Senoz Başköy’den gelip Çayeli 9 Mart İlkokuluna başladığım zaman, merakla birlikte bayağı çekindiğimi hatta zaman zaman korktuğumu hatırlıyorum…

Köyde biraz okula gitmiş, sonra Ahmet amcamın isteği üzerine amca çocukları Ali, Mustafa ve Osman’la birlikte Çayeli’nde 9 Mart İlkokulunda okula gitmeye başlamıştık…

İlk haftalar, benim gibi amcaoğullarının da kâbusla geçmişti okulda. O günlerde köye araba yolu bile olmadığından Çayeli Merkeze hiç inmemiştik. Sadece ben çok ısrar ettiğimden birkaç günlüğüne Çayeli’ne götürülmüş sonra köye geri döndüğümde köyde ki tüm çocuklara bir yıl boyunca Çayeli’ni anlatmıştım!

Böyle bir ortamda sınıfta ki pasifliğimi düşünün artık! Derslere katılmıyorum, sevgili öğretmenim “Cavit Bodur’un” samimi yaklaşımına bile karşılık veremiyordum... Sınıf arkadaşlarımla zaten tek kelam edemiyorum, ancak teneffüs zili çaldığında koşarak bahçeye çıkıyor okulda ki diğer amcaoğullarıyla bir araya gelip  “biz nereye geldik böyle” diye birbirimize dert yanıyorduk!

Öğretmenimizin tahtaya yazdığı ya da duvarda gösterdiği fişleri okuyabilmeme rağmen “kim cevap verecek” diye sorduğunda parmağımı kaldırmaktan çekiniyordum. Bu durum yaklaşık bir ya da bir buçuk ay sürdü…

Tabiri caizse o çocuk kalbimde fırtınalar kopuyordu. Bir şekilde bende derslere katılmak, bildiğim şeylerin cevabını vermek istiyordum. Ama ben de parmak kaldıracak özgüven diye bir şey yoktu! Bir gün müzik dersimiz vardı. Öğretmenim en arka sırada oturan benim yanıma gelerek “evladım sen Senozlusun, sizin orda güzel türkü söylerler sende bir tane söylemek ister misin?” dedi. Bana san ki gün doğmuştu. Hiç unutmuyorum, hemen heyecanla ayağa kalkmış “söylerim öğretmenim” demiştim…

O gün o türküyü söylemem sınıfta ki arkadaşlarım arasında da hoş karşılanmış, birkaç kişi dersten sonra bana ilgi göstermişlerdi. Peşinde ki derste öğretmenim tekrar yanıma gelerek “sen derslere hiç katılmıyorsun, öğrenemedin mi hiçbir şey? “ diye sormuş, ben de mahcup bir ifadeyle “öğretmenim ben bunların hepsini biliyorum “ diyebilmiştim!

Ve öğretmenim beni ayağa kaldırmış duvar boyu asılan fişleri tek tek okutmuştu. Ben her fişi okuyuşta biraz daha kendime güvenmeye başlamış ve nihayetinde Cavit Öğretmenimin kolumdan tutarak ön sıraya beni oturtmasıyla özgüven patlaması yaşamıştım…

Aradan biraz süre geçmişti. Ben artık sınıfta diğer arkadaşlarımla koşup oynamaya başlamıştım. Her geçen gün arkadaşlığımız daha pekişiyor ve öğretmenimin bana yaklaşımının meyvelerini ilk önce sınıf arkadaşlarımın bana karşı olan ilgisi vasıtasıyla almaya başlamıştım…

Bir gün Cavit Öğretmenimiz “çocuklar her sınıfta bir sınıf başkanı olur, bugün bizde sınıf başkanımızı seçeceğiz, içinizde aday olanlar parmaklarını kaldırsın, onların numaralarını tahtaya yazacağım” dedi…

Yanlış hatırlamıyorsam sınıfta ki arkadaşlardan beş altısı parmak kaldırarak sınıf başkanlığı için aday olmuşlardı…

Cavit Öğretmenim parmak kaldıran çocukların numaralarını karatahtaya yazdıktan sonra, bir numara daha yazdı tahtaya. O numara 894’dü. Son numarayı da tahtaya yazarak sınıfa döndü ve dedi ki “ bu numaranın sahibi Abdurrahman Akın arkadaşınız, o da benim sınıf başkanı adayım” dedi!

İnanılmaz derecede heyecanlanmıştım. Bugün bile bu yaşadığım sevinci ve heyecanı düşününce içimi tarifsiz bir huzurun kapladığını hissediyorum…

Ben, öğretmenimiz tarafından aday gösterildiğim için bir iki arkadaşımız adaylıktan çekildi. Öğretmenin talebelerinin her şeyi olduğundan dolayı aday adayı olan arkadaşlarımın dahi bana oy vermeleri tarafınızdan yadırganmadı sanıyorum!  Diğer aday olarak kalanlarda oy alamadı, doğal olarak bendeniz köyden geldikten iki ay sonra “sınıf başkanı” olmuştum. Kısa bir süre yaptığım sınıf başkanlığımı, iyi top oynuyorum diye önce “spor kolu başkanlığı” sonrada okumaya olan düşkünlüğümden dolayı da  “kitaplık kolu” başkanlığına yine Cavit Öğretmenimin isteği üzerine seçilince, sınıf başkanlığını başka bir arkadaşım seçilerek bırakmıştım…

Benim hikâyemin karşılığı şu; insan hayatının hangi saniyesinde ne olacağının bir garantisi yok ama hala yaşanmamış anları elimizden geldiğince değerlendirip daha güzel bir dünyaya yelken açmamız pekâlâ mümkün olduğudur…

Ben aslında bu hikâyeyi bir şekilde Ak Partinin kongresine bağlayacak yeni Başbakanın seçiliş şekli üzerine kalem oynatacaktım! Ama gördüğünüz gibi benim hikâyem daha gerçekçi olduğu için bu meseleye değinemedim bile!

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olunuz…