Adil Gür, Kürt açılımı ile ilgili bir referandumun intihar olacağını söylüyor. “Ben vatandaşların bu tip bir referandumda objektif kriterlerle oy kullanacaklarını hiç sanmıyorum” diyen Gür, sözlerine şöyle açıklık getiriyor:

“Kutuplaşma öyle bir boyuta geldi ki aslında halkın yüzde 90’ının ‘Evet’ diyebileceği kadar kolay bir referandumda bile seçmenin önemli bir bölümü çok rahat ‘Hayır’ oyu verebilir ve bu da kutuplaşmayı daha keskinleştirir”

Bir kamuoyu araştırmacısıyla söyleşi yapmanın, hele de şu ortamda, birkaç sakıncası olabilir. Birincisi, eğer o araştırmacı “İktidarın oyları yükseliyor” derse çok fena, çünkü bir cephe direkt sizi “Ceza aldınız, arayı düzeltmeye çalışıyorsunuz” diye suçlayacak. Yok eğer, “İktidar kötüye gidiyor” derse o da fena, çünkü bu kez de diğer cephe sizi “Ceza aldınız, bilhassa kötülüyorsunuz” diye damgalayacak.

Oysa hadi kendi çizgimizden de geçelim, bu işin iki objektif kriteri vardır:

1- Söyleşiyi, size istediğiniz yanıtları verecek, taraftar bir araştırma şirketi sahibiyle mi yapmışsınız, yoksa en son seçimde “tek bilen” unvanını kazanmış, zaman zaman iktidarın, zaman zaman muhalefetin işine gelmeyecek gözlemleriyle tanınan bir uzmanla mı?

2- Kamuoyu araştırması meselesini durup dururken mi açmışsınız, yoksa Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “Referanduma gidebiliriz” dedikten, ana muhalefet lideri Deniz Baykal “seçim” lafını ağzına aldıktan ve Ankara’da erken seçim dedikodularının ayyuka çıktığı bir haftadan sonra mı?

Eğer A&G Araştırma Şirketi’nin sahibi Adil Gür son derece dikkat çekici açıklamalar yapmış olmasaydı yine de bu girizgâha gerek duymayabilirdik, ama Gür gerçekten önümüzdeki dönem akıllardan pek çıkmayacak bazı yorumlarda bulundu. Gerçi “Kesin böyle olacak” demiyor, “Eğer şartlar değişmezse önceki deneyimler bize böyle olacağını söylüyor” diyor. Bununla birlikte bazı öngörülerinin riskli olduğunu kendisi de kabul ediyor ve söyleşinin bir yerinde gülerek dahi olsa “Bir dahaki seçimlerde ya bilen adam unvanını pekiştireceğiz ya da yurtdışına çok uzun bir dil kursuna gideceğiz” diyor.

İşte şimdi bu söyleşimizden sayfaya sığdırabildiğimiz belli başlı bölümler:

İktidar partisi Kürt açılımından bu yana daha mı çok anket yaptırır oldu?
Yok, her zaman yaptırır. Zaten Cumhuriyet tarihi boyunca araştırmalara meraklı iki siyasi lider vardır: 1-Turgut Özal 2-Tayyip Erdoğan. Özellikle Ak Parti her konuda dört-beş şirkete birden araştırma yaptırır ve peş peşe yaptırır.

Bu kadar anket yaptırmanın birinci dereceden bir faydası var mı peki?
Gayet tabii, Ak Parti’nin yedi yıldır iktidarda dimdik durmasının en önemli nedenidir bu. Toplumun nabzını iyi tutuyor olması...

Sizce Kürt açılımı konusunda da nabzı iyi tuttular mı?
Nabzı iyi tutmasına tuttular, ama bu kez tökezlediler.

Niye; vatandaş karşı mı bir açılım yapılmasına?
Tam tersine, halkın büyük bir çoğunluğu Kürt açılımından yana. Halkın yüzde 72’si devletin silahlı mücadele dışında da başka adımlar atmasını istiyor. Ancak Ak Parti süreci iyi yönetip, bu rüzgârı arkasına alamadı.

Hükümetin 4 hatası

Nerede hata yaptı size göre?

Tamamen bir kamuoyu araştırmacısı gözüyle söylersek hükümet dört önemli hata yaptı:

1- Birincisi adında. Ağızlarından bir kez bile “Kürt açılımı” sözünü çıkarmamaları gerekiyordu. Onu bir kez söyledikten sonra artık kamuoyunu bunun tüm yurttaşlar için yapılan bir “demokratik açılım” olduğuna ikna etmeniz çok zor.

2- Açılımın başlangıç noktası yanlıştı. Kamuoyunun karşısına çıkmadan önce bunu devletin zirvesinde konuşmaları gerekiyordu. Başta yapılması gerekeni şimdi sonda yapıyorlar, ama o geçen süre içinde yıprandılar.

3- Fikir almaya, Kürt açılımı konusunda görüşleri çok belli olan, hatta kamuoyunda Ak Parti’li gibi algılanan insanlardan başlayarak antipati topladılar. Tam tersine ilk görüşmelerin en sert tepkiyi gösterecek çevrelerden başlanması toplumu rahatlatırdı.

4- Haziranda yaptığımız araştırmada “Bugün seçim olsa oyumu CHP’ye vereceğim diyenlerin” yüzde 70’inden fazlası bir açılım olursa bunu destekleyeceğini söylüyordu. Ancak bugün CHP’lilerin 70’inden, MHP’lilerin 80’inden fazlası içeriğini dahi bilmedikleri halde açılıma “Hayır” diyor.

Yani?
Yani Ak Parti oldum olası şikâyet ettiği “ötekileştirilmeyi” kendisi başkalarına o kadar yaptı ki toplum kutuplaştı. İnsanlar “Evet” diyeceği şeye bile sırf bu kutuplaşmadan dolayı “Hayır” der hale geldi. Bu körü körünelik her iki taraf için de geçerli. Çünkü Türkiye’de artık objektif bir tartışma zemini kayboldu. Böyle bir zeminsizlikte Kürt sorunu gibi devasa bir sorunu çözüme açmak büyük risk. Önce zemini düzeltip, kutuplaşmayı azaltıp, sonra bu işe girişmek gerekiyordu. Bu da dördüncü hata.

Ama herhalde çözüme dönük ciddi adımlar atabilse tüm bu hatalar da bertaraf olur, değil mi?

Şimdi “Ak Parti Kürt sorununu çözerse tarihe geçer, yüzde 50-60 oy alır” gibi bir kanaat oluştu, ama bu yanlış. Çünkü Türkiye’nin en önemli sorunu nedir diye 100 tane araştırma yapsanız, 100’ünde de çıkacak ilk cevap; aş, iş ve yoksulluktur. Aş, iş ve yoksulluğa çare olmadan demokratikleşme veya diğer alanlarda yapacağınız iyileştirmeler size ancak birkaç puan getirebilir. Demokrasi için bedel ödemeyen toplumlarda yeni anayasa, demokratik açılım gibi başlıklar sanıldığı kadar önemli değildir.

Siz 22 Temmuz’da alınan yüzde 47 oyu da 367, 27 Nisan bildirisi vesaireye değil, seçmenin bir “homo economicus” olmasına bağlamıştınız...
Tabii, mesela bu konuda Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç’a hiç katılmıyorum. Arınç geçenlerde yaptığı bir açıklamada “Biz yüzde 46.5’i hak etmedik” dedi. Oysa kesinlikle hak etmişlerdi. Çünkü insanlar ekonomik gidişattan memnun olduğu için Ak Parti’ye oy vermişti.

Zaten benim son 29 Mart yerel seçimleri öncesinde risk alarak “Ak Parti oy kaybedecek” diyebilmemin gerekçesi de buydu. Herkesin “Davos Fatihi”nin yüzde 50’den fazla oy alacağını söylediği sırada ben yaptığım araştırmalara bakarak “Oyları düşecek, çünkü insanlar vicdanına ve cebine bakarak karar verecek” dedim. Sonunda da gördük ki Ak Parti yüzde 40’ın altına düştü.

Buradan şuna gelmek istiyorum; o gün Ak Parti’ye o oyu hak ettiren nedenler ne ise bugün ve yarın da oy kaybettiren nedenler aynı olacaktır. Yoksa Kürt meselesinin çözülmesi veya çözülememesi sadece mevcut durumun hızlandırıcısı olur, ama seçmene yön değiştirtmez.

Peki sizce hükümet bir referandum yapabilir mi?
İntihar olur. Ben seçim sürecinden önce böyle bir konuda daha kutuplaşmalara yol açacak bir referandum yapmayı kimsenin göze alabileceğini zannetmiyorum.

Herkesin ‘evet’ diyeceği 3 madde

Hemen herkesin evet diyebileceği bir paket hazırlansa bile mi?
Aslında araştırmalarımda gördüğüm tabloya göre insanların çoğunluğunun “Evet” dediği bir üç madde var: 1- Güneydoğu’ya daha fazla aş ve iş. 2- Ana dilde çocuklarına isim koyma hakkı. 3- Yerleşim yerlerine eski isimlerinin verilmesi.

Ana dilde eğitim?
Eğer iyi anlatılırsa seçmeli Kürtçe derse evet diyebilirler, ama ana dilde eğitime en azından bu atmosferde kamuoyu hazır görünmüyor. Af, Öcalan vs. konuları ise ağzına alanı dahi yakabilecek konular şu aşamada. Hâlbuki 2005 koşullarında olsaydık pekâlâ çoğu mümkündü.

Peki iktidar partisi sadece o üç maddeyi halka sunsa, kabul oyu da yüksek çıksa, tam tersine işine yaramaz mı?
Eğer seçim böyle bir referandumdan hemen 15-20 gün sonra yapılırsa rüzgâr aldırır. Ama seçimle referandum arasına sadece birkaç ay girse dahi unutulur. Aynı Davos meselesinde olduğu gibi.

Kaldı ki ben vatandaşların bu tip bir referandumda objektif kriterlerle oy kullanacaklarını da hiç sanmıyorum. Kutuplaşma öyle bir boyuta geldi ki aslında halkın yüzde 90’ının “Evet” diyebileceği kadar kolay bir referandumda bile seçmenin önemli bir bölümü çok rahat “Hayır” oyu verebilir ve bu da kutuplaşmayı daha keskinleştirir.

KÜRT MESELESİ DEĞİL, ASIL ‘KATKI PAYI’ OY KAYBETTİRİR

Sizin araştırmalarınıza göre açılım süreci nasıl etkiledi iktidarı?
Ak Parti’nin 29 Mart’ta aldığı oy yüzde 38.4’tü. Geçen ay yaptığımız araştırmada yüzde 35.3 çıktı.

Ama Güneydoğu bölgesinde oyu yüzde 20 artmadı mı?
Yüzde 20 artsa ne olur, yüzde 30 artsa ne olur. Güneydoğu’da sizin yüzde 20’lik oy artışınız Türkiye’de 1.4 oy artışına tekabül eder. Halbuki siz Batı’da 5 puan, Orta Anadolu’da 6-7 puan, Karadeniz’de 7-8 puan oy kaybederseniz bu Türkiye ortalamasını çok ciddi etkiler. Önemli olan bölgelerin seçmen sayısı olarak büyüklüğüdür.

Kaldı ki son bir aydır Ak Parti’ye oy kaybettirecek bazı önemli gelişmeler de oldu. Onlardan sonra ben 35.3’ten de biraz daha inmiş olabileceğini düşünüyorum.

Nedir o oy kaybettiren gelişmeler?
En önemlisi, 1 Ekim sabahı itibarıyla reçetesindeki ilacı yazdırmak için hastaneye gidenlerden asgari 15 lira katkı payı alınmaya başlanması.

Sizce bu kadar önemli mi 15 lira?
Bakın, 2002’den bu yana yaptığımız tüm kamuoyu araştırmalarında Ak Parti iktidarının en başarılı uygulaması sağlık alanındadır. Ak Parti son uygulamasıyla bu algıya zarar vermiştir ve bu da sanıldığından çok daha fazla oy kaybettirebilir. Dolayısıyla aslında Ak Parti için Kürt meselesinden çok daha hayatidir. Çünkü siz baştan bu uygulamayı koysaydınız kimse size kızmazdı. Ama sırtınızda 40 yıl taşıyıp, bir kez of dediniz mi bitersiniz.

Muhalefet farkında mı sizce bu katkı payı meselesinin?
Muhalefet farkında olsa zaten muhalefet olurdu.

Kişisel kanaatim seçim bir yıl sonra yapılır
Siz hükümetin yerinde olsanız 2011’de mi seçime gidersiniz yoksa 2010’da mı?
Kesinlikle 2010. Zaten artık bana göre 2010’un ekim veya kasım ayında yapılacak bir seçim normal bir seçimdir, erken seçim değildir. Mart-nisan 2010 tarihlerinde yapılacak bir seçimse baskın bir erken seçim olabilir. Ama benim kişisel kanaatim seçimin bir yıl sonra olacağı.

Nedir size bunu dedirten gözlemleriniz?

1- Açılım süreci. Türkiye’de artık ok yaydan çıkmıştır. Az veya çok, bugün veya yarın veya 5-10-20 yıl sonunda, ama mutlaka bir şeyler olmak zorundadır. Bu açılımın yapılabilmesinin en temel şartlarından bir tanesi ise bir şekilde dağdakilerin indirilmesidir. Bu olmadan terörün bitmesi ve tam bir açılım mümkün değildir. Bu da nasıl olur, afla. Ancak seçimden önce bir af imkânsızdır. Ok yaydan çıkmışken bu tartışmaları 2011’in temmuzuna kadar uzatmak ise yıpratıcıdır. Onun içindir ki Ak Parti açısından bir erken seçim yapıp bir dahaki hükümetle bu işin üzerine gitmek daha mantıklıdır.

Peki ama seçime kadar bu açılım meselesi böyle içeriği bilinmeden ortada mı kalacak; bu daha çok yıpratıcı olmaz mı?

Ben bu yılbaşına kadar kamuoyunu çok da rahatsız etmeyecek, biraz önce konuştuğumuz gibi toplumun önemli bir kesiminin “Evet” diyebileceği birtakım şeylerin dillendirileceğini düşünüyorum. Bu da zaten “Yeter mi yetmez mi?” şeklinde uzun bir tartışma daha başlayacak demektir, ki bu tartışma da hükümete yarayacaktır. Dikkat ederseniz Türkiye’nin temel meselesi ekonomi olmasına rağmen biz son yıllarda hiç ekonomiyi tartışmıyoruz. İlk defa bu yerel seçim sürecinde muhalefet ekonomi konuştu, oy aldı.

Erken seçime gidileceğine dair diğer gerekçeleriniz nedir?

2- Ekonomi. Her ne kadar son günlerde dipten döndük, çıkıyoruz, çıkacağız dense de dünyadaki çok ciddi krizlerin geçmiş tarihlerine baktığımızda bu krizlerin tüm etkilerinin bir seçim döneminde ortadan kalkması mümkün değildir. Süreç uzadıkça da ekonomideki olumsuz algılar artar. Sayın Babacan’ın yaptığı 2012’deki işsizlik rakamının bugünkünden az olmayacağı açıklaması da bunun bir göstergesidir.

3- Ak Parti il kongrelerini tamamlamış, büyük kongresini yapmış, büyük bir ihtimalle Türkiye’yi erken seçime götürecek kadrolarını belirlemiş bir partidir. Hâlbuki ana muhalefet partisi il kongrelerinin startını daha geçen hafta vermiştir. MHP il kongrelerini önemli ölçüde yapmış, ama bitirememiştir. Küçük partiler çok dağınık ve hazırlıklı değildir. Özetle 2010’daki bir erken seçime en hazırlıklı parti Ak Parti’dir.

4- Son günlerde öğreniyoruz ki IMF vereceği parayı artırmış, 45-50 milyar dolar civarında bir para konuşulmaktadır. Ben bu paranın 2010’da iç borç ödemelerinde kullanılarak piyasadaki sıcak para arzının daha fazla olacağını, geçici bir yalancı baharın yaşanabileceğini ve bu gazla da iktidarın 2010’da seçime gitmek isteyeceğini düşünüyorum.

O halde seçim 2010’da olursa Ak Parti’nin yine tek parti çıkma olasılığı yüksek?

Seçime bu algıyla gidilecektir, ama bence böyle olmayacaktır.

Farkındasınız değil mi, büyük risk alıyorsunuz şu an...
Ben hep çok risk almışımdır zaten.

Bu kez neye dayanarak?
Birincisi, ben şunu yüzlerce kez söyledim, ama bu röportajda yer almasını özellikle rica ediyorum: Benim söylediklerim ön yargılarla, taraf olarak, bir temenni anlamında değil araştırmalarda gördüğüm objektif gözlemlerimdir.

Ben 2002’den beri düzenli aralıklarla araştırmalar yapıyorum. Benim o araştırmalarda gördüğüm şu: 2002-2008 arasında insanlar genel olarak hayatlarından memnun. “Altı ay sonrasını nasıl görüyorsunuz?” sorusuna “Daha iyi” diyenler çoğunlukta. Ekonomik-sosyal pek çok soruda insanlar olumlu cevaplar veriyor.

Ancak 2008 yılı ocak ayı sonu itibarıyla bir kırılma oldu. Bakın, daha küresel krizin patlamasından yedi-sekiz ay önce Türkiye’deki yoksulluk algısında bir artış başlıyor.

Şimdi bu trend hâlâ devam ediyor. İnsanların temel meselesi olan aş, iş ve yoksullukla ilgili hükümet, hiçbir şey yapılmıyor dersem haksızlık etmiş olurum belki, ama algılarda bir değişiklik yok, insanlar bir şeyler yapılmadığını düşünüyor.

O nedenle “Ya kardeşim ben 10 işçi çalıştırıyordum, beşini çıkarmak zorunda kaldım”, “İki evim vardı, birini sattım” veya işte “Eskiden geçiniyordum, şimdi geçinemiyorum” diyen insanlar seçim günü yaklaştıkça iktidarı cezalandırma eğilimine girebilir. Ki bu da yüksek ihtimaldir, geçmişte bunu çok gördük.

DSP gibi mi?
Tabii ki, yoksa hiç Türk seçmeni yüzde 22’yle iktidara getirdiği bir partiye, “Cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en dürüst başbakanı Ecevit’tir” algılamasına rağmen bir seçim sonra yüzde 1 oy verir miydi? Üstelik 2002’de seçime giderken Türkiye’de temel göstergeler iyileşmiş, krizi neredeyse unutmuş durumdaydık, ama işte seçmen unutmamıştı.

Ve bizim seçmenimiz gönülden sevmediği bir partiye bile sırf iktidarı cezalandırmak amacıyla oy verebilir. Zaten Türkiye’de seçmenin yüzde 60-70’inin iki üç seçim döneminde bir yer değiştirmesinin sebebi de budur.

Baykal’ın ‘Siz zahmet etmeyin ben geliyorum’ demesi gerekirdi
Muhalefet bu açılım sürecini nasıl yönetti sizce?

MHP kendi adına doğru bir duruş sergiliyor. DTP Güneydoğu bölgesi dışında da Kürtlerden oy alabilir duruma geldi. Hata yapan CHP. Bir kere bir ana muhalefet partisinin asli görevi demokratikleşme gibi meselelerde iktidarı sıkıştırmaktır.

Aynı hatayı Ergenekon tartışmaları sürecinde de yaptı. Oysa Sayın Baykal, “Kürt açılımı meselesinde Sayın Başbakan Türkiye’nin 70-80 yıldır kangrenleşmiş kronik sorunuyla ilgili bir şeyler yapmak istiyor. Biz CHP olarak Türkiye’nin üniter yapısına zarar vermeyen her türlü açılımlarına destek veririz. Siz hiç yorulmayın, zahmet etmeyin, ben geleyim size” deseydi, öyle zannediyorum ki CHP bu sürecin en kârlı partisi olurdu.

YENİ BİR ‘GENÇ PARTİ’ VAKASI GÖREBİLİRİZ

Siz iktidarın elinin zayıfladığını düşünüyorsunuz, ancak gidecek bir yer bulamayanlar için yine kaçış yeri olmayacak mıdır? Bir CHP-MHP koalisyonu ihtimalinin bile sonuçlarını 22 Temmuz’da görmedik mi?

Ama ben zaten önümüzdeki seçim sürecinde insanların önüne farklı alternatifler çıkacağını düşünüyorum. Yine iddialı bir laf olacak ama benim şahsi gözlemlerime göre ilk seçimlerde Meclis’e dört veya beş parti, artı bağımsızlar girecektir. Yani eğer aklını başına almazsa Ak Parti de, CHP de, MHP de küçülecek, ortaya bir veya iki yeni parti daha çıkacaktır.

2002’deki Genç Parti vakası gibi mi?
Tabii, o hiç yabana atılmaması gereken bir olaydır. Eğer seçim iki hafta önce yapılsaydı veya ayran-döner dağıtmaya iki hafta geç başlansa, insanları sıkmasalardı, Genç Parti kesin yüzde 12’yle Meclis’teydi. Şimdi de benzer bir vakayla karşılaşabiliriz. Kuvvetle ihtimal Türkiye’nin oluşacak yeni hükümeti de bir koalisyon hükümeti olabilir. (Milliyet)

Editör: HABER MERKEZİ