Dağlar özgürlüğüne düşkün tüm canlıların yaşadığı yerlerdir!
Onun için dağların mistik bir gizemide vardır!
Dağlar suyun yani hayatın kaynağıdır aynı zamanda!
Ve dağlar biz Karadenizlilerin vaz geçilmez tutkusudur!

İşte yine nasip oldu ve bir kez daha özgürlüğe yol aldık.
Geçen yıl ki dağ maceramızın adına “Bulutlara ayak basmak” demiştik.
Bu yıl “Türkeli Buzul Gölü” demeyi tercih ettik.
Yazımız ilerledikçe neden bu ismi verdiğimi anlatacağım.

Tüm hazırlıkları tamamlayıp Başköy’den yola çıktığımızda gün daha yeni açıyordu.
İstikametimiz, Senoz Vadisi boyunca giderek Kaçkarların en güzel yaylalarına ulaşmaktı.
Çatal Dere’yi geçip  meşhur “Müdürün Puğarında” su içmek için durduğumuzda gün tamamen açmıştı.
Şimdiki istikamet “Marbudam Köyü” idi.
Fakat Marmudam’a çıkmadan yolda bizi bekleyen yaralı bir “kızıl şahin” vardı.
Onu yakaladık, daha doğrusu beni yakalayın tedavi edin diye o bize kendisini yakalattı!
Yol arkadaşlarım Hakan ve Hasan Kızıl Şahini tuttu, ben ağzındaki yabancı maddeyi temizledim.
Sonra Hakan alıp Baldaş Dağından doğan derenin kenarına götürdü, su içirdi ve yiyecek önüne koydu.

Dağ zirvelerinin sahibi“Kızıl Şahin'e” veda ettik, çünkü yolumuz uzundu.
Ahşap evlerin en mükemmellerinin olduğu Senoz Vadisinin çatısındaki köy olan Marbudam’dan geçtik.
Yaylaların habercisi olan atlar, inekler ve malların arasından geçerek Şemkehot Yaylasına ulaştık.
Şemkehot Yaylasını yalnız bırakmayan “Akile ve Mahmut Turan kardeşimize” hal-hatır sorduk.
Muhteşem anılarımızın geçtiği “Nişanlıya” gittim selam verip taşlarıyla, çiçekleriyle hasbıhal ettim!
“SalağpurunPuğarına”, Hoveniçe ve Şehitliğe selam vererek Baldaş Dağına tırmanmaya başladık.
“Baldaş Geçidinde” bizi Tahpur Yaylasından otlamak için gelen yayla inekleri karşıladı.
Hiç naz yapmadılar, bizimle bol bol hatıra fotoğraf çektirdiler ve Baldaş Dağından yolcu ettiler.

Tahpur Yaylasına ulaştığımızda kafiledeki çocuklar bulutlara uzanan salıncağa bindiler.
Artık dağın zirvesinden yolculuk etmeye başlamıştık.
Senoz Vadisini geride bırakarak Hemşin Vadisinin zirvesinde yolculuk yapıyorduk.
“On bir kahraman hikâyesinin” başladığı “buzul gölüne” ulaştığımızda öğlen olmak üzere idi.
İki arabayı tıklım tıklım dolduran gezi ekibi artık özgürlüğün kucağındaydı.
Buzul gölünün balıkları gibi dağ kuşlarıda misafirlerine hoş geldin demenin heyecanını yaşıyorlardı.
İnanılmaz bir manzaranın ortasında kalan kafile bu anların keyfini yaşamaya başlamıştı.

“Kaçkar Sıra Dağları” tüm cömertliğiyle göz önündeydi ve hepimiz için heyecan vericiydi.
Yol yorgunluğunu gidermek için “kına taşlarına” yaslanıp sohbet eşliğinde dinlenmek muhteşemdi.
Çocuklar buzul gölünün çevresindeki tepelere doğru koşup oynamaya başlamıştı çoktan.
Gölün hemen yanında bulunan büyükçe bir taşın dibinde ateş yakıldı, yemek hazırlığı başladı.
Acıkan mideler buz gibi suyun eşliğinde doyurulduğunda saat ikindi olmuştu bile.

Daha önce çok defa gittiğimiz bu göle bir adın yakışacağını söyledim yol arkadaşlarıma.
Düşünülen birkaç ismin ardından çocuklara benimle gelin dedim.
Gölün hemen yanında bulunan taşların orta boylularını bana getirmelerini söyledim çocuklara.
Anneleri Ayşe, Songül ve Zahide çocukları taş taşımaları konusunda teşvik ettiler. 
Emine, İrem, Şevval,Erhan, Kadir Efe ve Ömer Mete taş taşıdılar, bende ismi yazmaya başladım.
Önce “t” harfini yazdım sonra sırayla diğer harfleri büyük bir özenle ot ve çiçeklerin üzerine yazdım.
“Türkeli” ismi yavaş yavaş ortaya çıkınca başta çocuklar olmak üzere herkes alkış tuttu.
Artık gölümüzün ismi tescillenmiş ortaya “Türkeli Buzul Gölü” çıkmıştı.

Sırada tertemiz sularla demlenip içilecek çay vardı.
Kafilenin sözbirliği etmişçesine söylediği şey; uzun zamandır bu kadar lezzetli çay içmediğimizdi.
Birlikte söylenen türküler Kaçkar Dağlarında yankılanmaya başladığında akşam olmak üzere idi.
Tüm kafile bizden önce gelenlerin kirlettiği gölün içini ve çevresini temizledi.
Artık “Türkeli Buzul Gölüne” veda vakti gelmiş çatmıştı.
Seneye yeniden gelmek için manen sözleşerek Tahpur Yaylasına doğru yol aldık.

Baldaş Dağına ulaştığımızda kafile “Lazlakarın Dağına” gitmeden buradan inmeyelim dedi.
Hep birlikte “Nuskanın Dağından” Lazlakarı ve Şemkehot Yaylasını seyre daldık
Kimse bu güzelliği bırakıp gitmek istemiyordu.
Bulutlar gökyüzünde, sis ise yeryüzünde adeta bize fon oluşturmuştu.
Orada yol arkadaşlarıma eski çobanlık hatıralarımı anlatarak yad ettim.

Nihayet her güzel şey gibi bu muhteşem günde bitmişti.
Yola çıktığımızda bir ayağı “Verçenik Dağı” diğer ayağıda “Cimil Dağında” olan “Gökkuşağı” çıkmıştı.
Adeta bizi yola koşar gibiydi rengârenk olan gökkuşağı.
Şemkehot Yaylasından geçerken sisin yaylayı tamamen kapadığına şahit olmuştuk.
Artık yaylalar sisle tamamen kuşatılmış vaziyette yol almaya başlamıştık.

Köye geldiğimizde saat gece yarısına geliyordu.
Günün tatlı yorgunluğu vardı hepimizde. 
Birde büyüleyici güzelliği olan “Türkeli Buzul Gölünde”  yaşadığımız saatlerin verdiği huzur vardı.
Ve elbette o saatlerin zaman içinde “hatıralara” dönüşecek olan yaşanmışlıklarını hiç unutmayacağız.

Son olarak hatırlatmak ve uyarmak istiyorum;bu göl ve diğer göllerin dibinde altın falan yoktur! 
Üç bin rakımdaki bu muhteşem göllerin görevi sadece şudur; 
Yüzlerce hayvan çeşidinin ve yaylalarımızın hayat kaynağıdır ve hayat kaynağı olmaya devam edecektir! 

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…