TBMM de dün hükümete sınır ötesi operasyon için bir yıl süreyle yetki verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi 19 red oyuna karşılık 507 evet oyuyla kabul edildi.Böylece Türk Silahlı Kuvetlerinin gerektiğinde sınır
ötesi bir operasyonda kullanılması için yasal dayanak oluşturulmuş oldu.Bu geç de olsa beklenen bir neticeydi. Zira mayıs ayından bu yana artan terör saldırıları Beytüşşebabta oniki sivil vatndaşımız katledilmesiyle iyice
tırmandı ve Şırnak’ta onüç askerimizin şehit edilmesiyle zirve yaparak icap eden bu tür tedbirlerin alınmasında artık daha fazla gecikilemeyeceğini birkez daha herkese ispat etti.

Tezkerenin verdiği sınır ötesioperasyon yetkisinin ne zaman,kime karşı ve ne şekilde kullanılacağına siyasi iradeyi temsil eden hükümet karar verecek. Türk Silahlı Kuvvetleri ise bu kararın gereğini yerine getirerek hem terör örgütüne hem de onun destekçilerine sivil ve asker vatandaşları katledilirken Türkiye’nin buna seyirci kalamayacağını göstermiş olacak. Tezkere aleyhinde bir çok rivayetler olmasına rağmen onun çıkarılmasını savaş tamtamları çalmak şeklinde yorumlamak doğru değildir.

 

Onun saldırı amaçlı için değil meşru müdafaa hakkına dayanılarak savunma için kullanılacağı ve sadece terör örgütüne karşı elde bulundurulacağı bizzat başbakan tarafından ifade edildi. Artan terör olayları üzerine bu tedbir fevkalade isabetli bir kararın sonucudur.Şahsi kanaatimiz hangi ülkenin başında hangi lider bulunursa bulunsun aynı şekilde davranır benzer tedbirleri alırdı şeklindedir.

Şayet günümüzde Mustafa Kemal Atatürk aramızda olsaydı o da aynı ya da daha ileri tedbirleri alırdı.Onun kendi döneminde çevresine yaptığı açıklamaları, resmi bayramlardaki demeçleri ve yurt gezilerindeki söylevleri böyle bir tavır alacağını tahmin etmemizi kolaylaştırıyor. O bir devlet adamı,siyasetçi ama en önemlisi ünlü bir komutandı.Savaşı değil barışı hayatının merkezine alıyor onun kalıcı olması için hem Türkiye ölçeğinde hem de dünya ölçeğinde çaba sarfediyordu.

Ancak barış isteğini milletinin varlığıyla sınırlandırmıştı.Ülkesinin ve milletinin hayati çıkarları söz konusu olduğu zaman bu çabaları bir kenara iterek savaşı tercih edebilecek kararlılığa fazlasıyla sahipti. O bu konuda: “Bizim için barış demek gerçek ve özgür yaşayışımızı sağlayabilecek nedenleri elde etmek demektir.Bu nedenleri sağlayamadan barış yapmaya yanaşmak,barış oldu demek kendi kendimizi aldatmak olur.” demektedir. Aynı zamanda iç işlerimizde belirlen ilke olan Misak ı Millinin dış ilişkilerimizi de belirlediğini ifade ederek: “özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumak yolunda savaş vermeyi bilmeyen uluslar için yaşama hakkı yoktur.Bu uğurda savaşmak gerekir” diyerek hayalci değil gerçekçi bir barıştan yana olduğunu ifade etmiştir.

Hatay meselesi yüzünden Fransa’yla ilişkilerimizin gerginleştiği yıllarda ülkemizin kararlılığını göstermek için 10 mayıs 1938 de yani hastalığının kendini iyice hissettirdiği günlerde dahi Mersine gelerek orduya askeri geçit törenleri icra ettirmiş ve Fransa’ya savaşı gerektiğinde göze almaktan çekinmeyeceği mesajını vererek onu geri adım atmaya zorlamıştı. Onun bu cesareti üzerinedir ki sonunda Fransa anlaşmaya yanaşmış ve böylece Hatayın anavatana katılması sürecini başlatan olayların önünü açmak zorunda kalmıştır. Her zaman ve her koşulda diğer ülkelerle kardeşlik ilişkilerimizin pekiştirilmesini dış politikamızın esası olarak vurgulayan Atatürk kesinlikle başkalarının toprağında ve egemenliğinde gözümüzün olmadığını her yerde savuna gelmiştir.

Barışı gerçekleştirmek için 1923 ile 1937 yılları arasında tam 26 dostluk anlaşması imzalaması bu barış isteğinin somut tezahürleridir.Barış için atılan bu adımlar sayesinde Türkiye cumhuriyeti çağdaşlaşmak için ihtiyaç duyduğu huzur ortamına kavuşabilmiş ve vakit geçirmeksizin gerekli gördüğü inkılapları yapabilmiştir. Fakat onun barış anlayışında teslimiyetçi,boyun eğmeye hazır,hayalci ve pasifist bir tutum asla yoktur.

Bir milletin barış içinde yaşaması için kendini savunacak güce ve iradeye sahip olması gerektiğini ifade ederek pek çok savaş felaketine maruz kalmış Türk milletinin barışa olan ihtiyacının büyük olduğunu vurgulamış barışın da ancak güçlü olmakla korunabileceğini özellikle ifade etmiştir.Ona göre savaş ısrarla kaçınılması gereken büyük bir felakettir.Hele hele hakka dayanmayan bir savaş tam bir cinayettir. Atatürk dahi bir askerdi ama hiçbir zaman da militarist değildi.Hep sivil idareye inanırdı ve askerin siyasetten uzak durması gerektiğini
savunurdu.

Hayatında hiç savaşa katılmamış faşist Mussolini ya da komünist Stalinden farklı olarak birçok savaş gördüğünden onun ne kadar kötü bir afet olduğunu gayet iyi biliyordu.Atatürk hayatı severdi,yüz binlerce askere kumanda ettiği,meydan muharebeleri verdiği,ölüler ve yaralılar arasında dolaştığı olurdu.Ama sohbetlerinde kandan ve şiddetten zevk alarak anlattığını duyan ya da hatırlayan hiç kimse yoktur.

Yurt gezilerinde önünde kendisi için kurban kesilmesinden hoşlanmaz kan görmemek için başını yana çevirirdi. “Ömrümde bir tavuğun bile boğazlandığını görmekistemem” sözü ona aittir.
TBMM nin bugünkü hükümete verdiği tezkereyi kullanıp kullanmamak siyasi iradenin bileceği bir iştir.Ancak kullanır da bir sınır ötesi bir harekata karar verirse bu esaslarını Atatürkün tayin ettiği Türkiyenin barışçı dış siyasete aykırı düşmez,tersine onu pekiştirerek sağlamlaştırır.

Editör: HABER MERKEZİ