Yeni Anayasa yapımı çalışmalarının başlamasıyla birlikte, başkanlık sistemi de gündeme getirildi ve tartışılmaya başlandı. Başkanlık sisteminin başlıca iki önemli boyutu var. Birincisi, bu sistemin sağladığı istikrar sayesinde ülke kalkınmasının süreklilik kazanmasıdır. İkincisi ise, başkanlık sistemiyle birlikte anılan eyalet sisteminin Türkiye’yi ayrışmaya ve bölünmeye götürebileceği endişesidir. Konuyu bu iki boyutta ele alarak irdelemeye çalışacağız.

         Türkiye’nin yakın siyasi tarihine baktığımızda, istikrarlı hükümetlerin kurulduğu dönemlerde kalkınma hızının yüksek olduğu görülmektedir. Adalet Partisi’nin tek başına iktidar olduğu 1965-1969 dönemi ile Anavatan Partisi’nin tek başına iktidar olduğu 1983-1987 dönemi 1960-2000 arasında geçen kırk yılın en başarılı dönemleri olarak tarihteki yerini almıştır.

Birincisi beş yıl ikincisi dört yıl olan bu hızlı kalkınma dönemleri, bahsedilen kırk yıl içerisinde yaklaşık %25 veya 1/4 oranına sahiptir. Demek ki, harcanan zamanın dörtte birinde yüksek kalkınma hızı yakalanmış, dörtte üçünde ise düşük kalkınma hızları gerçekleşmiştir.

Analizimizi 1960-2011 dönemi için yaparsak, 2002 yılı Kasım ayında tek başına iktidara gelen bugünkü Hükümet’in istikrarlı kalkınma dönemini de hesaba katmak gerekir. Dokuz yıllık bu son istikrar dönemini de eklersek, geçen 51 yılın 18 yılı (%35) istikrarlı, 33 yılı (%65) ise istikrarsız geçmiş demektir.

Türkiye 1990’lı yılları, ANAP ve DYP arasındaki merkez sağı sahiplenme kavgasında kaybetmiştir. 1997 yılının 28 Şubat’ında yapılan MGK toplantısında alınan kararlarla anılan 28 Şubat Süreci, askerin talebiyle kurulmuş güçsüz hükümetler dönemidir. Bu dönemde önce Yılmaz Hükümeti kurulmuş, sonra da Ecevit başkanlığında DSP-MHP Hükümeti kurulmuştur. (DSP-MHP Hükümeti’nin Tarım Bakanı, ‘birlikte hükümet kurmamızı istediler, biz de kurduk’ mealinde bir söz söyleyerek, bu hükümetin askerin talebiyle kurulduğunu daha o zaman ifade etmişti.)

Güçsüz koalisyonlar ve istikrarsız hükümetler, her an yıkılabilecek iktidarların ortaya çıkmasına sebep olmakta ve bu ortamda yatırımcının istediği güven ortamı oluşmamaktadır. Bir ülkenin kalkınması için, en başta gelen şart istikrarlı bir hükümet kurulmasıdır. İşte parlamenter sistemin sağladığı en fazla %35’lik istikrarlı hükümet dönemlerine karşılık, başkanlık sistemi %100 istikrar vadetmektedir.

Türkiye’de parlamenter sistem, ancak çok güçlü liderler çıktığında istikrarlı tek parti iktidarları ortaya çıkarabilmektedir. Ülke zamanının %65 gibi büyük bir kısmını kaybetmekte, düşük kalkınma hızları ile heba etmektedir. Son yıllardaki istikrar sayesinde elde edilen yüksek kalkınma hızlarına rağmen, milli gelir bakımından dünyada 17. Sıraya ancak yükselebilmişizdir.

Başkanlık sistemi ile ilgili Bahçeli ve Erdoğan arasında geçen tartışmalar ilginç bir diyalog oluşturmuştur. Bahçeli’nin “bugünkü ortamda başkanlık sistemini uygun bulmuyoruz” ifadesine karşılık Erdoğan, Alparslan Türkeş’in “9 Işık” adlı eserine atıf yaparak, Türkeş’in başkanlık sistemini savunduğunu ifade etmiştir.

Başbakan’ın Türkeş’ten yaptığı alıntının bir bölümü şöyleydi: “Çağımız kuvvetli, adil ve hızlı icra çağıdır. Türk milleti dünya imparatorlukları kurduğu devirlerde kuvvetli, adil ve hızlı icra sistemini uygulamıştır. Kuvvetli ve hızlı icra, icra gücünün tek elde toplanmasıyla mümkündür. Bunun için tarih ve töremize uygun olarak başkanlık sistemini savunuyoruz.” Türkeş’in başkanlık sisteminin savunurken gerekçesi; kuvvetli bir hükümet oluşturulması yani istikrarlı yönetim arzusudur.

Bahçeli’nin yaptığı açıklamada geçen “bugünkü ortamda” sözü, onun günümüz koşullarında bu sistemi uygun bulmadığını anlatmaktadır. Bugünkü koşulların tercümesini; başkanlık sistemiyle birlikte anılan eyalet sisteminin gündeme geleceği ve bunun ülkenin bütünlüğüne zarar vereceği endişesi olarak anlayabiliriz. Bu endişeye elbette hak vermek gerekir.

Bahçeli’nin bu endişesi, BDP çevrelerinde memnuniyet duygusu doğurur diye düşünürken, o cepheden de başkanlık sisteminin gündeme gelmesine karşı açıklama yapılması ilginç olmuştur. Demirtaş önce, “başkanlık sistemi Türkiye’nin gündemi değil” diye bir açıklama yaptı. Arkasından da bu sistem “daha çok diktatörlük getirir” diye ilave etti.

Mademki başkanlık sistemi eyalet sistemi getiriyor ve bu da ayrılıkçıların işine geliyorsa, BDP neden bu sisteme karşı? Özerklik isteklerini açıkça dillendiren, seçildikten sonra Ankara’ya gelmeyip, Diyarbakır’da kamp kuran, adeta biz meclisi burada istiyoruz diyen bunlar değil miydi? Başkanlık sistemi onların bu hayalini gerçekleştiriyorsa, neden ona karşı çıksınlar ki?

İşte bu noktada iyi düşünmek gerekiyor. Başkanlık sistemi ülkede istikrarlı bir yönetim ortaya çıkarıyor. BDP’nin istekleri ise ancak istikrarsız ortamlarda sağlanabilecek türden, normal koşullarda hiçbir iktidarın kabul etmeyeceği taleplerden oluşuyor. Bu yüzden BDP’liler Türkiye’de istikrarsız koalisyonlar dönemini daha iyi görüyorlar kendileri için.

Ayrıca, yeni anayasa çalışmaları başlamış ve kendilerinin istediği “Kürt kimliğini anayasaya sokmak” ve “anadilde eğitim” gibi taleplerin gerçekleşme aşamasına geldiğini düşünüyor olabilirler. Bu aşamada, başkanlık sisteminin ayrılığı ve ayrışmayı akla getirmesinden ve kendilerince yaklaştıklarını düşündükleri hedeflerin de uzağına düşmekten endişe ediyor olabilirler.

Başkanlık sistemi, ayrışmayı körüklemesinden endişe edilen eyalet sistemini zorunlu mu kılıyor? Başkanlık sisteminde, il valilerinin de seçimle gelmesi ve illerde güçlü yönetimler oluşması sözkonusudur. Ancak, bunu mevcut iller bazında düşünmek gerektiğinden, ülkenin etnik yapıya göre eyalet oluşturması elbette düşünülemez.

Türkiye’de tartışmaya açılan başkanlık sistemi mi, yoksa yarı başkanlık sistemi mi o da tam olarak belli değildir. Fransa, Rusya, Portekiz ve Finlandiya gibi ülkelerde uygulanan yarı başkanlık sisteminde, yürütmenin başı başkandır ama parlamenter sistemdeki gibi başbakan ve hükümet de vardır. İki sistemin karması olan bu sistemde, eyalet sisteminin getirilmesi zaten söz konusu değildir.

Uzun yıllar ABD’de yaşayan önemli bir bilim adamımız olan Prof. Dr. Kemal Karpat, başkanlık sisteminin Türkiye’ye istikrar getirecek olması ve tarihi geçmişine uygun olması sebebiyle yararlı olacağı düşüncesindedir. Ancak, bu sistemin ille de eyalet sistemini gerektirmediğini belirtmektedir. Kendisi, eyalet sisteminin ülkeye yararlı olmadığını düşünmektedir.

Kişilerin görüşleri, çoğunlukla kişisel menfaatleri tarafından belirlenmektedir. Hükümet içerisinde başkanlık sistemini savunan kişiler, en başta Başbakan Erdoğan ve onun başkan sıfatı ile ülkeyi istikrar içinde yönetmesini savunanlardır. Buna karşılık, böyle bir durumda başbakan olma şansları kalmayacak olan, aynı Hükümet içinde farklı görüş savunanlar da vardır. Bunlar arasında Bülent Arınç ve Mehmet Ali Şahin bulunduğu gibi, bizzat Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, parlamenter sistemden yana olduğunu ifade etmiştir.

Sonuç olarak, çok yönlü ve çok boyutlu bir konu ile karşı karşıyayız. Ülkede istikrarlı yönetimleri sürekli kılacak başkanlık sisteminin, ülkenin kalkınmasına çok olumlu katkılar sağlayacağı neredeyse kesindir. Zamanın sadece %35’ini başarıya dönüştüren bir ülke için, bu başarı vaadi hiç de azımsanamayacak bir değerdir.

Diğer taraftan ülkenin bölünmesine veya ayrışmasına zemin hazırlayacak hiçbir şeyin desteklenmemesi de gerekmektedir. Sayın Bahçeli’nin bu noktadaki endişesini anlamak gerekir. Ancak, BDP’nin başkanlık sistemine karşı çıkışı, istikrarlı bir Türkiye’nin zaaf göstermeyeceğini, istikrarsız Türkiye’nin ise çok daha fazla tehlike altında olacağını göstermesi bakımından dikkate değerdir.

Mevcut şartlar altında, Sayın Bahçeli’nin uygulayabileceği çok önemli bir strateji vardır. Bu stratejinin bir boyutu; başkanlık sisteminin oluşmasında Başbakan’a destek vererek ülkenin istikrarlı bir yönetime kavuşmasını sağlamaktır. Diğer boyutu ise, oluşacak yeni sistem içerisinde eyalet sisteminin bulunmamasını; ülkeyi ayrıştıracak uygulamalara yer verilmemesini sağlamaktır. Bu iki unsuru masaya koyup, ülkeyi istikrara kavuşturacak temel bir politikanın hayata geçirilmesi ve bunu yaparken de tehlike olabilecek hususların elimine edilmesi pekâlâ mümkün gibi görünmektedir.