini bize gösteriyor. Bu yüzden lütfen başta Çaykur'umuzun belirlemiş olduğu kurallara daha sonra İl Hifzısıhha Kurulunun koymuş olduğu kurallara uyalım. Alımyerlerine maskesiz gitmeyelim. Sosyal mesafeye dikkat edelim. Bu zor günlerden beraberce, dayanışarak kurtulalım..

Çayla alakalı bir konu daha var. Aslında yıllardır konuşulan ve öyle gözüküyor ki konuşulmaya da davam edilecek olan kontenjan ve kota meselesi.. Kısaca hatırlamak gerekirse; Kota: Çaykur'un sezon başında belirlediği, üreticinin dekar başına satabileceği maksimum çay miktadırır. Çaykur bu sezon 1. yaş çay sezonu için kotayı dekar başına 600 kg olarak belirlemiş ve rekor kırmıştı. Çaykur kotayı sezonluk olarak açıklar ve müstahsiline kotası kadar çayını alacağını taahhüt eder.  Kontenjan ise, müstahsillerin dekar başına satabileceği günlük yaş çay miktarıdır. Çaykur kontenjanı sürekli yenileyerek ihtiyacı kadar çayı üreticiden almayı hedefler. Yani kontenjanı yoğunluk belirler. Çaykur fabrikaları kapasitesi kadar çay almak zorundadır çünkü kapasitesinin üstüne çıktığı durumda çay daha işlenemeden yanar, yani kullanılamaz hale gelir. Bu da milli servetimizin heba olmasına göz bebeğimiz Çaykur'umuzun zarar etmesi anlamına gelir. O yüzden Çaykur kontenjanını iyi ayarlamak durumundadir. Örneğin Çaykur'un 10bin ton yaş çay işleme kapasitesinin olduğunu düşünelim. Çaykur'un kontenjanı kaldırması durumunda günde 20bin ton çay satılır. Peki bu fazla çay ne olacak? Denize mi dökülecek? Bu hususta medyanın, stkların ve siyasetçilerin de sorumlu davranması gerekiyor. Kamuoyunun çoğunluğu kaldırılmasını isteyebilir. Ama pratikte bunun karşılığı yok maalesef.. Yıllardır tekrarları oynayan diziler gibi hep aynı söylemlere şahit oluyoruz. Kontenjanın kaldırılmasının mümkün olmadığı aşikar. İnsanlara hayat satmanın, olmayacak duala amin demenin bir anlamı yok.

Önceki yıllarda özel çay fabrikasında çalışmış halen Çaykur'da vatandaşlara hizmet etmeye çalışan aynı zamanda da cüzdan sahibi bir müstahsil olarak olaya tarafsız gözle bakıyorum ve Çaykur'un haksız yere fazlaca eleştirildiğini düşünüyorum.  Olay tamamen biz müstahsillerde bitiyor. Bizler Çaya kurtulunması gereken bir yük değilde ekmek kapısı olarak bakarsak. Hayatın bir parçası olarak görüp hızla bitirmeye çalışmazsak. Kontenjan sorunu da yaşamayız, yevmiye ücretlerini de tırmandırtmayız, özel sektörün insafına da kalmayız. Özel sektör demişken kısaca bu konuya da değinmek isterim. Özel sektörün fiyat politikası tamamen arz talep dengesiyle belirlenir. Özel sektör fabrikaları çayın bol olduğu günlerde fiyatı düşürür, çay bulamadığı zaman ise Çaykur fiyatının da üstüne çıkarak yaş çay bulmaya çalışır. Bu da onun günlük yaş çay işleme kapasitesi ve yıllık kuru çay satış hedefiyle alakalıdır. Özel sektör fiyatını açıklar çayını oraya satıp satmamak müstahsile kalmıştır. Eğer özel sektörün yüksek fiyatlara çıkması isteniyorsa çayımızı hemen bitirmeye çalışmayıp daha uzun zamana yaymalıyız. Böylece özel sektör de çay alabilmek için fiyatını yukarıya çeker.

Özetle iki durumda da kapı aynı yere çıkıyor. Bizim çayımızı hızlıca bitirmeye çalışmamız yine bizim aleyhimize sonuçlar doğuruyor...

Değerli çay müstahsili komşularım,
Çayımıza sahip çıkalım. Mümkün olduğunca kendimiz güncel satma hakkımız kadar toplayalım. Eğer mümkün değilse sadece kendimizi değil herkesi düşünelim ve ona göre bir çay hasadı stratejisi belirleyelim. Çay ve Çaykur bizimdir! Onu karalamak yerine nasıl daha iyi konuma getirebilirizi düşünelim. Rize'yi Rize yapan bu nimeti verene şükür, onu ülkemize ve bölgemize getirenlere de dua edelim.
Kalın sağlıcakla...