Bu coğrafyanın tarihi ile ilgili neler biliyoruz?

Bildiklerimiz mi bize yol gösteriyor yoksa birilerinin önümüze koyduğu ve “kabul et!” doğru budur dediği düşüncelere mi prim verip inanıyoruz?

Tarihi hakikaterde de her birimizin düşüncesi neden başka başkadır!

Ne yani, tarihi hakikatleri menfaatimize uygun fikirler bunlardır diyerek ömrümüzün sonuna kadar savunmak zorundamıyız?

Ben ABD Başkanının “Kudüs’ü Başkent” olarak kabul ediyoruz açıklaması üzerine bir tarihi panorama çıkartarak aslında neyin ne olduğunu tarihi hakikatler içinde izah etmek isterim...

Bu coğrafyanın tarihi hakikatı şudur;

Hıristiyan-Batı Dünyası güçlendikçe, Türk-İslam Dünyası zayıflamakta,aksine,biz güçlendikçe onlar gerilemektedir!

Kabul etmek lazım ki; Batı Dünyası 2.Dünya savaşındaki “kendi içindeki bozgunu” atlattıktan sonra, toparlanma hamlesine girişti ve büyük bir güç oluşturdu...

Selçukluların Anadoluyu yurt edinmesinden sonra “gerilemeleri” başlayan Batı Dünyası, Osmanlılar zamanın da Fatih Sultan Mehmet eliyle feth edilen İstanbul’la birlikte “Viyana kapılarına” kadar dayandılar...

Müslüman Türkler;Anadolu ve Bizansı aşarak “Hıristiyan-Batı medeniyetini” kendı içine haps ederek, onların bu cendereden kurtulmaları için haçlı seferlerine başlamasına vesile oldular!

Batı Dünyası Haçlı seferinde Türk’ün karşısında yenik duruma düştüler; bu durum 4-5 asır böyle devam edecekti... Bazı tarihçiler bu süreyi 4-5 asıra çıkarsalarda tarihi gerçekler bunun tam aksini söylemektedir!

Fransız İhtilali ve Batı dünyasının rönasansı 17. yy’da Osmanlı Devletinin Viyana kapılarına dayanması doğal olarak batı Dünyası arasında “karşı reaksiyon” doğurdu ve bunlardan ders çıkarmasını bilerek 18. Asıra geldiğimiz de büyük bir güç olmayı başardılar!

Ve tabi doğal olarak “maddi ve manavi” olarak karşı saldırıya da geçtiler. Bu saldırının en nihayi noktası, biz Türkleri “Sakarya” ya kadar geri çekmiş olmasıdır !

Türk milletinin içinden gelen büyük bir devlet adamı ve komutan “Mustafa Kemal Atatürk” sayesinde bu geriçekilmede durduruldu ve “Milli Kurtuluş Savaşı” sonucunda yeni devletimiz ; Selçuklu ve Osmanlı’nın devamı olarak Anadolu Coğrafyasında “Türkiye Cumhuriyeti” ismi ile kuruldu!

Şunu kabul etmeliyiz ki ; güçlü olan medeniyetler, şu veya  bu yolla kendi medeniyyetlerini karşı tarafa kabul ettirmeye çalışırlar!

Osmanlı güçlü olduğu devirlerde en başta, Balkan Coğrafyası ve Arap yarımadası olmak üzere bu düşünceyi hayata geçirmiştir...

Bugün güçlü olan batı dünyası’da aynı şeyi yapmaktadır ve saldırı aynı şekilde hız kesmeden devam etmektedir!

Üzülerek ifade etmeliyimki; İslam dünyası ve bütün bir Türk  Dünyası hala güçlü batı dünyasının baskısı altındadır!

Türk ve İslam dünyasının kaderi ortaktır. Güçlü ise birlikte güçlüler, zayıf ise birlikte zayıftırlar.

Anadoluda ve bu coğrafyada ki bin yılık serüvenimiz bu durumu bize göstermiştir...

Dün ve bugün bu coğrafyada, Hıristiyan batı dünyası ile örtülü veya açık bir şekilde mücadelemiz  devam etmektedir!

Daha Türkçesi; “Haçlı Seferleri “ bitmiş değildir!

Batı dünyası bize karşı son yüz yılda; 1. Dünya savaşı’nda, Kurtuluş savaşında, 2. Dünya savaşında ve daha sonra demokrasiye geçtiğimiz milli devletimizde de ödünsüz tavrını her defasında ortaya koymuştur...

Sonuç olarak şunu ifade etmek isterim Batı (emperyalist güçler) her sahada İslam dünyasını güçlenmesini istemez!

Böyle bir durumu kendi çıkarları için tehlikeli bulurlar!

Asırlardır islam dünyasının bayraktarlağını yapan biz Türkler bugun daha güçlü olmak zorundayız...

Bunun ilk şartı bu güzel ülkede büyük bir sevgi ve musammaha ortamı oluşturarak milletimize hizmet yarışında farklı noktalarımıza tahammül göstererek yol almamızdır!

Filistin/Kudüs meselesine de bu bakış açısıyla bakmak zorundayız; bilmem anlatabildim mi?!

Nurettin Topçu’nun ifadesiyle söyleyecek olursak;“Bilen,gururdan, kinden ve bütün hırslardan soyunmuştur.Bilen bahtiyardır.Ne mutlu bildim diyene.”

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olun...