Kaçımız artık hatırlıyoruz, bu ayda yapılan “behur” yolculuğunu acaba? Yaylalara ilk çıkışın bekli de finalle taçlandığı o güzel ve anlamlı behurlarını…

Ben de behur eskiye özlemin mihenk taşlarından birisidir dersem abartmış olmam dostlarım. Çocukluğumdan hafızama kazınan en önemli ayrıntılarından birisidir, “şemkohota” Ağustos ayında yapılan, özleyenlerle özlenenlerin kucaklaşmasının resmi olan” behur yolculuğu”… Bu öyle bir yolculuktur ki, bir karesini anlatmaya kalksam inanın bana sayfalara sığdıramam… 

Hadi gelin bu resmin hayalimize, şuurumuza işlenen bir yerinden başlayalım. “boronduğun taşını“ bilirsiniz? Gelen behur kafilesinin bizim şemkehottan daha doğrusu şehitlik dediğimiz, ilk göründüğü yerden… Bu seyirde çıplak gözle bakmakta var, elden ele dolaşan irili ufaklı dürbünlerle de… 

Aslında her evden behura kimin gelip kimin gelemeyeceği aşağı yukarı bellidir ama olsun, yayladaki yerliler bu gelenleri, misafirlerini kare kare izleyecek ve heyecanlarına heyecan katacaktır. Bu seyir töreni her yıl aynı heyecan ve umutla tekrarlanacaktır. Kafile “heyilige” ulaştığında resim biraz daha netleşmeye başlardı. Çünkü oraya ulaşan behur kafilesi mola vermiş ve izlendiklerini bildikleri için, şehitlikten seyre dalan akrabalarına, komşularına sanki poz verir edasında olurlardı! 

Heyiliğden kalkan kafile, her “serkeni” geçişte biraz daha yaklaşırdı bekleyenlerine… her serken geçişinde resim biraz daha netleşir, nihayet “sıcak suya” gelindiğinde artık tek tek gelenlerin isimleri zikredilmeye başlanırdı. Kafile iki derenin arasına ulaştıktan sonra, şehitlikte bekleyenlerin sayısı da artmıştır artık. “paklarda“ hemen hemen kimseler kalmamış herkes gelecek misafirlerini karşılamak için “hoveniçe” doğru yol alamaya başlamışlardır… 

Hele “salağpurun puarına  ulaşıldığı zaman sevinç ve kavuşma özlemi doruk noktasındadır artık…çünkü tırmanışın son halkası tamamlanmak üzeredir ve hoveniçte bekleyenlerle “behur kucaklaşmasının” son anlarına gelinmektedir…

Burada iki ayrıntıyı yazmadan geçemeyeceğim. Birincisi “ boronduğun taşı “ ile kucaklaşma anına kadar geçen yaklaşık iki saat süre içinde karşılıklı atılan silahlar … ve benim için düşündükçe tebessüm ettiren, ikinci ayrıntı… kafilenin görüş alanımıza girdiğindeki, gelenleri tanıma konusundaki karavana atışlarımız… İnsanlar kimi bekliyorsalar, kimin gelmesini istiyorsalar, o dur gelenlerden biri diye sayıklamalarına rağmen, bu genelde yanlış tahminle sonuçlanırdı!… 

Elimden geldiğince sizinle behuru yolculuğunun kısa bir serüvenini paylaşmaya çalıştım dostlarım. Ya şimdi… behurlarımız yok artık. Herkes değişik zaman dilimlerinde programlar yapıp zamanı el verdiğince, şemkohota, tahbura, pelata, lazlakara, abelata, çağcora… gidiyorlar. Ben bakıyorum bizim “Senoz deresinin” bu konuda bir birlikteliği yok. Eski gelenekleri yaşatacak toplumsal bir refleks gösteremiyorlar. Halbu ki Hemşinli Kardeşlerimiz bu işi çok güzel organize edip toplu olarak bu güzellikleri hala yaşatabiliyorlar. Son birkaç senede bu kısır döngü tersine dönmesine rağmen istenilen seviyede değildir maalesef!... 

Ağustos ayı geldi ve ben özlem duyduğum o güzelim günleri düşünürken,  yıllar öncesine giderek Senoza… köyüme… yaylalarıma…. bir selam vereyim dedim...Bu düşünce sizlerle çocukluğumda ki izleri hiç silinmeyecek “behur resimlerimi” paylaşmama vesile oldu... Yeni, yepyeni behurlarda buluşmak dileğiyle…

…Ve elbette anlatmaya çalıştığım bu resim benim ve köylülerim arasındaki anlaşma kodlarımdır da aynı zamanda! Kullandığım yer isimleri ve terimler de anlattıklarıma inanıyorum ki değişik bir tat katmıştır! Yani kısaca bu yazımda, ülkenin içinde bulunduğu durumun resminden sıkılmış bir ruh halı ve kurtuluşu da, fiziken olmasa da ruhen yaylalara çıkarak üzerinden atmaya çalışan bir insanın portresini göreceksiniz!...

Allaha emanet olun, görüşmek üzere…