Sabır, sabır diyordun ya arkadaş meğer ne kadar da haklıymışsın. Onsuz ne gözyaşı düşer toprağa ne de nefes siner sineye. Yollar var önümde hala gidemediğim; rüzgâr yanağımda iz bırakırken adeta geçmişin köhne bir köşesinde hıçkırıklar içindeyim. Ayrılık… Senden arda kalan artıklarım gibi… Her nereye koysam düzen tutturamıyorum.

 

Şu köşe çocukluğum, yani deli çağlarım, dahası delikanlılığıma ermeden yetişkinliğime geç kalmadan gözü pek, gönlü yek olan yıllarım. O köşede başladı hayat hikâyem, durmadan üstüne sayfalarca anılarımı yazdığım. Bak bu köşe sen: Delikanlılığımdan arta kalanlarım. Sen biliyorsun sıcak mevsim gibi beni sararken ben şimdi seni ararken… Ayrılık… Tozu dumana katılmış bir ömür gibi bütün hatıraların kirletmiş beni…

 

Buradan tam da buradan işte eski mahallemizin dik patika yolu. Evimiz cumbalı değildi belki ama içinde yaşayanların gemi kadar cumbası vardı yüreklerinde. Sessizlik hâkimdi her bir ağacın gölgesine, kuşlar bile incitmekten korkarak öterdi sabahın seherinde. Sen gibiydi burada doğa, şefkatli kollarına sarardı beni ısıtır, besler, büyütürdü. Ah o geceler… Ayrılık… Şimdi gölgen kadar sıcaksın bana; ne gerçeksin ne yalan, dokunsam hiçsin…

 

Aslında şu köşede büyüdüm sayılır, ilk meyvelerim burada olgunlaştı. On yedili yılların yetim kalmış yelkovanı gibiydim. Zaman zahirde nehirler gibi aksa da içimde buz kesmiş her şey; dokunduğum kadar soğuksun gençliğim gibi bana. Gözlerimin alabildiğine seyrine daldığı vefalı gülüşün şimdi sonbaharın sarı yaprakları emsali uçuşmakta havada. Bu köşeler hep siyah beyaz… Ayrılık… Renklerimi çaldın sen kalbim diye, boya kalemlerimi de çöpe atmıştın bir seferinde. Şimdi beyaz bir tahtaya bıraktığın elzem iki kelime; buraya kadar…

 

Bak cebimde neler var? Soğuk kış günlerinde bir seyyardan kese kâğıdına tıka basa doldurduğumuz ve parmaksız eldivenlerimizin içinde kuş gibi çırpınan parmaklarımızla tutup saydığımız kestane kebap. Al işte hepsi cebimde. Mideme indirdim sanma, hazmetmesi kolay değil böyle yalnızlığı, anasız kalmayı, babasız kalmayı, yoksulluğu, parasızlığı, şemsiyesiz ve kabansız yağmura yakalanmayı… Ayrılık… Sırılsıklam gözlerimdesin, kirpiklerimin ucunda yanan ateşe atsam seni kurulanır mısın acaba? İşte böyle ya; insan sevdiğine yabancı iken de onu koruyup gözetesi geliyor…

 

Ah bu köşeler; hepsi ömrümün kitabesi. Dikilip önüme geçit vermiyorlar senden öteye, bilirim ama ben, her şey buraya kadar diye. Gönül ve ömür yaşlandıkça yoruluyor; şimdi yıllarımı sayıyorum da üç-beş nasıl da tükenivermiş günler. Daha dün gibi gidişin, evet her şey dünde gizli. Kumları sayıyorum artık onlar ömrümden de çok, bereket versin. Ayrılık… Elbet son değil ama gel gör ki gönül avunmuyor. Bulutlara mı takılmışsın yoksa yıldızlara mı ne hep tepemdesin. Bu ne iştir anlamadım. Ayrılık; ruhumun çıplak kalması bedenimden, utanıyorum; yoruldum gülümseyişinden.