Sıkılmıştım, birbirimizden farklı olmaya çalıştıkça sürekli aynı oluşumuza, sürekli aynı sonuca varışımızdan sıkılmıştım. Fikirler, düşünceler, söylemler belirli kalıpların dışına asla çıkmıyordu. Cahilliğimizden utanacağımıza, bilgisizliğimizin gururunu yaşıyorduk. Kendimiz olmaktansa sürekli "O" kişisi olmanın derdindeydik. Hep O’nları gösteriyor, O’nlara özeniyor, O’nların yaşam tarzını kendimize uyarlıyorduk. O’nlar ne giyerse bizlerde onu giyiyor, O’nlar ne dinlerse bizde onu dinliyorduk. O’nların yediklerini yemek için kuyruklara giriyor, O’nların çektiklerini çekmek için gözlerimiz kapalı diyar diyar geziyorduk. Çünkü sanal dünya O’nları sürekli bize gösteriyor, dikkatimizi sürekli O’nlarla dağıtıyordu.

Yolda giderken bir reklam görüyoruz sonra telefonumuz çalıyor, whatsaap’a bildirim düşüyor ve o anda radyoda bir şeyler çalıyor, yol üzerinde ise bir sürü reklamlarla, tabelalarla karşılaşıyoruz. Sürekli uyaran bombardımanı altındayız. Beyinlerimiz yoruluyor, bilincimiz etkisizleşiyor. Aşırı bir bilgi yükü altında beyinlerimiz küçülmeye başlıyor. Ve insan yorgun düşüyor. Bu zihinsel yorgunluk pek çok konuda bizim işimizi iyi yapamamamıza neden oluyor. Mesleğimizi iyi yapamıyoruz, iyi bir anne, iyi bir baba olamıyoruz, sağlıklı iletişimler kuramıyoruz. Arkadaşlarımıza, eşimize, dostumuza yeterince dikkat veremiyoruz.

Ayrıca dijital mecralar öfkeyi ve nefreti çok kolay körüklüyor. Yüz yüze gelmediğimiz bir insanla atıştığımız da çok kolay öfkelenebiliyoruz. Çünkü yüz insanı ahlaka, saygıya çağıran bir şeydir. Göz göze gelmek beynimizin arka lobunu yani oksipital lobu çalıştırıyor. Bu kısım görme ile alakalı çok önemli işlevlere sahiptir. Bu yüzden yüz yüze geldiğimizde insanlara kötü davranmak istemeyiz çünkü devreye saygı girer, ahlak girer. Böyle bir etkileşimi ise sosyal mecralarda görmediğimiz insanlara karşı oluşturamadığımız için anında linç edebiliyoruz, anında öfkemizi kusabiliyoruz.

Ve bende bunca sahteliğe dayanamayıp bir süre sosyal medya hesaplarımı kapatmaya karar verdim. Gerçekleri görmek istiyordum. Kapadım kapamasına fakat her gün gelişen teknoloji beni endişelendirmeye devam etti. Gençlerin, gelecek nesillerimizin istikbalinden kaygılanmaya başladım.

Doksan nesli iyi bilir ki; Facebook ve İnstagram ile tanıştığımızda bu sosyal medya mecraları bizden büyük nesillerde bir endişe oluşmasına neden oluşturmuştu, aynı endişeyi bizler şimdi Tiktok uygulaması ile yaşıyoruz. Her ne kadar endişelensek de bir süre sonra, bütün saçmalıklara rağmen alıştığımızı görüyoruz. Sonraları bu durumun psikolojik nedenleri olabileceğini düşündüm. Şimdi biliyorum ki Tiktok neslinin de endişe duyacağı bir uygulama veya sosyal medya alanı oluşacak.

Peki bu endişenin nedeni nedir dersiniz ?

Her yeni teknoloji insanlarda panik duygusu uyandırıyor. İnsanlar önceden birbirlerine ulaklarla, atlı arabalarla mektup yolluyorlarmış. Posta arabaları çıktığı zaman büyük bir tedirginlik yaşanmış. Toplumun büyük bir çoğunluğu; mektuplar daha hızlı gidip gelecek, insanlar birbirlerine daha kolay aşık olacak, ahlak bozulacak, gençlik gidecek düşüncesine kapılmış. Telgraf ilk çıktığında günün İngilteresin de kadınlar erkeklere daha rahat telgraf atabilecek endişesi çok büyük bir problem oluşturmuştu. Telefonlar çıktı derken TV’ler evlerde yerini aldı, sürekli gelişen teknoloji insandaki endişeyi artırmaya devam etti. Aslında bizi korkutan, endişelendiren şey teknoloji değildi. Hayatımızın değişmesinden, düzenimizin bozulmasından endişe ediyorduk. Çünkü insan beyni yeniliği sevmez, beyin her davranışı meleke haline getirip otomatikleştirmek ister, yeni bir davranış oluşturmak için düşünmek istemez ve bütün yeni davranışlar bu isteğine bir engel oluşturur. Hatta bu durum Neofobik yani YENİLİK KORKUSU olarak adlandırılır.

Daha sonra endişeyi bırakıp anlamaya çalıştım. Çünkü anlamamız gereken bir durum var, bu günün teknolojisi eskiler gibi değil. İlk defa bir ekran içerisinden tüm dünyayı takip edebiliyoruz. Bugünün genç nesli teknoloji dünyasında doğdu, karşılaştığı her şey, muhatap oldukları araçların neredeyse tamamı teknolojik. 90 ve öncesi nesil doğduğunda ise böyle bir teknoloji yoktu. Bugün asıl garipsenen taraf teknolojiyi anlamayanlardır genç neslin gözünde. 3–5 yaşındaki çocukların teknolojiyi hemen öğrenmesi ve yaşı büyük olanların teknolojiyi öğrenmekte güçlük çekmesi bu durumun bir işaretidir.

Ardından ne gibi çözümler bulabiliriz, nasıl daha faydalı hale getirebiliriz teknolojiyi bunu düşünmeye başladım. Her şeyde olduğu gibi bu durumun kontrolünü de ilk önce kendim uygulamalıydım, olayın derinliğine ancak bu şekilde vakıf olabilirdim. Ve on aylık bir süre kadar kişisel sosyal medya hesabı kullanmadım. Sosyal medya hesapları ile birlikte hayatımızı ne kadar kalabalık hale getirmişiz, sahte olan bir çok şeyi nasıl gerçeğimize dönüştürmüşüz bunu net bir biçimde gördüm. Bu konuyu bir başka yazıda daha ayrıntılı bir şekilde ele alıp, bu kalabalığı nasıl sadeleştirebileceğimiz konusunda sizlere faydalı bilgiler vermek isterim.

Şimdi ise Teknoloji kullanımı konusunda Ailelere birkaç şey söylememiz gerekiyor.

Önce siz elinizdeki akıllı telefonları bırakın, önce ben bırakayım, hepimiz bırakalım. Çocuklarımızın, arkadaşlarımızın yüzüne bakmaya başlayalım. Çocuklarımızı eğlendirmeyi öğrenelim, onlara hikayeler anlatmayı öğrenelim, onlarla oyun oynamayı, zamanı paylaşmayı, bizimle geçirdikleri zamandan keyif almayı öğretelim.

Aile içinde elektronikten uzak kaldığımız zamanlar olsun, birbirimizin yüzüne baktığımız, birbirimizle konuştuğumuz ve bir şeyleri paylaştığımız zamanlar olsun. Gençlerimizi geçmişin hikayeleri ile besleyelim, nereden geldiklerini bilsinler, hangi milletin ferdi olduklarını bilsinler, kendi kültürlerini tanısınlar.

Dijital kültür dediğimiz şey globalizmin bir taşıyıcısıdır. Yani Amerika’da, Avrupa’da olan her şeyi buraya taşıyorlar. Bu durum bizi kimliksiz, köksüz bırakıyor. Bizde dünyayı ve evreni onların ürettiği iconlardan, onların ürettiği pop kültürden ibaret sanıyoruz. Çocuklarımız öyle zannediyor. Hayat gittikçe sığlaşıyor. Kendi kültürümüzün derinliğini, kendi yaşayışımızın, tarihimizin derinliğini hem kendimize hem genç nesillere anlatmakta zorlanıyoruz. Her şey yüzeysel simgeler üzerinden yürümeye başlıyor.

Çocuklarımızla baş başa geçirdiğimiz zamanları çoğaltıp, ekranları kapatmayı ve kendimizin dahi fişini çekebilmeliyiz. Akıllı telefonları arada bir, günde bir saat iki saat susturup bir kenara atmayı başarabilirsek yavaş yavaş insan olmaya başlayacağız. İnsan olmak bağ kurmaktır. Karşındakiyle bağ kurabilmektir insan olmak. Ötekinin derdini bilebilmektir. Ötekiyle hem hal olabilmektir. Bir başkasıyla paylaşmadan daha fazla insan olamıyoruz. Daha az bağlanalım sanal aleme ama daha çok insan olalım.

Teknoloji konusunda farkındalık oluşturmalı ve kontrollü davranmalıyız. Yoksa bu konu çok su götürür ve nice insan bu suda boğulur.