Su hayat verirken doğaya bazen gözyaşı olur sanki, insanlara da acı yaşatır. Çayeli’m öyle acı günlerini yaşadı yine. Kaybettiğimiz canlara Allah’tan rahmet diliyorum, yaralanan maddi ve manevi zarar gören herkese geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Geçmiş olsun hepimize… Geçmiş olsun demekle de geçmiyor ne acısı ne de daha sonra yaşanacaklar. Yeterince çabalıyor muyuz engellemek için?

İnsanoğlu ilk çağlardan beri doğal afetlerle mücadele etmekte, çözümler geliştirmekte. Yaşanan afetlere, coğrafi şartlara göre de çözümler değişmekte. Dağlık ve yağmurlu bir iklime sahip olan yöremiz de en çok toprak kayması, sel, dere, deniz taşması sorunlarıyla mücadele etmekte. 

Bizden önce yaşayanların afetlerle nasıl mücadele ettiğini biraz düşünelim. Bunu anlamak için çevremizdeki tarihi yapılara, yerleşim alanlarına, kayıtlara ve anlatılanlara bakabiliriz. Bölgemizde ilk yerleşimlerin iç bölgelerde olduğunu, sahilden deniz ulaşımı ve balıkçılık yapıldığını kayıtlardan öğreniyoruz. Çayeli için sahil alanının yerleşime uygun olmayışının bataklık olmasından dolayı olduğunu da biliyoruz. Genel olarak dağlık yerleşimlerin tarih boyunca savunma amaçlı olduğunu da biliyoruz. Bunun dışında bizim bölgemizde olmasa da dünyada zengin tarım alanı olan ovalar da yerleşime açılmamış tarım amaçlı kullanılmıştır. Çayeli sahilinin dar olduğu ve dolguyla genişletildiğini de biliyoruz. Denizin zaman zaman yükseldiğini uzun süre Çayeli’nde yaşayanlar bilir. Eski köylere baktığımızda dere kenarlarında yerleşim olan köyler yoktur. Olanlar da belirli mesafe uzaklardadır. Yaşanan afet tecrübeleriyle nasıl çözülebileceğine ilişkin uygulamalara geçilmiş. Taşkını önleyecek bentler yapılsa da eski dönemlerden kalan yüksek duvarlar görmedim bugünkü gibi. Zamanla duvarlar, bentler, dalgakıranlar yapıldı.

Sellerde ve toprak kaymalarında en çok korktuğumuz evlerimizin zarar görmesi. Eskiler evlerinin yerlerini neye göre seçerlerdi? Eskilerden dinlediğime göre; öncelikle kayacak toprak, taşacak dere, ırmaklar düşünülürdü. Bunun için de arşive değil, köyün, mahallenin yaşlılarına danışılırmış. Daha önceki sellerde neler olmuş, nerelerden toprak kaymış tespit edilirmiş. Olası toprak kaymaları da onlara kıyasla öngörülürdü. Evin yerinin sağlam olmasına öncelikti. Seçilen ocağın aileyi geleceği taşıyacağı düşünülürdü çünkü. Kısa süreliğine yaşanılacak bir ev değildi, ailenin adını yaşatacak evdi. Bazı evlerin yerleri çok eskidir. Sonraları arazilerin bölünmesiyle yeni evler inşa edilerek yeni ocaklar oluşturulmuş. Şimdilerde köylerde apartmanlarımız var. Arazi darlığı biraz da buna sebep. Yamaçtaki evlerin ağırlığını toprağın taşıyabileceğini, temelinin ona göre atıldığını düşünüyorum, düşünmek istiyorum. 

Tarihi eserlerimizden biri ve adeta derelerin simgesi taş köprülerimizdir. Uzun yıllardır işlevsel olmalarının sebebi dere taşkınlarına dayanacak şekilde inşa edilmiş olmaları. Düşünün her taşkında yıkılmış olsalardı hiç köprümüz olmazdı. O dönem yayalar için en uygun olan köprü şekliydi. Şimdi neden hem yayalar hem de araçlar için yöremize özgü köprüler geliştiremiyoruz acaba? Köprüler yapılırken ilk amacımız ihtiyaca hemen cevap vermesi. Çoğunlukla da ihtiyacı olanlar uğraşır, çabalar, hatta kendileri de harcayıp yaparlar ki evlerine, gidip gelebilsinler. Öncelik günlük hayatı idame etmek olduğu için bunu anlayabilirim de her seferinde yapılan harcamalar da cebimizden çıkıyor. Bize özgü, ihtiyaca cevap verebilecek günün koşullarında inşa edilmiş köprülerimiz olsa gelecek kuşaklar da kullanabilse iyi olmaz mı? Yıkılan köprüler, ayaklı yapılan köprülerin suyu biriktirmesi de taşkınların bir sebebi çünkü.

Hark kelimesini duydunuz mu? Çocukluğumda hava karardığında en çok duyduğum kelimeydi. Babaannem hemen “Harklar açık mı?” diye sorardı. Kendi yapabildiği dönem de sürekli kontrol ederdi. Şimdi çaylıklardaki otların bile edilmesinde sorun yaşanan bir dönemdeyiz. Harklar temizleniyor mu diye sormak ne kadar doğru olur bilemiyorum. Harklar su yolu olduğu için yağmur akarken suyu yönlendirip birikmesini engellerdi. Bazen harklar küçük derelere dönüşürdü. Buna rağmen toprak kaymaları da yine olurdu. Yapılmıyorsa şimdi riskler çok daha fazla. Herkesin kendi arazisinde su yollarının tespit edilmesi ve kalıcı çözümlerin yapılabilmesi olanaksız mı?

Dereler konu olunca hep aklıma gelen “Dere geliyor!” diye haykırmalar olur. Erken uyarı sistemi gibi çalışırdı herkes. Derenin başından, derenin denize döküldüğü yere kadar bütün köylerde ve mahallelerde yaşayanlar kendinden sonrakilere haber verirdi. Adeta kendinden sonrakilerin hayatı kendi ellerinde gibi çabalardı. Onların seslerinin ardından gelen dereler derin bir ferahlama yapardı bende. Hatta depremde de olsa ne güzel olurdu diye düşünmeden edemem. Cami hoparlörlerinden merkezi sistemle uyarı yapıldığını düşünüyorum, umuyorum. Yeni dönemde yeni medya araçlarıyla uyarı sistemleri de oluşturulabilir. Dereler eskiye göre daha az su taşıyor, bu nedenle yatakları da daraltıldı. Zaman zamansa eski görkemli günlerine dönüyorlar. O günlerini unutmadan ona göre çözümler bulmamız gerekiyor.

Dere yataklarına inşa edilen binaları hepimiz biliyoruz, toprak kaymasının önüne geçecek ağaçlandırmaya çok dikkat ederiz ama atladığımız oluyor mu? Bunun gibi pek çok çözümü elele verirsek geliştirebiliriz. 

Son olarak da selden etkilenip koronayı unutmayalım diyorum. Canlarımız ne sele, ne koronaya kurban olmasın. 
Sevgi ve selamlarımla…